15 Eylül 2018

İnsanlığın DNA'sını çalmaya çalışan canavarlar

Filmin gerçekten dur-durak bilmez bir temposu, baş döndürecek bir hızı var

 

           PREDATOR     X  X  ½
           (The Predator)

Yönetmen: Shane Black
Senaryo: Fred Dekker, S. Black
Görüntü: Larry Fong
Müzik: Henry Jackman
Oyuncular: Boyd Holbrook, Trevante Rhodes, Jacob Tremlay, Keegan-Michael Key, Olivia Munn, Sterling K. Brown, Thomas Jane, Alfie Allen, Augusto Aquilera

Fox filmi

 

 

Kabul etmek gerekir ki bu tür filmler açısından 80’ler başkaydı. Ve özellikle dünyanın en kötü aktörlerinden biri olsa da devasa Arnold Schwarzenegger’in hemen her filmi bu türün heyecan verici bir örneğiydi. Bizler bile o denli genç olmayıp 40’lı yaşlarımıza ulaşmış olsak da, o filmlere bayılmıştık.

Ve böylece Conan’la başlayıp Terminator, ilk Predator- Av (1987)’la süren...Ardından gelen Total Recall- Gerçeğe Çağrı, Terminator’un iki (ve çok iddialı) devam filmi...Last Action Hero- Son Muhteşem Kahraman..

1995 yılında 100 Yılın 100 Filmi kitabımı yazarken, bilim-kurguyu yine hep gözetmiştim: Sinema tarihinden Metropolis, Frankenstein; türün şahlandığı 70’lerden 2001, Otomatik Portakal, Yıldız Savaşları- Star Wars (ilk film), Alien- Yaratık (ilk film), Fil Adam, E. T. gibi filmlerle....

80’lerdense ise çok düşündükten sonra Robocop’u aldım. Kitapta şöyle demiştim: “Kendi adıma ilk tercihim, anılarıma ve kafamda oluşmuş sonsal izlenimlerime dayanarak Robocop oluyordu. Sonra bu seçim dolayısıyla kimi eleştiriler aldım. Terminator filmlerine veya yine çok sevdiğim bir örnek olan Total Recall’a doğru kayar gibi oldum.   

Ama sonunda, Robocop’u bir daha izledikten sonra, ilk seçimime döndüm. Böylece bu tür filmlerin son dönemdeki iki kişilikli ve usta yönetmeninden James Cameron’a karşı Paul Verhoeven ön plana geçmiş oldu. Hatası ve sevabıyla bu seçim benim”...

Şimdi yıllar sonra, hemen her ünlü filmde veya popüler seride olduğu gibi, bu filmin de yenileri geliyor. Üstelik geçen zamanda devam filmlerinin sayısı beşe çıkmış: Predator 2, Alien Predator’a Karşı, Alien’ler Predator’lara Karşı. En son 2010’da ise Predators.

Ve işte yeni macera. Bu kez bu uzay canavarları dünyamıza başka bir amaçla geliyorlar. İnsanoğlunun doğaya karşı yanlış siyasetiyle dünyamızı en çok iki kuşak sonrasında yaşanmaz hale getireceğine inandıkları için, bu felaket gelmeden onlardan ve de en akıllılarından DNA alıp kendi türlerine katarak türü geliştirme tasarıları var.  Gayet mantıklı, değil mi?!...

Bu kez işin içine onlardan biriyle birden yakın temas kurmuş gözü pek savaşçı Quinn ve yine haşin dövüşçü arkadaş grubu katılıyor. Quinn yaratıktan aldığı birkaç esrarengiz nesneyi amirlerine yolluyor. Ama kutu yanlışlıkla oğlu Rory’nin eline geçiyor. Ortaokula başlamış Rory tam bir harika çocuk. O kutuyu açıp bulduklarını değerlendirmeye başlıyor. Ve herkes peşine düşüyor. Yaratıklar dahil!....

Hikâyenin özelliklerinden biri, bu tipik erkekler macerasına bir kadını dahil etmesi: Devletin bu alanda ilk başvurduğu kişi olan biyolog Casey (Olivia Munn). Bir de çocuk var, dediğim gibi. Ve onun tüm o ölümcül serüvende hep ortalarda dolaşması insanı ürkütüyor: yazık değil mi yavrucağa? Ama öyle bir yavrucak ki bu, hepsinden iyi biliyor herşeyi...Ve sondaki gelişmeler de onun tüm o kargaşada orada olmasını yeterince açıklıyor.

Filmin gerçekten dur-durak bilmez bir temposu, baş döndürecek bir hızı var. Olup bitenleri izleyip anlamaya çalışmak bile insanı yoruyor. Ve neredeyse nefes bile alınamıyor. Oysa bu tür filmlerde (evet, onlarda bile) yer yer sakin anlar, biraz yumuşak bir anlatım, biraz daha karakter irdelemesi ne hoş olurdu... Ama becerikli yazar-yönetmen Shane Black bu yolu seçmemiş.

Sonuç olarak film, bu türün onulmaz meraklılarına ve özellikle fantastik sinema dağarcıkları bizim kadar dolu olmayan genç kuşaklara göre.

YARIN: KÜÇÜK BİR RİCA

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...