PES ETME X X X 1/2
(Stronger)
Yönetmen: David Gordon Green
Senaryo: John Pollono
Görüntü: Sean Bobbitt
Müzik: Michael Brook
Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Miranda Richardson, Tatiana Maslany, Nate Richman, Carlos Sanz
Amerikan filmi
|
Film gerçek bir olayı yansıtıyor. Nisan 2013’de, ABD’nin Boston kentinde, yıllık geleneksel maraton yarışının hemen başlarında patlayan ve birçok kişiyi öldüren/yaralayan terör olayı.
Ve bu olayın talihsizlerinden, 27 yaşındaki Jeff Baumann. Bir markette çalışan, alkolik annesiyle yaşayan, kız arkadaşı Erin’le sürekli bozuşup barışan bir emekçi. Bozuşma dönemlerinden birinde genç kızın yarışmaya katılacağını öğrenince, o da gidiyor: barışmak umuduyla...
Ve de tam yanı başında patlayan bombayla bayılıp gidiyor: uyandığında iki bacağının birden gittiğini görerek...Ve ikisi de dizlerinden kesilmek akıbetine uğruyor...
Film yakın tarihin sayısız terör olaylarından birinin ödünsüz raporunu sunuyor: sinemanın kaçınılmaz dramatizasyon yanını gerekli ölçüde denetleyerek...
Böylece gerçek sokak ve çevre çekimleriyle olaya makul ölçüde tanık oluyoruz. Sonrasında hastanedeki tedavi sahneleri son derece gerçekçi, ayni ölçüde de kederli. Ayrıca çevre de inandırıcı biçimde veriliyor: dağılmış bir aile, alkolik ve çıkarcı bir anne...
Jeff yanı başında gördüğü zanlıyı teşhis ederek yakalanmasına yardım ettiği için, giderek tam bir kahraman oluyor: Amerikan Rüyası’nın çok ters biçimde gerçekleşmesi. Ve anne bunu fırsat sayıp durumu iyice sömürüyor!..
Ama Jeff’in asıl yaraları ruhundadır. Kahraman olmaktan uzak, tam bir kurbandır o... Ayaklarının üstünde durmaya çabaladığı sahneler gayet etkileyici.
Ama belki en etkilisi finale doğru, kendisine ilk yardım elini uzatan Meksika kökenli Carlos’la buluşması. Bu ırklar-arası buluşma, terör belasının her yeri sardığı günümüzde apayrı bir mesaj yerine geçiyor.
Oyuncular kusursuz oynuyor. Her daim iyi oyuncu Jake Gyllenhaal belki hayatının rolünü bulmuş. Gencecik bir Tatiana Maslany büyük bir yetenek. Annede ise Miranda Richardson İngiliz şivesinin yerine Boston şivesini ustaca geçiriyor ve sapasağlam bir oyun veriyor.
Dışarda birçok dalda şimdiden Oscar adayı olacağı öngörülen film, kuşkusuz haftanın en iyisi.
T24 ile ilişkilerim ve bir karar...
T24’de yazmak benim için bir mutluluk ve onur kaynağı oldu. Nisan 2013’de Sabah’tan ayrıldıktan kabaca altı ay sonra, Kasım’da başladım: sevgili Hasan Cemal’in davetiyle...
Gazeteyi Emek sineması nedeniyle bırakmam, yazmayı değil gazeteciliği bırakmam anlamına geliyordu. Yoksa yazmayı ölene dek sürdürmeye niyetliydim. Nitekim o günden beri yoğun bir kitap çabam oldu.
Ama ayrıca güncelliği izlemek ve gerek sinema, gerekse ülkem üzerine sıcağı sıcağına yazmak bambaşka bir şeydi. Üstelik Hasan Cemal benim Cumhuriyet’teki en mutlu dönemimin ardındaki isimdi.
Daha da önemlisi T24, o zaman da belliydi gerçi, ama giderek daha da çok önemli bir misyon yüklendi: Faşizme doğru kayan bir ülkede hakkın, hukukun, adaletin ve demokrasinin sözcüsü, savunucusu olmak...Ve bunu toparladığı o değerli yazar kadrosuyla, en etkili biçimde yapmak...
Dört yıl boyunca burada yazmaktan onur duyuyorum. Öncelikle sinema, ama arada başka şeyler de yazdım; siyasetten şehirciliğe ve İstanbul’a dek... Ama aslında bir sinema yazarı olduğumu asla unutmadan...
Ancak sinema yazılarımın o ünlü ‘beğen’ notu hep düşük oluyordu. Gerçi sevgili T24 yöneticileri aslında tüm yazarların yüzlerce, hatta binlerce okuru olduğunu ısrarla söylüyordu. Ben de özellikle “Fatih’teki hanların otele çevrilmesi” yazım (iki bini aşkın), Hülya Koçyiğit veya Ayla eleştirimle (birkaç yüz) bu sayılara erişmiştim. Ama çok sık değil…
Bir keresinde sevgili Tan Oral’la söyleşirken, bu açıdan “en az ‘like alma’da kalmada rakip” olduğumuzu söylemiş ve gülüşüp durmuştuk!...
Ama geçen hafta Star Wars: Son Jedi yazımın ‘beğen’ durumunu görünce tepem attı. Sinema yazılarımın kalitesinden asla kuşkulanmadım ve izninizle, kendimi dünya çapında bir eleştirmen sayarım. Ama galiba T24’ün son derece seçkin ve saygın olduğu su götürmez okurunun sinemaya o kadar da merakı yoktu!..
Dolayısıyla gerçekten üzüldüm ve bu yuvayı bırakmayı düşündüm. 27 yıl sonra Cumhuriyet, 15 yıl sonra Sabah gibi maaşlı köşelerini bile ilke sorunları nedeniyle bırakmış bir yazar, maddi karşılığı olmayan bir internet sitesini niye bırakmasın ki!..
Ama sonra, böylesine sevip saydığım bir siteyi bırakmak yerine sinema yazılarımı azaltmaya karar verdim. Artık ilke olarak haftada bir film yazacağım: elbette en iyisini, en önemlisini seçerek... Ayrıca başka konularda yazmayı deneyeceğim: Yazmış olmak için değil, söyleyecek bir sözüm olduğunda...
Bunun dışında, diğer filmleri bir sinema sitesinde yazacağım: insanların sadece sinema okumak için girdikleri...O da ortakoltuk.com adlı site olacak. Bu hafta Dönme Dolap ve Martıların Efendisi’ni yazdım bile...
Şimdilik durum böyle. Bakalım gelecek neler getirecek...