JASON BOURNE X X X ½
Yönetmen: Paul Greengrass
Senaryo: P. Greengrass, Christopher Rouse
Görüntü: Barry Ackroyd
Müzik: David Buckley, John Powell
Oyuncular: Matt Damon, Tommy Lee Jones, Alicia Vikander, Vincent Cassell, Julia Stiles, Riz Ahmed, Ato Essandoh, Scott Shepherd, Bill Camp
Universal (UİP) filmi
|
Jason Bourne dönüyor. Bu beşinci serüveninde (biri dışında) hep olduğu gibi Matt Damon’un kişiliğinde. Ve iki Doug Liman, bir de araya giren Tony Gilroy’dan sonra ikinci kez, saygın İngiliz yönetmeni Paul Greengrass’a emanet edilmiş olarak…
Bilenler bilir: Bu CIA ajanının tüm diğer ajanlara kıyasla özelliği, öncelikle yasadışı bir vurucu bir güç (yani bir kiralık katil) olarak başlayıp kanun tarafına geçmiş olmasıdır. Bir diğer öge de hemen hep bir bellek kaybı yaşaması ve de sürekli bir geçmiş arayışı içinde olmasıdır. Nitekim ilk film olan The Bourne İdentity (2002), Türkçe’de Geçmişi Olmayan Adam diye oynamıştı.
Ne yapalım ki tüm filmlerin kökeni olan yazar Robert Ludlum böylesine psikolojik sorunları olan farklı bir ajan düşlemiştir. Ve tüm bu uzun sinema serüveni de onu izlemiştir.
Yeni film, eskilerin tüm özelliklerini bir kez daha ve oldukça parlak biçimde yeniliyor. Bourne bu kez Yunanistan’dadır ve Atina sokaklarında çıplak göğsüyle amansız bir boksör olarak döğüşmektedir: sanki antik kentte bir gladyatör gibi!..
Ama orası Atina’dır. Üstelik Sintagma meydanı. Yani Yunanların sürekli bir arena gibi hep eyleme boğdukları, en vahşi biçimde polise ve yasaya karşı adeta savaştıkları bir alan…
Bourne ve onu orada bulup CIA’den gelen bir mesajı vermek isteyen eski dostu kadın ajan Nicky Parsons o çılgın kalabalığın içinde koşuşturup dururken, Bourne’un yok olması için birçok nedeni olan CIA’nin entrikacı başkanı Robert Dewey’in emrindeki amansız kiralık katili Aset de oradadır.
Tahmin etmişsinizdir: Atina dekorunda şahane bir kaçıp kovalamaca, çılgın bir aksiyon gösterisi, yarım saatlik bir heyecan şöleni.
Ama işler o kadar basit değildir. İşin içinde ABD denen dev ülkenin kendi iç sorunları ve yönetimi saran Bizans entrikaları da vardır. Doğu kökenli genç bilim insanı Aaron Kaloor, Deep Dream- Derin Hayal adlı bir internet projesi yaratmıştır. CIA’le ortak olarak birey haklarını ve araştırma özgürlüğünü devletçe destekleyen bir proje…
Ama genç Kaloor ne denli saf bir idealistse, CIA patronu Dewey de o denli hain bir düzenbazdır. Onun asıl amacı tüm bireysel girişimleri denetim altına almak ve tüm vatandaşları fişlemektir. Yani tam bir diktatörlüğe doğru gitmek… Buysa Kaloor’un kabul edeceği bir şey değildir.
Öte yandan, CIA’in ‘siber bölümü şefi’ yaptığı genç ajan Heather Lee, Bourne’ın tasfiye edilmek yerine yeniden örgüte kazandırılması projesini önerir ve yüklenir. Ama ihanet içindeki patronla bunu hayata geçirmek kolay olmayacaktır.
Görüldüğü gibi, hikâye kimi yeni açılımlara karşın bu efsane serinin tüm özelliklerini taşıyor. Uluslarası bir entrika, ABD’nin kendi pislikleri, büyük ve vazgeçilmez başkentler kadar (Berlin, Londra, Washington) yeni ve daha egzotik mekanlar: Atina, Las Vegas.
Ve yine ölümcü takipler, cehennemi andıran kitlesel eylemler, özellikle Atina ve Las Vegas bölümlerinde zirvelere tırmanan bir aksiyon duygusu. Ve yine en klasik biçimde geçmisini arayan, ailesini soruşturan, bu arada artık yaşamayan babasıyla ilişkili gerçeklere ulaşan bir oğlun savaşımı.
Çok önemli değilse de türünün parlak bir örneğini, gayet iyi bir ambalaj içinde yeniden sunan tam bir eğlencelik. Hikâyeye yeni katılan oyuncularsa ayrı bir bölüm ister: Maske-yüzüyle etkileyici bir kötü adam sunan Tommy Lee Jones… Hiç konuşmadan insanın kanını donduran bir katili canlandıran Fransız aktörü Vincent Cassell…
Kaloor’da şugünlerde Digiturk’te çok ilginç bulduğum gerilim dizisi “The Night Of”ta Pakistan kökenli bir Amerikalıyı oynayan Hint kökenli İngiliz oyuncu Riz Ahmed. Ve elbette taze ajan Heather Lee’de ‘Danimarkalı Kız’la Oscar alan, aslında İsveçli Alicia Vikander’e lütfen özel bir dikkat….