12 Ocak 2018

Masumiyeti canavarlığa dönüştürmenin el kitabı

Bu seyri biraz zor, ama görülmesi gereken filmi tüm has sinemaseverlere öğütlerim

 

DAHA     X  X  X  X  X
(More)

Yönetmen: Onur Saylak
Senaryo:  Hakan Günday, Onur Saylak
Görüntü:  Feza Çaldıran
Müzik: Uygur Yiğit
Oyuncular:  Ahmet Mümtaz Taylan, Hayat Van Eck, Erkan Avcı, Turgut Tunçalp, Tuba Büyüküstün, Selim Bayraktar, Ahmet Melih Yılmaz, Kağan Uluca, Uğur Aslan, Sedat Can Güvenç, Pervin Bağdat, Selen Öztürk, Lara Aysal, Tankut Yıldız, Onur Akgülgil, Biğkem Karavuz

Ay Yapım

 

 

Çağımızın en usta yazarlarından Hakan Günday’ın 2013’de yayınlanmış önemli romanı Daha, kitabın ününe ve şanına yakışır bir filme dönüşüyor.

Aslında tam bir uyarlama olarak değil...Nitekim son jeneriklerde ‘esinlenme’ sözcüğü geçiyor. Ama bence romanın –elbette o eşsiz dili biryana- asıl gücünü oluşturan o temel öge ve o ürpertici mesaj korunmuş. Bu yazının sonunda açıklayacağım....

Hikaye temelde çağımızın en büyük sorunu olan göçmenler ve onların yeni bir hayat kurma isteklerine dayanıyor. Hepsi Orta Doğu’dan, en çok da Suriye’den gelen ve sadece Arapça konuşabilen bu zavallı insanlar, Türkiye’den geçerek kapağı Batı’ya atmaya çalışıyor. Nice azap çekerek, sık sık dramlar yaşayarak, çokça da en acı akıbetlere uğrayarak...

Ama asıl kahramanlarımız bir Türk baba-oğul. Baba Ahad, göçmenleri geçici olarak barındırıyor, sonra kaçışlarını sağlayacak başka adamlara teslim ediyor. Sonrasına karışmadan... Olay elbette insan hayatları üzerine oynanan ve her koşulda yapanlara büyük paralar getiren bir kumar...

Oğlu, 14 yaşlarındaki Gaza, yaşadıkları sahil kentindeki öğrenciliğinden sonra İstanbul’a gidip okumak niyetindedir. Ama birden babası onu yanına alır ve bu korkunç ticaretin başına getirir: Sağ kolu olarak...

Bu yeni iş Gaza’ya yalnızca göçmenlerin yaşadıklarını değil, babasının gerçek kişiliğini de anlatır. Ahad her açıdan kötü biridir: ne acıması, ne merhameti, ne de aile bağları vardır. Özellikle şişesini dikip sarhoş olduktan sonra yaptıkları tecavüzden cinayete doğru kayarken, oğlu da ancak sessiz bir isyan gerçekleştirir: içindeki tüm saflığın, tüm iyiliğin yok olduğunu duyumsayarak...

Ve sonunda, babasının izine düşer: ondan daha zalim, ondan daha canavar biri olarak... Aldığı korkunç eğitim belki onun da genlerinde var olan kötülüğü mü ortaya çıkarmıştır? Burası yoruma açıktır. Ama onun artık bu yolda hiç durmayacağı ve sonuna dek gideceği bellidir.

Hikayenin arka planında verilen siyasal ve güncel mesajlar var. Romana kıyasla biraz daha azalmış olsa da... Ama Saylak ana temayı baba-oğul ilişkisine kaydırmakla belki çok iyi etmiş.

Çünkü bu, edebiyattan sinemaya bildiğimiz en ürkünç, en acılı baba-oğul ilişkilerinden birine dönüşüyor. Ve bir tür ‘masumiyeti canavarlığa dönüştürmenin’ el kitabı olup çıkıyor. Gayet özgün bir tema, çarpıcı bir konu.
Daha önce Orman adlı ve yine göçmen sorunu üzerine bir kısa filmde bir araya gelen Hakan Günday ve Onur Saylak, bu yeni işbirliğinde zirveye çıkıyor. Filmin olgun anlatımı, akıcı sinema dili, müthiş görselliği, bunun bir ilk filmi olduğunu bilince daha da şaşırtıcı oluyor.

Ama en çarpıcı olanı yine de ana teması. Bir çocuğa asla izlememesi gereken şeyleri göstermek...Bir ergene asla tanık olmaması gereken olayları izletmek...Bir sahnede elindeki hortumla oğlunu ıslatan ve bu şakaya en içten biçimde gülen bir babanın, o şefkatten bu zalimliğe ulaşması nasıl mümkün oluyor?

Ve gencecik, sıcacık bir yürekten sanki bir tür modern Frankenstein çıkarmak nasıl başarılabiliyor? 

Filmin yarattığı etkide oyuncuların da büyük payı var. Babada

Ahmet Mümtaz Taylan, kuşkusuz hayatının rolünü oynuyor. Üstelik perdede yaratageldiği kişilerle yüzde yüz ters düşen,  sanki kötülüğün cisimleşmesi haline gelen bir rolde...

Hayat Van Eck kaynaklara göre “Hollandalı bir baba ve aslen Ankaralı bir annenin çocuğu olarak Amsterdam'da doğup altı yaşına kadar Hollanda'da yaşadıktan sonra ailesiyle İzmir'e taşınmış ve burada büyümüş”.

Doğrusu gerçek bir yetenek karşısındayız. O yumuşaklıktan bir anda sertliğe fırlayan bakışlarıyla, giderek zirveye tırmanan öfkesini başındaki eski bir miğferle ayna karşısında, yemek pişirirken ya da dans edip ‘rap’ tarzı şarkı söylerken belirtiyor:  “Hadi bak baba, Gaza burda... Bana bin vur, bir say... Bir, ki, üç, dört yetmez...Yetse  de gitsek...Alayını si...k...Hadi baba, kafama kafama, bin vur, bir say” gibi sözlerle haykırırken, ...

Kolay unutulacak sahneler değil bunlar. Sanki genç bir çocuğun acımasız bir faşiste dönüşmesi. Hayat’a içten bir ‘hoş geldin’ diyelim.     

Ve elbette Feza Çaldıran’ın görüntüleri. Uygur Yiğit’in müziği. Yan oyuncularda Erkan Avcı, Turgut Tunçalp, Selim Bayraktar ve tüm diğerleri.

Ve de Tuba Büyüküstün’ün bir göçmen kadında hemen kendini gösteren varlığı. Hepsini kutluyorum.

Bu seyri biraz zor, ama görülmesi gereken filmi tüm has sinemaseverlere öğütlerim. 

YARIN: Basın yönetenlere değil, yönetilenlere hizmet eder: THE POST

Yazarın Diğer Yazıları

Bir kadın casusun inanılmaz marifetleri ve gerisi

Temposuyla ve kadıncıl yanıyla olduğu kadar içerdiği teknoloji, giysilerin özenli zenginliği ve teknolojisinin gücüyle göz dolduran bir film...

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

"
"