04 Eylül 2015

İnsanlık tarihini kateden minik yaratıklar

Temel kusuru, minyonların fazlasıyla şematik ve antipatik yaratıklar olması...

MİNYONLAR   (Minions)   X  X  X

Yönetmen: Kyle Balda, Pierre Cofin
Senaryo: Brian Lynch
Görüntü: Hector Pereira
Sanat Yönetmeni: Olivier Adam

Müzik: Daniel Pemberton / Universal filmi

 

 

Tek hücreli ilkel yaratıklar olan ‘minyonlar’, insanlık tarihini baştan sona kat’etmişlerdir. Dinozorlar çağından enkizisyon dönemine, Napolyon savaşlarından dünya savaşlarına...1968 yılında ise, New York’ta bir duraklamadan sonra kendilerini İngiltere’de, kıraliçe Elizabeth’in hala alımlı olduğu günlerde bulurlar!..

Irklarını ve yaşamlarını koruyacak yeni ‘patron’ arayışı, onları ‘tüm çağların en kötü insanı’ olan Scarlett Overkill (!) ve ‘dandy’ kocası Herb’le buluşturur. Scarlett’in büyük tutkusu, kıraliçenin tacını çalarak ülkenin hakimi olmaktır. Ve minyonlar önce buna yardım ederken, sonra iyiliğin yanında yer almayı seçecektir.

Son derece yaratıcı bir grafik, akışkan bir uslup, dur-durak bilmeyen bir tempo. Universal şirketiyle İllumination Entertainment adlı yeni şirketin işbirliği, bu hoş filme yol açmış.

Özellikle 60’lar New York ve Londra’sı, görkemli biçimde hikayeye fon oluşturuyor. Filmin birçok sahnesi türün en iyileri arasına girebilir: Buzul Çağı, Antarktika, New York veya Londra’daki heyecanlı takipler. Ve de Buckingham sarayını neredeyse içten çökertir gibi olan saray-içi entrikaları...

Yüksek grafik duygusu, İngiliz kökenli karmaşık bir mizah, iyi seslendirmeler filmi keyifle izlenir hale getiriyor. Temel kusuru, minyonların fazlasıyla şematik ve antipatik yaratıklar olması. Üstelik kendi anlaşılmaz dillerini konuşuyorlar: sanki İtalyancaya benzeyen... 

Bu nedenle seyirci onlara ve hikayenin asıl kahramanları olan Stuart, Kevin ve Bob’a yeterince yakınlık duyamıyor. Ayni nedenle, onlar filmin Türkçe kopyalarında da anlaşılmaz sesler çıkarmayı sürdürüyorlar. Ve dublaj masrafları biraz azalıyor! ......

Dublaj demişken, aslında Sandra Bullock, Michael Keaton, Geoffrey Rush, Steve Carell, Jon Hamm gibi ünlülerin yaptığı seslendirmeyi sanırım burada duyamayacağız, çünkü sadece dublajlı olarak oynayacak. Ama bizde de başını Beren Saat’in çektiği kadro işini yeterince iyi yapmış gözüküyor.

  Ayrıca az, ama öz olarak seçilmiş, hepsi de İngiliz kökenli birkaç klasikleşmiş pop şarkı da filme büyük çekicilik katmış: Happy Together, Mellow Yellow, vs.

 

Her şey iyi ama güldürmüyor!

 

PİYASADAN BÜYÜK ALACAĞIMIZ VAR    X  1/2

Yönetmen: Ekin Akçay
Senaryo: Ekin Akçay, İzzet Başlak, Okan Metin
Oyuncular: Ali Yiğit San, Baran Erdoğan, Rabia Tutal, Ali Rıza Kara, Okan Metin, Salih Kalyon, Melek Şahin, Cem Özer, Barış Başar, Kamil Güler, Aykut Taşkın, Tevfik İnceoğlu, Ali Erdoğan, Cahit Kaşıkçılar, Mehmet Auf, Başay Okay/ Genç Kafa yapımı

 

 

Türk sinemasını saran komedi furyası içinde bu tür filmlere gitmekte zorlanıyorum, sanki ayaklarım geri geri gidiyor!....Oysa komediyi ne çok severim; gülmeyi nasıl bir tür ruhsal tedavi gibi görürüm!..

Ama işin suyu çıktı. Aslında insanları güldürmek zordur derler. Ağlatmaktan daha zor olduğu kesin...Gerçi şu belalı günlerde herkes biraz gülmenin peşinde. Acaba bü yuzden mi ortalığı böylesine popüler (olma peşindeki) güldürü çabaları kapladı? 

Ama bu filme umutla gittim. Bir-iki emektar oyuncu dışında gencecik bir kadro, benim de okulum olan Mimar Sinan üniversitesi’nde sinema okumuş bir yönetmen, bir bölümü uzun zamandır birlikte çalışan Genç Kafa adlı bir grup.

Ve ben, ne bileyim, uçuk ve değişik bir güldürü anlayışı, bir tür Onur Ünlü tarzı yenileyici, hafiften absürd, taze bir komedi çabası bekledim.

Aslında bu hiç yok denilemez. Gerçekten de sinema dili gayet özenli, kurgusu şaşırtacak kadar üzerinde uğraşılmış, tiplemelerinden şakalarına çok şeyiyle bir arayış içinde gözüken bir film. Genç bir ekibin önce tiyatro, sonra da sinema yapma çabalarının öyküsü. Ki yaratıcıları şöyle diyor: “Bu filmde anlatılanlar gerçek. Lakin tüm kişi, kurum ve kuruluşlar hayal ürünü”.

Peki eksik olan ne? Çok basit: film güldürmüyor. Ben izlediğim bir saat boyunca tek bir kez gülmedim!... Somurtuk bir günüm müydü? Sanmıyorum. Ama o mucize, insanı güldürmek denen o eşsiz başarı benim için hiç gerçekleşmedi. Salonda çok kalabalık olmayan  sinema yazarı arkadaşlar da pek gülmediler

Bu aslında yetenekli ekip filmin bu yanı üzerinde durmalı. Seyircinin tepkisini yakından gözlemleyerek... Senaryonun boşlukları üzerinde biraz düşünerek...Ve (niye olmasın?) güldürü sinemasının büyük ustalarını ve klasiklerini bir kez daha izleyerek...


YARIN: TAŞIYICI- SON HIZ

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"