ADALET 2 X X X
(The Equalizer)
Yönetmen: Antoine Fuqua
Senaryo: Richard Wenk
Görüntü: Oliver Wood
Müzik: Harry Gregson-Williams
Oyuncular: Denzel Washington, Pedro Pascal, Ashton Sanders, Melissa Leo, Bil Pulman, Jonathan Scarfe, Sakina Jaffrey, Adam Karst
Columbia yapımı
|
80’lerin popüler bir TV dizisinden uyarlanan ve ilk bölümü yine aynı yönetmen-başoyuncu ekibiyle 2014’de çekilen bu hikâye, dört yıl sonra bir devam filmine kavuşuyor. Ve doğrusu hem ilk filme kıyasla, hem de kendi türü içinde bir düş kırıklığı yaratmıyor
Filmin açılışı özellikle bizler (yani Türkler) için şaşırtıcı. Çünkü İstanbul’a doğru gittiği belirtilen bir trende, yanında yarı örtülü kadınlarla sakallı bir adam görüyor ve bunların bir Müslüman aile olduğunu düşünüyoruz.
Ama sonra o adam kalkıp bir başka vagona geçiyor. Orada hayli ürkünç gözüken bir serseri grubuyla konuşuyor ve onlara özetle küçük çocuğunu yabancı annesinden kaçıran bir Türk erkeğinin öyküsünü anlatıyor.
Ama hikâye nedense çetenin reisi gözüken genç adamı tedirgin ediyor. Çünkü o sözü edilen kocanın taa kendisidir!...Kavga başlıyor, sonradan adının Robert McCall olduğunu gördüğümüz o sözüm ona sakallı, aslında Amerikalı siyahi adam hepsini haşat ediyor!...Ve daha sonra o kızı ABD’ye, annesine geri getiriyor.
McCall’un eski bir CIA ajanı olduğunu, emekli olduktan sonra taksi şoförlüğü yaptığını öğreniyoruz (Eğer ilk filmden hatırlamıyorsak!). Ama o ayrıca kendisini dünyada adaletin gerçekleşmesine adamıştır: bunun için özel girişimin, gözüpek dövüşçülüğün ve bilek gücünün geçerli olduğu durumlarda... (Kendisini Türkiye’ye davet de düşünülebilir!).
Aslında şoförlüğü en çok zamanını almaktadır. Bunu da UBER’e yeni rakip olduğu anlaşılan LYFT taksilerinde yapmaktadır. Ama yeri geldikçe özel iş kabul eder: Yaşadığı Boston’dan başka yerlere, hatta ülkelere uçmayı göze alarak...Ancak biryandan kendi evinin duvarlarına resim yapan genç siyahi çocuk, öte yandan Brüksel’de meydana gelen bir kıyım onun ilgi alanına girecektir.
Filmin beğendiğim yanları da oldu, eksik bulduğum yanları da... Öncelikle olaylara ve kişilere gerektiğinde odaklanmayı bilen o yavaş temposunu sevdim: bu sürat çağında filmlerin de sanki çıldırdığı ve her şeyin akıl almaz bir hızla birbirini izlediği o aksiyonlardan öylesine bıkmışım ki...
Ayrıca oyunculukları beğendim. Başta Denzel Washington: kimsenin okumadığı bu çağda, Herman Hesse’in Sidartha’sını ya da Marcel Proust’un Kayıp Zamanın Peşinde’sini elinden düşürmeyen bu Afro-Amerikan eski CİA ajanını ondan başka kim inandırıcı kılabilirdi?
Aynı biçimde siyahi ressam çocukta Moonlight- Ayışığı ile tanıdığımız Ashton Sanders’i, McCall’un baldızı Susan’da eskilerden Melissa Leo’yu, eski CİA yoldaşı Dave York’ta Pedro Pascal’ı, yaşlı yahudide Orson Bean’i, kapı komşusu Fatima’da Sakina Jaffrey’i, Türk kocada Adam Karst’ı da sevdim.
Özellikle de son yarım saati. Burada McCall son derece ölümcül ve azılı bir çeteyle başa çıkmaya çalışıyor. Tek başına ve sahili altüst eden korkunç bir fırtınanın içinde... Burada perdeye öylesine apokaliptik, öylesine kıyameti düşündüren bir atmosfer egemen oluyor ki...
Tam dördüncü kez bir araya gelen yönetmen Fuqua ve oyuncu Washington için bir başarı. Aynı biçimde görüntü yönetmeni Oliver Wood ve yeri gelmişken besteci Harry Gregson-Williams’ da övelim.
Ama yine de film tam olarak doyurmuyor. En çok da senaryonun eksikleri yüzünden...Tüm o insanlık-dışı örgütlerin, o ürkünç organizasyonların, o düğüm düğüm entrikaların gizi kolay çözülemiyor ve hikaye yer yer tökezliyor, en azından yüzeyselleşiyor.
Ayrıca da aslında iyi bir buluş olan ‘taksi şoförü ve müşterileri’ motifi de yeterince işlenememiş. Eski ajanın ne eski dostlarıyla, ne de o gelip geçen her tür insanla ilişkileri bir sonuca ulaşamıyor, havada kalıyor. Yine de rahatça izlenebilir bir yapım denebilir.