İnşa edilen bu ürkünç ve itici dünya, ailenin eve kapanması için bir bahane olarak kullanılıyor
KÖPEK DİŞİ X X X ½
(Kynodontas/ The Dogtooth)
Yönetmen: Yorgos Lanthimos Senaryo: Y. Lanthimos, Efthymis Filippou Görüntü: Thimios Batatatis Müzik: Bruno Coulais Oyuncular: Christos Stergioglou, Michele Valley, Angeliki Papoulia, Hristos Passalis, Anna Klaitzidou
Yunan filmi, 2009
Yorgos Lanthimos’u önce The Lobster- Istakoz filmiyle tanıdık. Çok kişi bayıldı, ben hiç sevemedim. Ardından gelen Kutsal Geyiğin Ölümü’nü hayli beğendim, ama bu filmi de finalinin berbat ettiğini düşünmeden yapamadım.
1995’den beri kısalardan başlayarak film yapan 1973 doğumlu Lanthimos, ilk gerçek ününü 2009 yılında Cannes festivalinde bir yan bölüm olan Un Certain Regard’da gösterilen bu filmiyle yaptı. O bölümün en iyisi seçilen film bize gelmemişti, ben de görmemiştim.
Yıllar sonra gördüğümüz bu film beni olumlu yönde şaşırttı. Kendine özgü kimliğini ve estetiğini sanki kolay unutamayacağım!..
Bu kısaca bir büyüme hikâyesi. Ya da, aslında iki kızları onlu yaşlarının ortalarında, oğulları ise yirmisine ulaşmış bir karı-kocanın onları evde eğitme projesinin anlatılması.
Yaygın eğitim sisteminden nefret edip çocuklarını kendi evlerinde eğitmeyi seçen ve yakın zamanda kimi haberlerde duyduğumuz ailelerin bir benzeri. Yumuşak biçimde otoriter baba, evden dışarı çıkıp dönen tek kişi. O da anlaşılan geçim kaynakları olan fabrikasına gidip geliyor. Ama çocukları için evin dışına çıkmak söz konusu değil. En azından –şüpheli bir vaade göre- köpek dişleri çıkıncaya dek!..
Yüksek bir duvarın ve kapalı duran bir büyük kapının doğadan ayırdığı yüzme havuzlu bu evde, çok özel bir ‘eğitim’ var. Örneğin dil sorunu. Kayıtlar içeren teyplerden yapılıyor bu. Ama sözcükler bilinen anlamlarının dışında kullanılıyor. Örneğin zombi kelimesi geçiyor, oğul nedir diye soruyor. Baba bunun “küçük, mor bir tür çiçek” olduğunu söylüyor!...
‘Deniz’ sözcüğü ise bir tür koltuk oluyor. Zaten hemen hiç konuşmadıkları için, bunun pek önemi de yok!..
Eğitimin içinde tümüyle anlamsız, giderek iğrenç şeyler de var. Örneğin babanın tüm çocukları diz çöküp köpek gibi havlamaya zorladığı sahne gibi...
Özellikle oğlanın uyanan cinselliği, baba tarafından fabrikadan getirilen yardımcısı Christina tarafından doyuruluyor. Christina zaten evdekilerden adını öğrendiğimiz tek kişi!..Ve oğlanla açıkça gösterilen bir seks yapıyor. Ama sanki resmi bir törensellik içinde yapılan, alabildiğine soğuk, mesafeli bir seks.
Ve elbette bilinen hiçbir kurala uymayan, hatta kural nedir bilmeyen bu ailede, oğlanın seks arzularının kız kardeşlerine yönelmeyeceğinin garantisi de yok!..
Bu garip yaşam içinde, uzaktan görülen uçaklar çocuklara ‘oyuncak’ diye tanıtılıyor. Dışarda türlü-çeşitli yaratıkların, giderek canavarların varlığı anlatılıyor: İnsan yiyen kediler, kudurmuş köpekler...İnşa edilen bu ürkünç ve itici dünya, ailenin eve kapanması için bir bahane olarak kullanılıyor.
Burada ailenin bir tür tarikata dönüştüğü, yapay bir denge içinde ahlak ve mantığı dışlayan bir statükonun sağlanmaya çalışıldığı görülüyor. Sanki her tür tarikatta söylenen yalanların, yaratılan efsanenin ve kurulan sahte dünyanın bir başka biçimi...
Bu baskıcı ve mantık-dışı sistem eleştirisinin yönetmenin kendi ülkesine, tarih içinde demokrasinin ilk temellerini atmış olsa da bunu modern zamanlarda hemen hiç uygulayamayan Yunanistan’a yönelik olduğunu düşünenler de var. Ki haklı olabilirler!..
Geçmişte izlediğimiz kimi filmlerden anılar getiriyor film: Village of the Damned (iki kez çekilmişti), The Village, Truman Show... En son A Quiet Place- Sessiz Bir Yer. Ya da bizden Kar filmi gibi...
Yine de kendine özgü bir atmosferi ve çarpıcı bir dünyası var. Has sinemaseverler görmeli. Bu arada Lanthimos’un yeni bitirdiği The Favourite- Gözde filmini de merakla bekliyoruz elbette...
Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...
Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi
Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...