17 Kasım 2018

Erken sönmüş bir büyük yıldızın iç burucu hikâyesi

Çok düzeyli bir belgesel; en çok da müzik tutkunları için...

 

WHİTNEY     X  X  X  ½

Yönetim ve senaryo: Kevin McDonald
Görüntü: Nelson Hume​
Müzik: Adam Wiltzie

Amerikan filmi

 

 

Sinemada bir star üzerine yapılagelmiş en ilginç, en hüzünlü ve etkileyici belgesellerden biri. Ve üst üste müzik filmleri izlediğimiz şu günlerde, gerçek bir yıldıza bu kez belgelerle yaklaşımın parlak bir örneği.

Kevin McDonald bilinen sinema ustalığını bu kez bir belgesele taşıyor. Ama bu ilginç İskoç kökenli yönetmenin bize ulaşmayan başka müzik belgeselleri de varmış: Bob Marley üzerine Marley veya Mick Jagger üzerine Being Mick gibi...

Öyle bir kadın hikâyesi ki bu... 20. yüzyılın en büyük seslerinden biri; ait olduğu ırkın (siyahilerin) en çok övündüğü yüzlerin başında gelen ve sesiyle gerçekten de mucizeler yaratan bir küçük kadın. Müzik kadar sinemada da birkaç filmle bile olsa (aslında üç konulu film; ama sayısız TV veya video filmi ya da clip) zirveye tırmanmış bir çağdaş efsane.

Ama talihsizliği peşini bırakmayan, daha da ötesi hayatına yön veren insanların, özellikle de ailesinin büyük ihanetine uğrayan biri. Aslında iyi, sevecen ve yeteneğini ona aşılamış bir anne: o da şarkıcı olan... Ama para tutkusuyla malul bir baba; ikisi de işsiz güçsüz ve uyuşturucunun esiri olmuş iki erkek kardeş. Ve üstüne üstlük alabildiğine sorumsuz, güvenilmez, yeteneksiz bir siyahi koca. Hepsi sanki ortak bir komplonun içinde, bu büyük yıldızı sömürmeye, daha da ötesi sanki felaketini sağlamaya çalışan meşum bir grup... 

Sonunda o küçük kadın bu ihanet ordusuna yeniliyor. Ve o görkemli başarı öyküsünü en dramatik biçimde noktalıyor.  Bu öykü aslında hayli örneği olan o karanlık ve karamsar star (ve çoğu kadın star) öykülerinden biri. Biraz da üç yıl önce izlediğimiz Amy adlı Amy Winehouse belgeselini andıran...

Film 1985’lerden kalma bir albümün şarkıları üzerine unutulmuş birkaç clip’le açılıyor. Sonra Houston’un Newark’ta geçen çocukluğu/gençliğine; şarkıcı olan annesi Cissy Houston’a; yörenin Baptist Klisesi’ndeki ilk şarkı çabalarına gidiyoruz. Gerek kompleksli anne, gerekse sorunlu kardeşler yüzünden daha 18 yaşında evi terk ediyor. Sonrasında ‘hayatının erkeği’ Bobby Brown ise en büyük talihsizliği.

Sanatçıya ait çok zengin bir arşive ulaşması, yönetmenin en büyük şansı olmuş. Ve de film için onca insanla konuşabilmesi. Böylece annesi, kardeşleri ve kocasının yanı sıra Aretha Franklin, Merv Griffin, Dionne Warwick, Marvin Gaye gibi müzik insanları ya da en bilinen filmi olan The Bodyguard- Badigard’daki (1992) partöneri Kevin Costner gibi birçok ünlü filmde boy gösteriyor. Ve en çok da bizzat Whitney Houston: Çeşitli dönemlerdeki çekimleri, konserleriyle...

Sonuç olarak çok düzeyli bir belgesel. En çok da müzik tutkunları için...

 

Yarın: FANTASTİK CANAVARLAR: GRİNDELWALD’IN SUÇLARI

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"