21 Ekim 2016

Mimarlığın sorunları, rüya alemleri ve Derviş’in bitmeyen yaratıcılığı

Böylece film geniş bir elipsler bütünü, iç içe geçmiş daireler izlenimi yaratıyor

RÜYA                   X  X  X

Yönetim ve senaryo: Derviş Zaim
Görüntü: Taner Tokgöz
Müzik: Maios Takoushis
Oyuncular: Gizem Akman, Dilşad Bozyiğit, Gizem Erdem, Ebru Helvacıoğlu, Mehmet Ali Nuroğlu, Enis Arıkan, Murat Karasu, İbrahim Selim, Osman Alkaş, Ayşe Lebriz, Murat Kılıç, Atılay Uluışık

Yeşil Film yapım  

 

   Verimli, yaratıcı ve herdaim özgün Derviş Zaim’in yeni (dokuzuncu) filmi belki tüm filmlerinden daha şaşırtıcı, daha yenilikçi. Sanırım geniş bir kitleye ulaşmayacak, ama hep özgün şeyler arayan has sinemaseveri ilgilendirecek...

   Geçmiş filmlerinin önemli bölümünü eski Osmanlı sanatlarına adayan Zaim, bu kez elbette Osmanlı’nın da seçkinleştiği, ama günümüzde de güç ve önemini koruyan bir alana el atıyor: mimarlık. Ve bu konuda önemli şeyler söylüyor.

    Nasıl söylemesin ki... Filmin baş kahramanı, Sine adlı mimar bir genç kadın. Mandala Mimarlık adlı bir şirketin üçkâğıtçı patronu, üstelik amcası olan Rüstem Bey için çalışıyor. İş arkadaşı Hakan’la flört ediyor, hatta basbayağı aşk yaşıyor. 

    Bir yandan şirket için projeler yaparken, öte yandan tanıştığı halk çocuğu Yaren’in ricası üzerine yeni yapılmış bir sitenin ihtiyaç duyduğu bir cami üzerinde çalışmaya sıvanıyor.

    Ama işler daha başta çığrından çıkıyor. Bir çalışanı Rüstem Beyin yolsuzluklarını ihbar ediyor. Cami projesinin yapıldığı kocaman site, başlayan büyük yağmur ve ardından gelen sellerle kısmen yıkılıyor, binalar çatlıyor veya çöküyor.

   Ve Sine için tüm yaşamını ve kariyerini sorgulama gereği doğuyor. Özellikle de o yıkılan evlerdeki kişisel sorumluluğu üzerine...

    Elbette ilginç bu. Yani bir Türk filminde, dere yamaçlarına yapılıp ilk yağmurda yıkılan evlerin sorumluluğunu ve bunda özel sektör kadar devletin de payını gündeme getirmek... Ya da yeni camiler yaparken, Osmanlı’nın o güzelim klasik camilerini kopya etmenin anlamsızlığını tartışmak...

    Bunlar hiç sorgulandı mı sinemamızda? Hatta dünya sinemasında? Bu açıdan filmi, hele bir mimar olarak ilgiyle karşılıyor ve alkışlıyorum.     

   Ama tüm bunlar, seyirciye olabilecek en dolambaçlı yoldan ve en deneysel bir sinema tadıyla sunuluyor. Örneğin Sine tam dört ayrı oyuncu tarafından canlandırılıyor!.. Kimi zaman ayni olayın iki-üç çeşitlemesini görüyoruz: farklı Sine’lerle!.. Kendi adıma bu seçimin gerekliliğini pek kavrayamadım!..

    Böylece film geniş bir elipsler bütünü, iç içe geçmiş daireler izlenimi yaratıyor.  Alabildiğine stilize, uslupçu yapısı, verilen toplumsal mesajları biraz öteliyor. Çünkü yapıyı kavramaya (ve Sine’leri hesaplamaya!) dalınca, diğer şeylere dikkatimiz eksiliyor.

  Ama ne gam!.. Derviş bize çoğu gece görüntüleriyle yakalanmış, ışıklar içinde bir İstanbul sunuyor: Ayasofya’sı, başta Sultan Ahmet olmak üzere camileri, Boğaz’ıyla... Tüm sanatlara olan bitmeyen ilgisi kadar, o çocuksu ruhunu da koruyor. 

   Yer yer rüyalarımıza dalarken, arada ünlü Yedi Uyuyanlar masalını da deşiyor. Ve buna koşut olarak, İstanbul’da bir Uyku Hastalıkları Merkezi binası hayal ediyor!..

   Velhasıl sabrınızı biraz zorlasa da, bu çabaya değer bir film.  


Yarın:  İKİMİZİN YERİNE

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kaderin elinde sönüp giden bir şarkıcının dramı

Özellikle müzikseverler için kaçırılmaması gereken filmlerden...

Tenis, rekabet, cinsellik ve eşcinsellik

Filmin cinsellikle eşcinselliği birleştirdiği, giderek sinemada sporla seksi inceliklerle sunan filmlerin başına geçtiği açık