15 Ocak 2016

Kadın hakları tarihinde bir dönüm noktası

Suffragette, şapka çıkarılacak kadar iyi bir dönem filmi

 

DİREN: ZAMANI GELDİ!   (Suffragette)   X  X  X  X

Yönetmen: Sarah Gavron
Senaryo: Aby Morgan
Görüntü: Eduard Grau
Müzik: Alexandre Desplat
Oyuncular: Carey Mulligan, Helena Bonham Carter, Ben Whishaw, Anne-Marie Duff, Grace Stottor, Brendan Geeson, Geoff Bell, Romola Garai, Samuel West, Amanda Lawrence/İngiliz-Fransız yapımı.

 

 

İngiliz sosyal tarihinden bir kesit. Ülkelerinin özellikle son bir yüzyıldaki toplumsal gelişimine bakmada usta olan bu sinema, eşcinsel hakları üzerine geçen yılın en iyi filmlerinden biri olan Pride- Onur’dan sonra, bu yıl da kadın hakları denen alanda bir zirve filmle karşımıza geliyor.

Film 1912 yılında geçiyor. Ülkede kadınlar birçok açıdan ezilmekte, en önemlisi hala oy verememektedirler. Elbette Jane Austen, Bronte kardeşler ve Virginia Woolf’un ülkesinde bu sürüp gidemez.

Nitekim her alanda isyan başlamıştır. Kamera özellikle bir büyük çamaşırhanede işçi olan kadınlara yönelir. Başta annesinin yolunu izleyerek çocuk yaştan (yedi yaşından!) itibaren burada çalışan Maud, yakın arkadaşı Violet, kadın doktor Edith, kocasının muhalefetine karşın kadın haklarına öncülüğü yüklenenen bakan eşi bayan Haughton olmak üzere…Eylemin arkasında ise erken feminizmin öncülerinden, WSPU- Kadınların Siyasal ve Sosyal Birliği lideri bayan Pankhurst vardır.

Ama iş kolay değildir. Ünlü Lloyd George’un başkanlığındaki hükümet, yumuşak görünümüne karşın çetin cevizdir. Deneyimli komiser Steed ise, onun demir elidir.

Film BFİ- İngiliz Film Enstitüsü adlı saygın kuruluşun himayesi altında çekilmiş tam bir kadınlar filmi. Yazarı, yönetmeni, yapımcıların çoğu kadın. Elbette oyuncuların da…

Ama erkekler de bu serüvenin içinde önemli bir rol oynuyorlar. Nasıl oynamasınlar ki, kadınlara dair tüm kararlar onların elinden geçiyor. Bugün hala öyle değil mi?

Nitekim Maud (enfes oyunuyla Carey Mulligan), ayni yerde çalışan kocası Sonny (yakışıklı Ben Whislaw) görece hoşgörüsünden vazgeçer geçmez, evinden kovuluyor. Ve tek oğlunun da elinden alındığını görüyor!

Toplumsal lider bayan Haughton (Romola Garai) kocası bastırınca liderliği bir süre için bırakıyor. Komiser Steed ise (deneyimli Brendan Geeson) baskının aracı olsa da, duruma en doğru teşhis koyan ve belki de gönlü kadınlardan yana olan bir kanun adamını oynuyor.

Film şapka çıkarılacak kadar iyi bir dönem filmi. Londra denen kentte yüzyıllardır değişmeyen sokakların, binaların, parkların da büyük katkısıyla!. 

Ve ele aldığı konuda yapılagelmiş en önemli filmlerden biri. Bu gerçek tarih dönemi filmi, biraz ‘romanse edilmiş’ olabilir. Ama bu, etkisini azaltmıyor.

Ayrıca, özellikle finale doğru neredeyse bir aksiyon filmi gerilimi de kazanıyor. Hele eylemin başarıya ulaşmak için ‘en az bir şehit vermesi’ gereği ortaya çıkınca…Ayrıca kıralın da katılımıyla yapılan o at yarışları bölümü çok güzel. Finalde ise kadınların gerçek ve büyük yürüyüşünün bir dönem belgeseliyle verilmesi gayet yerinde. 

Son jeneriklerde olayın gelişimi özetleniyor. Ve İngiltere’de kadınların tam olarak oy hakkının 1928’de verildiğini öğreniyoruz. Demek ancak 16 yıl sonra!...

Bu hakkı ilk kazanan ülkeler öylesine beklenmedik ki…Türkiye’nin ise 1934’de kavuştuğu yazılı. Yani Fransa, İtalya, Almanya’dan daha önce ve –yanılmıyorsam- Avrupa’da İngiltere’den sonra ikinci ülke olarak… Fena sayılmaz!

Eğitimini alamadığı halde doktorluk yapan Edith rolünde Helena Bonham Carter ve de WSPU lideri rolünde Meryl Streep elbette çok iyiler. Hele Streep gerçekten de ‘rolün büyüğü-küçüğü olmaz’ deyişini bir kez daha doğruluyor.

Bu filmi tüm kadınların ve özellikle bizim kadınlarımızın mutlaka görmesi gerekir desem… şaşar mısınız?   

Yarın: İYİ BİR DİNOZOR

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"