28 Kasım 2014

Suçun ve şiddetin peşine düşenler

‘Melekler şehri’ Los Angeles’in suç ve felaket dolu yüzüne odaklanan başarılı bir film...

GECE VURGUNU      X  X  X  X
(Nightcrawler)

Yönetim ve senaryo: Don Gilroy
Görüntü: Robert Elswit
Müzik: James Newton Howard
Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Rene Russo, Riz Ahmet, Bill Paxton/ Amerikan filmi

 

Hepsi sinemayla ilgili Tony ve John Gilroy’un kardeşi Don Gilroy, kardeşleri veya başkalarıyla birlikte yaptığı filmlerde yazarlığıyla sivrildi. Yönetmen olarak ilk önemli filmi Gece Vurgunu’ndaysa çıtayı hayli yüksekten başlatıyor.

 

Hep gece görüntüleriyle izlediğimiz ‘melekler şehri’ Los Angeles’in zenginliğiyle orantısız (yoksa orantılı mı demeliydim?) suç ve felaket dolu yüzüne odaklanıyor film... Ama bu kez çok farklı bir açıdan: bu tür olayları izlemek için müthiş bir arzu duyan ve çeşitli işlerden sonra, olay peşindeki TV haberciliğinde karar kılan bir genç adamın öyküsüyle...

 

Lou Bloom, gerçekten ilginç bir kişiliktir. Kendi kendisini (internet sitelerinden öğrendikleriyle!) yetiştirmiş, ağzı çok iyi laf yapan, cesur ve yürekli, ama (özellikle finalde belirdiği gibi) gereğinde son derece acımasız olabilen bir kişilik.

 

Bir diğer özelliği, kendisinden çok yaşlı kadınlara ilgi duymasıdır. Bu yüzden, talihin onu getirdiği o ‘üçüncü sayfa’ haberleriyle tanınan yerel TV şirketinin hırslı müdürü Nina’ya takılır kalır. Çünkü Nina neredeyse annesi yaşında, ama yine de gayet cazibeli bir sarışındır. 

 

Yanına aldığı Arap kökenli yeni yetme göçmen çocukla birlikte haberin peşine düşer Lou... Nina’nın tercihi yönünde ‘içinde kan olan’ haberleri izler. Evlerinde veya sokakta vurulan adamlar (beyaz olmaları tercih edilir!), ölümcül kazalar, can kaybıyla biten soygunlar ve vuruşmalar... Bu alanda giderek ün yaparken, her hırslı insanın gelip sınandığı o noktaya gelecektir: insan hayatını herşeyin önüne koymak ya da koymamak noktasına...

 

Film bir yandan L.A. dekorunu harika biçimde kullanan dramatik bir büyük kent polisiyesi olarak dikkat çekiyor.  Ve bu ‘Amerikan spesiyalitesi’sinin iyi bir örneğini sunuyor.

Ama bir ikinci yanı var ki, o da tipik Amerikan: TV denen çağdaş medyumun toplumla ilişkisi ve birey üzerindeki yoğun etki gücü. Daha TV’nin ilk yıllarında Elia Kazan’ın A Face in the Crowd- Kalabalıkta Bir Yüz filmiyle (1957) unutulmaz bir örneğini verdiği bu tür, daha yakın yıllarda da Network- Şebeke, Ed TV, 15 Dakika gibi başyapıtlar üretmişti.

 

Gilroy’un filmi de sanırım bü türün zirveleri arasında yer alacak. Jack Gyllenhaal’ın müthiş inandırıcılıkla canlandırdığı Lou Bloom, hırsının kendisini getirdiği noktada yaşadığı ikilemi bize tümüyle duyuruyor ve çok karmaşık bir kişiliği ustaca tanımlıyor. Uzun zamandır özlediğimiz, birzamanların iyi oyuncusu Rene Russo, bu dönüşünü acaba yönetmenin karısı olmasına mı borçlu? Umarım devam eder!.. Bill Paxton’u hasret giderecek kadar görmüyoruz, ama Pakistan kökenli İngiliz oyuncusu Riz Ahmet’e bir selam çakalım!..

 

Sonuç olarak, bu sevdiğimiz türde yeni bir zirve yaratan sürükleyici ve başarılı bir film.   

Yazarın Diğer Yazıları

Hıristiyanlık temeli üzerine bir gerilim

Immaculate'nin ilginç oyuncuları ve kimi kolay unutulmayacak birkaç sahnesi de var

Afyon'da müzik, dostluk ve siyaset günleri

Hepsi artık benim kolay unutulmaz anılarım arasında girdiler ve öyle kalacaklar

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir