10 Ocak 2016

Rocky dönüyor, yeni bir oyuncu da parlıyor…

Aşırı bir boks alerjisine sahip olmamak kaydıyla, görülesi bir film…

 

CREED: EFSANENİN DOĞUŞU  (Creed)   X  X  X   1/2

Yönetmen: Ryan Coogler
Senaryo:  R. Coogler, Aaron Covington
Görüntü: Maryse Alberti/ Müzik: Ludvig Goransson
Oyuncular: Michael B. Jordan, Sylvester Stallone,  Thessa Thompson, Phylicia Rashad, Tony Bellew, Andre Ward, Ritchie Koster, Graham MacTavish, Malik Bazille/MGM- Warner Bros-New Line yapımı

 

 

İlk uzun filmi Fruitvale Station-Son Durak’ı (2013) ülkemizde yeterince değerlendiremediğimiz siyahi Amerikan yazar-yönetmeni Ryan Coogler, yine ayni oyuncuyu, Michael B. Jordan’ı kullanarak  çektiği bu yeni filminde, sinemanın boks sporuna en radikal yaklaşımlarından birini gerçekleştiriyor. Ve sanırım ödüllere uzanacak, en azından kolay unutamayacağımız bir film sunuyor.

1998 yılında bir okulda bir büyük kavgaya karışan ve birkaç çocuğu benzeten 13 yaşındaki siyahi Adonis Johnson’u tanıyoruz önce… Gözaltına alınan çocuğu ziyaret eden Mary Ann Creed ona gerçeği söylüyor: babası, bir zamanlar kocası olan tanınmış boksör Apollo Creed’dir, daha o doğmadan ölmüştür. Ama kadın ona, yani üvey oğluna kucak açmaya hazırdır.

Oradan günümüze geliriz. Bir şirkette iş bulup yükselmekte olan Adonis, içindeki döğüş dürtüsünü yenemez, işinden ve evinden ayrılır ve boksörlüğün çileli yollarına dalar.

Bunun için soyadını kullanmaz: Hiç tanımadığı babasına sığınmaktansa tek başına başarmayı amaçlar. Ama yardım almak için babasının bir zamanlarki rakibi ve arkadaşı, hatta son maçında karşılaştığı Rocky’yi, yani şu bizim ünlü Rocky Balboa’yı ziyaretten de kaçınamaz.

İyice yaşlanmış bir Rocky, yine Sylvester Stallone’nin efsanevi kimliğinde karşımıza gelir. Filadelfiya’ya yerleşmiştir, aşklarını tüm o seri boyunca izlediğimiz karısı Adrian’a adanmış bir lokantası vardı. Ve yeniden boksa bulaşmayı hiç istemez.

Ama bu kaçınılmazdır. En azından bu güzel filmin ortaya çıkması için!.. Böylece Adonis, babasının da devam ettiği Delphi Gym spor salonunda ve bizzat Rocky’nin nezareti altında antrenmanlara başlar. Bu onu önce salonun sahibinin sevimsiz oğluyla, daha sonra İngiltere-Liverpool’daki iddialı ve şımarık bir şampiyonla karşıkarşıya getirecektir.

Boks filmlerine bakarken, bu spora bakışınızla sinemaya bakışınızı karıştırmamak gerekir. Boksu şiddete, hatta kana dayanan vahşi bir spor gibi görmek mümkündür ve meşrudur. Onu antik çağın gladyatör döğüşlerine, o salonları da kanlı arenalara benzetmek çok da yanlış olmaz.

Ama madem ki bu çok eski spor hala var, hala onca insanı dev salonlara çekiyor…. O zaman, o temel kuralı unutmamalı: Sinema da, genelde sanat da var olan ve insanları etkileyen herşeye ilgi duymak ve eğilmek zorundadır..

Üstelik boks, hiç sevmesem de bana ve bize ne güzel filmler armağan etmiştir!... İki kez çekilen The Champ-Şampiyon, The Set-Up, Body and Soul, Requiem for A Heavy Weight-Boksöre Ağıt… Rocco ve Kardeşleri, Kızgın Boğa, The Fighter-Dövüşçü…Ve elbette tüm o Rocky serisi

Bu film, bu zengin mirasa eklenen son halka. Ve en iyi örneklerden biri… Bir yandan, kabaca son 20 yıl içinde Amerikan spor sahnesine ve o çerçevede hem siyah-beyaz ilişkilerine, hem de o klasik Amerikan Rüyası’nı gerçekleştirme hayallerine keskin bir bakış atıyor.

Öte yandan, son derece dinamik bir anlatımla ve cambazlığa dönüşen bir kamera çalışmasıyla, bize gerçek bir boks maçının tüm gerilimini ve şiddetini sunuyor. Kimi sahnelerde de incelmiş ve denetimli bir duyarlılıkla kalplerimize dokunarak…

Ludvig Goransson’un müziği mükemmel. Hem fon müziği, hem de şarkılarda… Ki bunlardan biri, Adonis’in genç sevgilisi, şarkıcı olmaya çalışan Bianca’nın ilk konserine öylesine bir damga vuruyor ki… Hem müzikal, hem de erotik yapısıyla…

Sinemaseverler, özellikle de Rocky hayranları için önemli olan bir şey de, Sylvester Stallone’nin artık tam bir şova dönüşmüş oyunculuğunun dışında, hikayenin o seriyle ilişkisi. Gerçekten de baba Creed, 1985’deki Rocky 4’de Rocky’nin döğüştüğü ve maçta ölen Apollo Creed…Yani efsanenin içinden süzülüp gelen birisi. Bu filmi, belki serinin son halkası olarak görmek de mümkün. Stallone’nin artık yaşı nedeniyle ikinci plana çekildiği bir bölüm…

ABD eleştirmenler birliğinin yılın oyuncusu seçtiği Michael B. Jordan, sanırım yükselecek bir isim. Bianca’da Thessa Thompson da öyle. Başta deneyimli Phylicia Rashad olmak üzere Tony Bellew, Andre Ward, Ritchie Koster vb. çok tipik oyuncular da öyle.

Aşırı bir boks alerjisine sahip olmamak kaydıyla, görülesi bir film…

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"