Büyük Amerikan romancısı Jack London’un 1906’da yazdığı, daha önce birçok kez filme alınan, özelikle de 1976’da İtalyan Lucio Fulci, 1991’deyse Amerikan Randal Kleiser tarafından ve Ethan Hawke’nin oyunculuğuyla çekilen versiyonları hatırlanan klasik romanı, bu kez Fransız ağırlıklı bir ortak-yapımla yeniden perdeye geliyor. Ve küçükler kadar büyüklerin de ilgisini hak ediyor.
Roman/film aslında sinemalaştırılması zor bir hikâye içeriyor. Çünkü kahramanları insanlardan çok köpekler. Özellikle tam bir köpek-kurt kırması olan Beyaz Diş ve yavrusu.
19. yüzyıl sonlarındaki ünlü Altına Hücum döneminde, ABD’nin kuzeyindeki Yukon vahşi dağlarında geçen hikayede, Beyaz Diş başına gelen bir dizi maceradan sonra kızılderili şefi Castor Gris’nin eline geçiyor. Ve bu yaşlı bilge onu sıvandığı hayır işi için kullanmak istiyor.
Ama bu köpek döğüşlerinin moda olduğu ve sahiplerine çok para getirdiği bir dönemdir. Kötülük kumkuması bir adam, ne yapıp edip onu eline geçiriyor. Ve vahşi bir döğüş köpeğine dönüştürüyor.
Ama hayat sürecektir. Ve Beyaz Diş’i bu döğüş canavarlığından kurtaracak iyi yürekli bir çiftin gelmesi gecikmeyecektir.
Film klasik canlandırma filmlerinden kimi önemli noktalarda ayrılıyor. Öncelikle bu bir ‘stop-motion’ teknolojisi. Yani nerdeyse 20 yıldır denenen ve en azından Robert Zemeckis’in The Polar Express- Kutup Ekspresi (2004) filmiyle zirveye çıkmış olan bir teknik. Bu karikatürden çok gerçekliğe yaklaşmayı deneyen teknik, bu filmde gayet iyi uygulanmış.
Ayrıca bir çok animasyonda kullanılan ‘hayvanları konuşturma’ çabası da yok. Yani her şey gerçeğe daha yakın.
Birinci sınıf fon müziği ve bizim (açıklanmadığı için!) adını bilmediğimiz sanatçılarımızın seslendirmesi de filme katkıda bulunuyor. Belki de çocuklarınızla bir salonda buluşup film izlemek için ideal bir fırsat!..
Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum