20 Haziran 2015

Sağırlar ailesinin şarkıcı kızları

Biraz müziğe ve de Fransız kültürüne aşinalığınız varsa daha da çok seveceğiniz ve olasılıkla gözyaşlarınızın kahkahalarınıza karışacağı bir film

 

HAYATIMIN ŞARKISI  (La Famille Belier)  X  X  X

Yönetmen: Eric Lartigaud 
Senaryo:
Victoria Bedos, Stanislas Carre de Marlberg 
Görüntü: Romain Winding
Müzik: Evgueni Galperine, Sacha Galperine
Oyuncular: Karin Viard, François Damiens, Eric Elmosnino, Louane Eera, Roxane Duran, İlian Bergala/ Fransız filmi. 

 

 

 

Geçen Aralık ayında Paris’teydim. Ve bu film afişlerde başa güreşiyor, seyirciye kuyruk yaptırıyordu. Biz de gittik ve hayli beğendik. Son İstanbul festivalinde de gösterilen film, şimdi bizim seyircimize sunuluyor.

Belier ailesi kendine özgü bir aile. Rudolphe ve Gigi taşrada bir çiftlikte küçük çapta üreticilik yapıyor, çocukları Paula ve küçük oğlan Quentin’i büyütüyorlar. Bu sakin taşra hayatında artık ne Rudolphe’un eski anarşik tavrından eser kalmış, ne de Gigi’nin doğal komikliğinden...

Ailenin temel özelliği ise sağır ve dilsiz olmaları!...Paula’nın dışında...O konuşmakla kalmıyor, gayet iyi şarkı da söylüyor. Üstelik yeni yapılacak seçimlerde kasabanın belediye başkanlığına aday olacak kadar da cesur ve sosyal!...

Okuldaki müzik öğretmeni, genç kızla ilgileniyor. Ve Fransız radyolarındaki bir yarışmaya girmesini sağlıyor. Aile ne yazık ki sesini dinleyemiyor. Üstelik genç kızı tek başına Paris’te o bambaşka çevreye yollamakta da duraksıyorlar. Ama yeteğin önünde kim durabilmiş ki...

Bu duygusal ve müzikal Fransız filmini izleyince, ülkesinde nasıl böylesine ilgi gördüğünü anlamak zor değil. Film öncelikle özürlü kahramanlarına ve dolayısıyla özürlü olma durumuna hiç duygu sömürüsü yapmadan, en küçük biçimde acındırmaya çalışmadan yaklaşıyor. Ölçülü, sade, ekonomok biçimde...Ama böylesi bence çok daha etkili oluyor. 

Ana-babada tanınmış komedyen Karin Viard ve François Damiens çok iyiler. Kendisi de bir hemen her ülkede yayınlanan o ünlü TV yarışmasının Fransız şubesi O Ses Fransa’dan gelen genç şarkıcı Louane Emera ise, sanırım filmin en büyük şansı olmuş. Sempatik görüntüsü ve oyunuyla birlikte güzel sesi ve de en çok Fransız idolu Michel Sardou’dan seçtiği popüler chanson’larıyla, gönüllere yerleşiyor.

Biraz müziğe ve de Fransız kültürüne aşinalığınız varsa daha da çok seveceğiniz ve olasılıkla gözyaşlarınızın kahkahalarınıza karışacağı bir film.

 

TERS YÜZ  (Inside Out)  X

Yönetmen: Pete Docter, Ronaldo Del Carmen 
Senaryo:
Meg LeFauve, Josh Cooley, P. Docter
Müzik: Michael Giacchino/ Disney-Pixar yapımı.

 
 

 

Walt Disney’in çok uzun tekelini kırdıktan sonra, Disney yöneticilerinin (akıllı bir kararla) birleşmeyi tercih ettiği, animasyonun yeni kıralları Pixar, doğrusu bizim için türe yeni kapılar açan birçok yapım üretmedi değil. Hep özgün, farklı, cesur olmaya çalışarak, hep kendini yenileyerek...

Ama bu son filmleri bence yenilip yutulacak şey değil, Kendi adıma, bunca yıllık seyircilik hayatımda, bir canlandırma filminde hiç bu kadar sıkılmamıştım.

Nedir hikaye? Orta sınıf bir Amerikan ailesi (ki baba şaşılacak kadar sokaktaki bir Türk erkeğine benziyor!) Minnessota eyaletindeki doğayla içiçe evlerinden San Fransisco’ya göç ediyorlar. Bu özellikle 11 yaşındaki kızları, delişmen Riley için tam bir karabasandır. Her nekadar o San Fransisco sokağı bizim eski İstanbul’u hatırlatan sevimli bir sokak olsa da...

Ama biz, küçük kızın yaşadığı paniği çok başka bir yoldan öğreniyoruz. Çünkü film bize, onun kafasının içini ve orada yaşayan beş temel insancıl duyguyu gösteriyor: bızdık ve gürültücü yaratıklar şeklinde...Ki bunlar Neşe, Üzüntü, Öfke, Nefret ve Korku’dur. Ve sürekli atışıp koşuşturarak, Riley’in yeni hayatına alışmasını sağlamaya çalışırlar.

Elbette bu kadar basit değil. Yaratıkların ‘yaşadığı’ yer (Riley’in kafasının içi!) kitap yerine herbiri bir anıyı temsil eden kürelerin bulunduğu dolaplarla dolu bir tür kitaplık!...Ayrıca film boyunca çeşiti ‘adalar’ tanıyoruz: Aile, Dürüstlük, Aptallık, Aldatma vb. adlar taşıyan..Hatta sonra bir de Romantik Vampirler Adası çıkıyor!...

Bir canlandırma filminin hikayesi, nasıl oluyor da böylesine özel bir alana, psikanaliz ve psikoloji alanına oturtulmuş? Sinemada psikanaliz ve dolayısıyla Freud’ün moda olduğu bir dönem vardı. Alfred Hitchcock bile 40’lı yıllarda büyük ölçüde psikanalize dayanan filmler yapmıştı: özellikle Spellbound- Öldüren Hatıralar. Ama ayrıca Suspicion- Şüphe’den Shadow of A Doubt- Şüphenin Gölgesi’ne başka filmler...

Elbette Freud’ün öğretileri bir ölçüde hep geçerli. Ve kara film denen türün hala en büyük dayanaklarından biri o...Ama sonuç olarak küçüklere yönelik bir filmin böylesi bir hikayeye dayandırılması doğru mu? Basın gösterisinde birkaç dostumuz çocuklarıyla gelmişlerdi. Ben asıl onların tepkisini bilmek isterdim. Gerçekten!...

Bana gelince...Aslında beni asıl rahatsız eden bundan çok, o ‘duygu cüceleri’nin bitmeyen şamatası oldu. Sürekli koşuşturup sıçrayarak bir küçüğün ‘kafasını düzenlemeye’ çabalayan geveze yaratıklar..Sağolun, ama ben almayayım!...

Bunları söylerken, filmin dışarda genelde çok beğenildiğini, anlı-şanlı eleştirmenlerden övgüler aldığını da belirtmeliyim. Hakşinas olmak için...Olasılıkla bizde de öyle olacak.

Ama bu benim, hele son zamanlarda, ilk ‘yalnız kalmam’ olmayacak ki...Kimbilir kaçıncısı olacak...Sil Baştan’dan Zaman Yolcusunun Karısı’na, Soysuzlar Çetesi’nden Batman Dönüyor’a, Makas Eller’den Tersyüz- Adaptation’a, Ağlayan Çayır’dan İçinde Yaşadığım Deri’ye, Gizli Kusur’dan Burgondy Dükü’ne...Ama ben, hep olduğu gibi, düşüncemi tam bir özgürlükle yazmak durumundayım. Karar elbette siz sevgili okurların....

 

Not: Birzamanların ünlü haftalık haber dergisi NOKTA yeniden çıktı. Son sayılarında benimle son seçimler üzerine bir konuşma yaptılar. Okurlarım göz atmak isterlerse, bayilerde bulacakları son iki gün Cumartesi ve Pazar!... 

Yazarın Diğer Yazıları

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...