15 Ekim 2021
HAYATIMIN ŞARKISI (La Famille Belier) X X X Yönetmen: Eric Lartigaud
|
Geçen Aralık ayında Paris’teydim. Ve bu film afişlerde başa güreşiyor, seyirciye kuyruk yaptırıyordu. Biz de gittik ve hayli beğendik. Son İstanbul festivalinde de gösterilen film, şimdi bizim seyircimize sunuluyor.
Belier ailesi kendine özgü bir aile. Rudolphe ve Gigi taşrada bir çiftlikte küçük çapta üreticilik yapıyor, çocukları Paula ve küçük oğlan Quentin’i büyütüyorlar. Bu sakin taşra hayatında artık ne Rudolphe’un eski anarşik tavrından eser kalmış, ne de Gigi’nin doğal komikliğinden...
Ailenin temel özelliği ise sağır ve dilsiz olmaları!...Paula’nın dışında...O konuşmakla kalmıyor, gayet iyi şarkı da söylüyor. Üstelik yeni yapılacak seçimlerde kasabanın belediye başkanlığına aday olacak kadar da cesur ve sosyal!...
Okuldaki müzik öğretmeni, genç kızla ilgileniyor. Ve Fransız radyolarındaki bir yarışmaya girmesini sağlıyor. Aile ne yazık ki sesini dinleyemiyor. Üstelik genç kızı tek başına Paris’te o bambaşka çevreye yollamakta da duraksıyorlar. Ama yeteğin önünde kim durabilmiş ki...
Bu duygusal ve müzikal Fransız filmini izleyince, ülkesinde nasıl böylesine ilgi gördüğünü anlamak zor değil. Film öncelikle özürlü kahramanlarına ve dolayısıyla özürlü olma durumuna hiç duygu sömürüsü yapmadan, en küçük biçimde acındırmaya çalışmadan yaklaşıyor. Ölçülü, sade, ekonomok biçimde...Ama böylesi bence çok daha etkili oluyor.
Ana-babada tanınmış komedyen Karin Viard ve François Damiens çok iyiler. Kendisi de bir hemen her ülkede yayınlanan o ünlü TV yarışmasının Fransız şubesi O Ses Fransa’dan gelen genç şarkıcı Louane Emera ise, sanırım filmin en büyük şansı olmuş. Sempatik görüntüsü ve oyunuyla birlikte güzel sesi ve de en çok Fransız idolu Michel Sardou’dan seçtiği popüler chanson’larıyla, gönüllere yerleşiyor.
Biraz müziğe ve de Fransız kültürüne aşinalığınız varsa daha da çok seveceğiniz ve olasılıkla gözyaşlarınızın kahkahalarınıza karışacağı bir film.
TERS YÜZ (Inside Out) X Yönetmen: Pete Docter, Ronaldo Del Carmen |
Walt Disney’in çok uzun tekelini kırdıktan sonra, Disney yöneticilerinin (akıllı bir kararla) birleşmeyi tercih ettiği, animasyonun yeni kıralları Pixar, doğrusu bizim için türe yeni kapılar açan birçok yapım üretmedi değil. Hep özgün, farklı, cesur olmaya çalışarak, hep kendini yenileyerek...
Ama bu son filmleri bence yenilip yutulacak şey değil, Kendi adıma, bunca yıllık seyircilik hayatımda, bir canlandırma filminde hiç bu kadar sıkılmamıştım.
Nedir hikaye? Orta sınıf bir Amerikan ailesi (ki baba şaşılacak kadar sokaktaki bir Türk erkeğine benziyor!) Minnessota eyaletindeki doğayla içiçe evlerinden San Fransisco’ya göç ediyorlar. Bu özellikle 11 yaşındaki kızları, delişmen Riley için tam bir karabasandır. Her nekadar o San Fransisco sokağı bizim eski İstanbul’u hatırlatan sevimli bir sokak olsa da...
Ama biz, küçük kızın yaşadığı paniği çok başka bir yoldan öğreniyoruz. Çünkü film bize, onun kafasının içini ve orada yaşayan beş temel insancıl duyguyu gösteriyor: bızdık ve gürültücü yaratıklar şeklinde...Ki bunlar Neşe, Üzüntü, Öfke, Nefret ve Korku’dur. Ve sürekli atışıp koşuşturarak, Riley’in yeni hayatına alışmasını sağlamaya çalışırlar.
Elbette bu kadar basit değil. Yaratıkların ‘yaşadığı’ yer (Riley’in kafasının içi!) kitap yerine herbiri bir anıyı temsil eden kürelerin bulunduğu dolaplarla dolu bir tür kitaplık!...Ayrıca film boyunca çeşiti ‘adalar’ tanıyoruz: Aile, Dürüstlük, Aptallık, Aldatma vb. adlar taşıyan..Hatta sonra bir de Romantik Vampirler Adası çıkıyor!...
Bir canlandırma filminin hikayesi, nasıl oluyor da böylesine özel bir alana, psikanaliz ve psikoloji alanına oturtulmuş? Sinemada psikanaliz ve dolayısıyla Freud’ün moda olduğu bir dönem vardı. Alfred Hitchcock bile 40’lı yıllarda büyük ölçüde psikanalize dayanan filmler yapmıştı: özellikle Spellbound- Öldüren Hatıralar. Ama ayrıca Suspicion- Şüphe’den Shadow of A Doubt- Şüphenin Gölgesi’ne başka filmler...
Elbette Freud’ün öğretileri bir ölçüde hep geçerli. Ve kara film denen türün hala en büyük dayanaklarından biri o...Ama sonuç olarak küçüklere yönelik bir filmin böylesi bir hikayeye dayandırılması doğru mu? Basın gösterisinde birkaç dostumuz çocuklarıyla gelmişlerdi. Ben asıl onların tepkisini bilmek isterdim. Gerçekten!...
Bana gelince...Aslında beni asıl rahatsız eden bundan çok, o ‘duygu cüceleri’nin bitmeyen şamatası oldu. Sürekli koşuşturup sıçrayarak bir küçüğün ‘kafasını düzenlemeye’ çabalayan geveze yaratıklar..Sağolun, ama ben almayayım!...
Bunları söylerken, filmin dışarda genelde çok beğenildiğini, anlı-şanlı eleştirmenlerden övgüler aldığını da belirtmeliyim. Hakşinas olmak için...Olasılıkla bizde de öyle olacak.
Ama bu benim, hele son zamanlarda, ilk ‘yalnız kalmam’ olmayacak ki...Kimbilir kaçıncısı olacak...Sil Baştan’dan Zaman Yolcusunun Karısı’na, Soysuzlar Çetesi’nden Batman Dönüyor’a, Makas Eller’den Tersyüz- Adaptation’a, Ağlayan Çayır’dan İçinde Yaşadığım Deri’ye, Gizli Kusur’dan Burgondy Dükü’ne...Ama ben, hep olduğu gibi, düşüncemi tam bir özgürlükle yazmak durumundayım. Karar elbette siz sevgili okurların....
Not: Birzamanların ünlü haftalık haber dergisi NOKTA yeniden çıktı. Son sayılarında benimle son seçimler üzerine bir konuşma yaptılar. Okurlarım göz atmak isterlerse, bayilerde bulacakları son iki gün Cumartesi ve Pazar!...
(Venom: Let There Be Carnage)/ Yönetmen: Andy Serkis/ Senaryo: Kelly Marcel/ Görüntü: Richard Richardson/ Müzik: Marco Beltrami/ Oyuncular: Tom Hardy, Woody Harrelson, Michelle Wiliams, Naomie Haris, Reid Scott, Stephen Graham, Peggy Lu, sian Webber, Michelle Greenidge/ Columbia-Marvel yapımı, 2021
Bu hafta gösterime çıkan filmlerden sadece bunu görebildim. Diğerlerinden görebilirsem bir-ikisini daha yazarım.
Aslında korku filmlerini hep sevdim: hem sinemasal, hem de psikolojik açıdan... 100 Yılın 100 Filmi kitabımda korku/fantastik sinemasından dört örnek vardı: Frankenstein, Sapık, Yaratık ve Fil Adam.
Ama benim o türü çocukluğumdan beri sevmemde kimi ögeler de etkili olmuştu. İlk dönemin Frankenstein, Dracula, Kurt Adam, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi en klasik filmlerinin ardında mutlaka çok iyi yazarlar ve o ilk yaklaşımların otomatikman içerdiği ürkünç ögeler vardı. Ama sonrasında da bu tür gelişerek sürdü: ilerleyen teknolojinin müthiş desteğine de sığınarak...
Gelelim Venom filmine... İlki 2018’de çekilmiş: Venom- Zehirli Öfke. Ruben Fleischer’in yönettiği filmi hayli sevip X X X vermiş ve konusunu özetledikten sonra şöyle yazmıştım: “Tüm bunları ‘zırva’ bulursanız, ne bu yazıyı okuyun; ne de filme gidin... Çünkü genel adıyla ‘comics’ denen çizgi-romanların mantığı artık böyle işliyor. Ve gitgide daha çok bu dünyaları perdeye taşıyor.
Ama biraz hoşgörüyle bakarsak... Aslında fena film değil. Tempolu, ama insanı sersemletecek bir tempoda değil. Filmi baştan sona işgal eden özel efektler genelde inandırıcı. Hemen her kahramanın duçar olduğu “mutasyon- değişinim” sahneleri, aniden insanın içine giren bir canavara dönüşmesi olayı da iyi kotarılmış”. Ve sonra da Tom Hardy ve Michelle Williams’ın oyunlarını övmüşüm.
Bu film o maceranın yeni filmi, Örümcek Adam dünyasının alternatif kötülerinden Venom’u bir kez daha asıl canavar haline getiriyor. Ek kahramanlarla birlikte... Önce 1996 yılında Cletus Kasady ve sevgilisi Shriek lakaplı Frances Barrison bir büyük ve tutkulu aşk yaşıyorlar. Ama bedenleri kadar (en azından Shriek sürekli ateş saçan bir yaratıktır!) ruhları da kötücüldür ve bu tüm bir ailenin yok olmasına yol açacaktır. Böylece Shriek bir akıl bulduğunda yine ağzından hastanesinde denetim altına alınır: fırsat bulduğunda yine alevler fışkırtarak... Sevgilisi Kasady ise işlediği cinayetler sonucu San Fransisco’nun ünlü Saint Quentin hapishanesindedir.
Sonrasında yılları atlar ve günümüze geliriz. Ünlü gazeteci Eddie Brock yine şöhret peşindedir. Bunun için yeni kahraman Kasady ile hapishanede bir söyleşi yapma iznini alır. Ama o süre içinde çıldıran Kasady, Eddie’yı ısırır ve içindeki şeytanı ona bulaştırır. Artık o bir Venom’dur... Ve ondan her şey beklenir...
Tüm bunlar bir ölçüde bir polisiye gerilimin ilgi çekici tabanı gibi gözüküyor. Ama öyle değil!... Çünkü fantastik ögeler öylesine ağır basacaktır ki...Böylece hemen tüm kahramanlar içlerine giren o uzaydan gelme ve kah Amib, kah Uzaylı, kah Canavar diye çağrılan dev yaratıkların esiri olacaktır. Kadınlar bile... O canavarlar sürekli olarak konuk oldukları bedenlerin içinden fırlayıp önce ev sahiplerini, sonra etrafı şaşkına çevireceklerdir. Ve böylece bitmeyen bir dövüşler geçidi başlayacaktır..
Bu arada canavarların bir ilke olarak insanları öldürmediğini ve özellikle köpekleri bu konuda başlıca hedef olarak bellediklerini söyleyeyim... Ömür Gedik’i biraz üzmek pahasına!... Ayrıca finalde asıl iki canavarın müthiş bir savaşıma girdiğini ve ortalığı tam bir ‘carnage’a (insan kırımı) çevirdiklerini de ekleyeyim!...
Bu filmin temel özelliği, öncekine kıyasla ve tüm o tarz filmlerin içinde eriştiği teknolojik düzey. Bu açıdan yönetmenliği devralan Andy Serkis’i, üç Oscarlı görüntü yönetmeni, Martin Scorsese’nin gözdesi Richard Richardson’u ve elbette tüm bir teknik ekibi kutlamak gerekiyor. Ayni biçimde başta Kasady’de emektar Woody Harrelson ve Eddie Brock’ta Tom Hardy olmak üzere oyuncu kadrosunu....
Ama ne demiş anglo-saksonlar: “Too much is too much!”. Yani fazlası fazladır... Böylece film gerçekten de tüm bu ögeleri aşırı biçimde kullanıyor, tempo bu kez ‘insanı sersemletme’ düzeyini rahatça aşıyor; keyifli olmaktan yorucu olmaya kayıyor. Gerçi birçok yerde işler komediye dönüşmüyor değil!... Ki bu da seyirciye biraz nefes alma fırsatı getiriyor.
Yine de artık galiba bizim kuşakların aradan çekilmesi ve bu tür filmleri asıl seyircisine bırakması gerekiyor. Elbette çocuklara değil –kesinlikle değil… Ama çok gençlere... Artık X mi, Y mi, Z mi, ne kuşağıysa...
Digiturk’te Accused ve diğer diziler, Oksijen’in büyük başarısı ve başka şeyler
İnsan bedenine yapılan ve yapılabilecek her türlü işkencenin bile etkilemediği bir direnç kazanır Nathan... Artık perde bir korku tiyatrosu haline gelmiştir. En sabırlı seyirciyi bile isyan ettirecek kadar…
Bahçeli Bey şöyle diyor: “Yargıya saygı duy, partinde otur.” Özel’in yanıtı: “Milletin sesini duy, darbeye karşı dur.” Hangisini tercih edersiniz?
© Tüm hakları saklıdır.