Kadınlar soyguna girişirse... En iyisini mi yapar?
Bu aynı zamanda bir ‘kadın intikamı' hikâyesi
OCEAN’S 8 X X X
Yönetmen: Gary Ross Senaryo: G. Ross, Olivia Milch Görüntü: Eigil Byrd Müzik: Daniel Pemberton Oyuncular: Sandra Bullock, Cate Blanchett, Anne Hathaway, Helena Bonham Carter, Rihanna, Mindy Kaling, Sarah Paulson, Awkfawina, Richard Armitrage, James Corden, Elliott Gould/
Warner Bros filmi
İlk Ocean’s filmi 1960 yılında çekildi: Ocean’s 11. Saygın usta Lewis Milestone‘un yönettiği filmin ana kahramanı Dany Ocean adlı bir soyguncuydu. Ve etrafına topladığı 11 kişilik bir ekiple Las Vegas’ ta inanılmaz bir soygunu gerçekleştiriyorlardı.
Ekibin çekirdek kadrosu ise o günlerde Rat Pack denen ve Danny Ocean’ı oynayan Frank Sinatra’nın ‘çete reisi’(!) olduğu bir dostlar grubundan oluşuyordu: Dean Martin, Sammy Davis Jr, Peter Lawford’un başını çektiği...
Konu tam 40 yıl sonra bir başka ustanın, Steven Soderbergh’in önüne geldi. Ve 2001 yılında ortaya yeni bir Ocean’s 11 çıktı. Bu kez Danny’yi George Clooney oynuyordu. Ve çevresinde Matt Damon, Andy Garcia, Brad Pitt, Casey Affleck ve de Julia Roberts’dan oluşan parlak bir kadro vardı. Filmin başarısı üzerine art arda ve ayni ekiple Ocean’s 12 ve de Ocean’s 13 filmleri çekildi.
Şimdi, sonuncusundan 10 yıl sonra bir yenisi geliyor. Ama bu kez temel fark şu: ekip tümüyle kadınlardan oluşuyor. Günümüzde yükselen ‘kadının sesi’ buraya da ulaşmış. Ve sanki “me too: ben de” siyaseti, soygunculuğu bile erkeklerin elinden almayı uygun görmüş!..
Böylece yıllardır bir New York hapishanesinde yatan (ve de o efsanevi Danny Ocean’ın kardeşi olan!) Debbie Ocean, sonunda şartlı olarak serbest bırakılıyor. Ve de tam “5 yıl, 8 ay, 12 gündür” planladığı bir soygunu gerçekleştirmek için kadınlardan oluşan bir ekip kuruyor.
Bu son derece garip ve cüretkâr bir plandır. Çünkü ünlü MET (yani New York’un Metropolitan Müzesi) denen dev kurumun bağrında gerçekleşecektir. Yıllık bir etkinlik sırasında müze, depolarındaki tarihsel mücevherlerin de sunulacağı bir sergi açacaktır. Aralarında ünlü Fransız markası Cartier’ye ait ve değeri 150 milyon dolar olan görkemli bir pırlanta kolye de vardır.
Ve gerçekten şeytani bir plan yapılır. Kadınlardan her birinin kendi alanındaki bilgi ya da becerisini kullandığı... Kolyenin bir biçimde elektronik resimlerini çekip tıpatıp kopyasını yapmaktan müzenin alarm sistemini bozmaya; kolyeyi hemen parçalara bölüp müze dışına kaçırmaktan sonrasında pazarlamaya...
Sinemada neredeyse apayrı bir tür oluşturan soygun filmlerinin modası geçmiyor. Yakın zamanda da ilginç örneklerini izlediğimiz bu tür, anlaşılan biryandan dünyamızda insanlar arasındaki gelir uçurumu azalmadıkça, bir başka deyişle sol düşüncenin temel amaçlarından biri gerçekleşmedikçe sürüp gidecek. Sinemada ise sorun bu türe yeni tatlar ve farklı heyecanlar katmak...
Doğrusu bu film bunu büyük ölçüde yapıyor. Tek bir kadının zihninden çıkma plan öylesine incelikli ve ayrıntılı ki... Öbür kadınlar da göreve iyi uyum sağlıyor ve bu müze soygununu zevkle izlememize katkıda bulunuyorlar.
MED binasının kısmen gerçek, kısmen stüdyoda yaratılmış geniş mekanı tüm olaya eşsiz bir dekor sağlıyor. Gary Ross’un anlatımı saat gibi işliyor. Ve birbirinden şahane sekiz kadın görevi çok iyi yükleniyorlar (Burada François Ozon’un Sekiz Kadın adlı kült filmini anmamak olmaz. Ama o çok başka bir hikâye!).
Evet, kadro gerçekten de çok iyi. Sandra Bullock ve Cate Blanchett başı çekiyor. Özlediğimiz Anne Hathaway farklı bir rolde döktürüyor. İngiliz Helena Bonham Carter belki en sağlam kompozisyonu ekrana taşıyor. Şarkıcı Rihanna hayli komik bir tip çiziyor. Hemen hiç tanımadığımız Mindy Kaling, Sarah Paulson, Awkfawina adlı sanatçılar da son derece değişik tipler.
Bu ‘kadınlar filmi’ ayni zamanda modaya ve mücevhere verdiği rolle de sivriliyor. Ve hanımlar için çok daha çekici duruyor.
Bu aynı zamanda bir ‘kadın intikamı’ hikâyesi. Çünkü Debbie Ocean’ın hapse düşmesine neden olan eski sevgilisinden intikam almasının da öyküsü...Amaçlanan intikam gayet iyi alınıyor ve o karmakarışık planın içinde özel bir yer tutuyor.
Film ayrıca bir ünlüler geçidi. Birçok ünlü konuk olarak şöyle bir gözüküp kayboluyorlar. Aralarında Elliott Gould, Griffin Dunne, Elizabeth Ashley, Dakota Fanning de var. Kimi konuklar ise jeneriklerde bile geçmiyor: Kim Kardashian, Kendall- Kylie Jenner kardeşler ya da Adriana Lima gibi...
Bir not daha... IMDB’de filmin eleştirilerini okurken fark ettim ki, seyirci eleştirileri olumsuz, notları düşük. Ama eleştirmenler filmi sevmişler, övmüşler.
Bu da gösteriyor ki bu, o sıradan soygun filmlerinden değil. Bir ‘erkek filmi’ değil, bir kadın filmi. O ölçüde de sofistike, detaylı ve bir bulmaca gibi kurulmuş. O zaman, meraklıları sinemaya!..
Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...
Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi
Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...