17 Şubat 2017

Gay film, siyahi dramı ve en çok sinema sanatı zirvesi...

Ay Işığı bu değişimin şimdiye dek gördüğümüz en başarılı, en özgün ve sanatsal örneği

AY IŞIĞI                              X  X  X  X  X
(Moonlight)

Yönetmen: Barry Jenkins
Senaryo: B. Jenkins, Tareli Alvin McCraney
Görüntü: James Laxton
Müzik: Nicolas Britell
Oyuncular: Mahershala Ali, Naomie Harris, Janelle Monae, Alex Hibbert, Ashton Sanders, Trevante Rhodes, Jharrel Jerome, Andre Holland

Amerikan filmi

 

   İşte karşınızda yılın belki en şaşıtıcı ve tartışmaya açık filmi. Gerçi bu yıl, Tony Erdmann’dan Manchester-by-the-Sea’ye öylesine değişik ve seyirciyi öylesine bölen kişisel filmler çıktı ki...

    Yine de Ay Işığı’ını apayrı bir yere koymak geliyor içimden. Birçok açıdan...

   Bu filmi tarif etmek bile zor. Temelini ABD’de zenci olma olayına dayamış modern bir melodram mı? Adına ‘gay cinema’ denebilecek türün ayrıksı ve yürekli bir örneği mi?   

    Yoksa filmin tümüne sinmiş olan o enfes sinema duygusuyla, konusundan bağımsız olarak bile üzerinde düşünülmesi gereken bir yaratıcı sinema örneği mi?

  Daha açılış bile şaşırtıyor. Sıcak bir iklim olduğu anlaşılan bir yörede (Miami imiş) farklı yaşlarda üç siyahi sokakta dalaşıyor. Kamera bu üçü de kılıksız sokak insanının çevresinde hızla ve inatla dönüp duruyor.

   Öylesine bir dinamizm ki, sanki Hitch ustanın Vertigo’sunda James Stewart ve Kim Novak gibi iki şahane oyuncunun etrafında dönen kamerayı hatırlıyor ve benzer bir zevk alıyorsunuz.

   O üç kişiden biri Küba kökenli uyuşturucu satıcısı Juan’dır. Ve bir binaya sığınmış, korkudan dili tutulmuş bir çocuğu, ‘Little- Küçük’ diye çağrılan Chiron’u himayesine alır.

  Sonra küçük zenci Chiron’un çevresini tanırız. Kendisini uyuşturucu ve sekse vermiş annesi Paula. Juan’ın sevimli kız arkadaşı Teresa. Okuldaki onun ‘küçük’lüğünü ve korkaklığını her fırsatta sömüren baskıcı ve işkenceci arkadaşları. Ve onların arasında tek dostça yaklaşanı olan Kevin.

   Film üç bölüm halinde gelişiyor. İkinci bölüm birkaç yıl sonradır. Kahramanlarımız birer delikanlı olmuştur. Juan hayata veda etmiştir, ama gerisi hep aynıdır.

  Bu kez işin içine cinsellik girer: Zenci gençler erkekliklerini tanımaya başlarlar, cinsel organlarını kıyaslarlar. Ve Chiron arkadaşı Kevin’le hayatta ilk kez öpüşme denen şeyi tadar.

   Sonra bir on yıl sonrasına geçeriz. Her şey değişmiştir: Kadınların konumu dışında... İki arkadaş, yani Chiron ve Kevin yıllar sonra ilk kez buluşup konuşurlar. Belki o ‘ilk temas’ önemini hâlâ korumaktadır. Bilinmez ki...

   Bu hassas dengeler üzerine kurulu film, öncelikle o yoğun sinema duygusuyla şaşırtıyor. Bir grup gencin top peşinde koşturması, bir yüzme öğretme sahnesi veya bir liseliler çekişmesi nasıl bu denli sinemasal verilebir?

   Yazar-yönetmen Barry Jenkins, yanına James Laxton’un görüntülerini ve özellikle Nicolas Britell’in şahane müziğini alarak bu mucizeyi yaratıyor: Görünürde banal bir öyküyü bir sinema olayına çevirmek...

  Yönetmen ustura üzerinde duran sahneleri incelikle çözümlüyor. O ilk cinsel temas, o banyoda cinsel kimliğini keşfetme, o ilk dokunma (sanki Tenessee Williams’ın ünlü oyunu You Touched Me- Bana Dokundun’u hatırlatıyor).  Ki belki de sonuncusu olarak kalacaktır!.. O hem seven, hem de bunu göstermekten aciz anneyle sahneler...

   Ve de elbette final. Bir gençlik heyecanı, artık koskocaman adamlar olmuş iki erkeğin arasında, nasıl sonuçlanabilir? Yönetmen bu çetrefil soruyu/sorunu öylesine incelikle, öyle güzel bir çekimle noktalıyor ki... Gözünüzden yaşlar geliyor..

  Oyunculuk da bir alem. Chiron’un üç dönemini yansıtan Alex Hibbert, Ashton Sanders ve Trevante Rodes çok iyiler. Ayrıca Juan’da Mahershala Ali ve Paula’da (anne) Naomie Harris de... Ki son ikisi yardımcı oyuncu dallarında Oscar adayları.

   Ama filmin toptan tam 8 adaylığı var: Ayrıca en iyi film, yönetmen, uyarlama senaryo, görüntü, müzik ve kurgu dallarında... Yılın bu açıdan Aşıklar Şehri’nden sonra en iddialı filmi!.

   Filmin ardında son dönemde sinema kadar TV dizilerinde de boy gösteren iki olguyu, siyahilere ve de ‘gay’lere artan ilgiyi görmemek olanaksız. Nitekim bizde de yayınlanan Modern Family, Black-ish, Vice Principals gibi diziler bunu açıkça gösteriyor. Ve dizilerde ve kimi filmlerde artık siyahilerin kendilerine özgü sorunlarının sınırları genişliyor,  beyazlarınkiyle buluşuyor, benzeşiyor ve birleşiyor.

     Ay Işığı bu değişimin şimdiye dek gördüğümüz en başarılı, en özgün ve sanatsal örneği. Bu yıl Oscarlar için adı geçen diğer önemli filmler gibi, bu da büyük kitle için olmayabilir. Ama ben bir yandan incelikli filmleri sevenleri mest edeceğini, sevenlerin de gerçekten çok seveceğini düşünüyorum

     Öte yandan, bunun Oscarların geleceği için iyi ve zaten kaçınılmaz bir gelişim olduğuna inanıyorum.

Yarın: PARÇALANMIŞ

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...