15 Nisan 2016

Ölüler dünyasıyla ilişki kurmak; benzer temalı iki korku filmi

Kapının Öbür Yanı: Film, türüne pek bir şey katmadığı gibi Hindistan ziyareti tasarlayanları da ürtükebilir!

ÖLÜM  TRENİ               X  X  X  ½
(Backtrack)

Yönetim ve senaryo: Michael Petroni
Görüntü: Stefan Duscio
Müzik: Dale Cornelius
Oyuncular: Adrien Brody, Sam Neill, Robin McLeavy, Bruce Spence, Jenny Baird, Anna Lise Phillips, Chloe Bayliss
Amerikan-Avustralya yapımı.

   

   Adrien Brody’yi bir psikolojik/gerilim filminde bulmak... İşte başlı başına bir sinemasever düşü. Bu düş gerçekleşiyor. Ve sonuç da hiç fena değil- hele benim gibi türün meraklıları için…

   Film derin bir matemle sarsılmış gözüken karısını teselli etmeye uğraşan bir koca imajıyla açılıyor. Hemen sonrasında, bunun bir yıl kadar önce ölen kızları Evie nedeniyle olduğunu anlıyoruz.      

     Üstelik bu Peter’in yüzünden olmuştur, kızını gözden yitirdiği birkaç dakika içinde oluşan kazada… Ve Peter bunun vicdan azabıyla da boğuşmaktadır.

    Boş zamanlarında ise, bir psikiyatr olduğu için, gelen hastalarını ve sorunlarını  dinlemektedir. Ama tüm bu hastaların ona okul döneminden hocası olan Duncan Stewart tarafından gönderilmesi de tuhaf değil midir?

   Peter giderek düşler, daha doğrusu kabuslar görmeye başlar. Bunlarda hastalarının birer ölü olduğuna değgin ipuçları vardır. Kendisiyse, geçmişi unutup silmiş belleğindeki canlanmayla sarsılır.

    Ve 20 yıl once, yakın bir arkadaşıyla birlikte işlediği bir ‘suçu’ hatırlar; o ikisinin demiryoluna bıraktıkları bisikletleri yüzünden olmuş değil midir, 40 küsur kişinin ölümüne yol açan o korkunç tren kazası?

   Hastaları olan ölüler o tren kurbanları değil midir? Ama iki bisiklet koca bir trenin devrilmesine yol açabilir mi? Yoksa işin içinde başka bir hikaye mi vardır?

   Bu özet sizi yanıltmasın. Film daha birçok sürprize gebe. Ve baştan sona giderek hızlanan bir tempo içinde, gizemi düğüm düğüm çözülüyor.

   Avustralya’da çekilmiş bu film, son dönemin gözde teması ‘ölüler dünyasıyla ilişki’ ögesine dayanıyor. Böylece film hem bu açıdan, hem de kaybedilmiş bir evladın getirdiği matem hissi açısından, haftanın diğer filmi Kapının Öbür Yanı’yla benzer noktalarda buluşuyor.

    Filmde aynı zamanda inanılmaz bir baba-oğul ve hüzünlü bir karı-koca ilişkileri, geçmişi anıp günah çıkarma temaları var. Ve psikanaliz dediğimiz alan da hikayenin temel ögelerinden biri.

  Adrien Brody, o uzun  ve ince suratını yine büyük oyun gücüyle destekleyip sağlam bir karakter yaratıyor: kaderinin ona sunduğu büyük azaplarla boğuşup gerçeğe ve belki kurtuluşa uzanacak bir adam… Özlediğimiz karakter oyuncusu Sam Neill’in kısa, ama etkileyici bir karakteri var. Diğer küçük roller de emin ellerde…

   Bu inişli-çıkışlı, sürprizli ve sarsıcı film, koltuğuna yapışıp gerçek bir heyecana kapılmak izleyenlere ilaç gibi gelecek…
 

Ölüler birden hayatımıza dalarsa?

 

KAPININ ÖBÜR YANI                 X  X  ½
(The Other Side of the Door)

Yönetmen: Johannes Roberts
Senaryo: J. Roberts, Ernest Riera
Görüntü: Maxime Alexandre
Müzik: Joseph Bishara
Oyuncular: Sarah Wayne Callies, Jeremy Sisto, Sofia Rosinsky, Javier Botet, Logan Creran, Suchitra Pillai
Fox filmi.

   

   Korku filminin amansız tutkunları gidip görebilir, zaten de görecektir. Ancak bu aslında ilginç başlayan filmin verdiği tüm sözleri tuttuğunu söylemek kolay değil.

   Filmin bir avantajı, sırtını Hindistan denen muazzam ülke ve onun en hareketli şehri Mumbai (eski Bombay) dekoruna dayamış olması. Böylece Amerikalı çift Maria ve Michael’ı Bombay plajlarında  yüzdükten sonra, o kentin karmakarışık, kalabalık, hayal edebileceğiniz her tür rengin ve ötesinin yer aldığı, tam bir insan mozaiği olan dar sokaklarında buluyorsunuz.

    Ve o hayli ürkütücü görünüme karşın, sevdalılar ‘orada kalmaya' karar veriyorlar. Hayırlısı olsun!..

   Ama pek hayırlı olmuyor. Altı yıl sonra, çifti gayet mutsuz bir halde buluyoruz. Özellikle tümüyle sonsuz bir mateme dalmış gibi gözüken Maria’yı… Çünkü –biraz sonra gelecek bir flash-back (geriye dönüş) bölümünde anlayacağımız gibi- küçük oğulları bir kazada boğularak ölmüştür. Kızları Anne’la başbaşa kalan çiftin hayatı, özellikle Maria’nın o korkunç ölümü kabul edememesiyle tam bir drama dönüşmüştür.

  Evdeki gizemli Hintli kadın, Maria’ya uzak ve terkedilmiş bir tapınaktan söz eder. Orada ölüler  bir duvarın ardında toplanmakta ve işi bilen yakınlarıyla konuşabilmektedir. Ama bir koşulla: kapıyı açmamak ve o duvarın ötesine geçmemek

  Maria kocasına söylemeden oraya gider. (Zaten adamın çok şeyden haberi bile olmaz!) Ve hayli ürkünç bir deneyim yaşar. Yaşayanlarla ölüler arasındaki duvarın yıkılması, acaba öte yandakilerin evlerine gelip aralarına karışmasına yol açabilir mi?

  Hikaye temelde ‘ölüler ve bizler’ ana teması üzerine kurulu. Son dönemde hayli işlenmiş bir tema. Ve ilk yarıda da oldukça ilginç biçimde gelişiyor.

   Ama final doyurucu değil. Aslında öyle olması için çok çaba harcanmış. Ancak öylesine hızlı gelişen, öylesine abartılı ve yapay sahneler üstüste geliyor ki… Film vurucu olayım derken, hatırlanacak bir yapım olma şansını yitiriyor.

    Oyuncular ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak film türüne pek bir şey katmadığı gibi, bir Hindistan seyahati tasarlayanları da ürkütebilir!

YARIN: BEKAR YAŞAM KILAVUZU

Yazarın Diğer Yazıları

Hıristiyanlık temeli üzerine bir gerilim

Immaculate'nin ilginç oyuncuları ve kimi kolay unutulmayacak birkaç sahnesi de var

Afyon'da müzik, dostluk ve siyaset günleri

Hepsi artık benim kolay unutulmaz anılarım arasında girdiler ve öyle kalacaklar

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir