16 Ocak 2016

Din ve birey: Onlarda tacizci papazlar, bizde Diyanet fetvaları!..

Polemik yapmayı ön plana almış, her anlamda alabildiğine karanlık bir film sözkonusu

 

EL CLUB     X  X  1/2

Yönetmen: Pablo Larrain
Senaryo: P. Larrain, Guillermo Calderon, Daniel Villalobos
Görüntü: Sergio Armstrong
Müzik: Carlos Cabezas
Oyuncular: Roberto Farias, Antonia Zegers, Alfredo Castro, Alejandro Goic, Alejandro Sieveking, Jaime Vadell, Marcelo Alonso/Şili filmi

 

 

Bu ‘klüp’ Şili sahillerinden birinde, dört yaşlı rahip ve bir rahibenin yaşadığı, köpek beslediği ve onları yarıştırdığı bir küçük yapıdır. Yaşlı rahipler, sanki kılisenin sağladığı bu olanaklarla ömür boyu verdikleri hizmet için ödüllendirilmiş gibidir: çünkü bu mekan ve bu sakin yaşam, yaşlılar yurduyla tatil köyü arası birşeydir.

Daha sonra bir başka rahip ve ardından daha genç  ve alabildiğine öfkeli bir adam gelir. Ve gerçekler ortaya çıkmaya başlar. Rahipler vaktiyle yinelenen çocuk tacizi suçları nedeniyle açığa alınmışlar ve burada, toplumdan uzak yaşamaya mahkum edilmişlerdir.

Sonradan gelenlerin ilki, bu konuda bir soruşturma için gelmiştir. Sonuncusu ise vaktiyle tacize uğramış ve bu yüzden hayatı kaymış bir adamdır. Ve tek istediği de intikam almaktır.

Pablo Larrain, ülkesinin yakın tarihiyle çok ilgili ve buna kendisini adamış bir yönetmen. Nitekim 2008’ten başlayarak diktatör Pinochet dönemini deşen Tony Manero, Post Mortem ve No üçlemesiyle dünyaca tanınmıştı.

Bu yeni filmi özellikle Katolik kılisesinin ezeli sorunlarından olan çocuk tacizine eğiliyor. Ve ne tuhaftır ki bizim Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ünlü fetvalarının kıyamet koparan son örneğiyle ayni zamana denk düşüyor.

O zaman sormaz mısınız: Din denen ve insanı öncelikle günah işlemekten, gündelik yaşamın bayağılığından ve maddiyata dayalı bir hayat biçiminden uzaklaştırıp manevi bir aleme eriştirmeyi amaçlayan, Allah sevgisini ve Tanrı korkusunu yüreklere yerleştirmeye çalışan bir yüce kurum, nasıl oluyor da her dinde böylesine adi, böylesine ahlaksız ve böylesine fazilet-dışı eylemlere, yargılara ve uygulamalara izin verebiliyor?

İnsan denen yaratık, doğanın tüm yaratıkları gibi şehvet ya da cinsellik denen içgüdüyle malul. Bunu onun yapısından, zihninden  ve yüreğinden tümüyle silmek mümkün mü?  Ne evlenmeyi ve kadın temasını tümüyle yasaklayan Katoliklik, ne de böylesine kısıtlayıcı olmayan diğer dinler ve mezhepler bunu başaramadı.     

Ve belki cinselliğin en aşağı türü olan küçüklere yönelik şehvet ve taciz, heryerde, her dinde hala var. Kılisenin bitmeyen erkek çocuk tacizleri kadar, bizdeki aile-içi ilişkiler, ensest veya çocuk-gelin olayları da bunun bir parçası. Gazetelerdeki Gönül Abla köşelerinden Haydar Dümen’e ve de Diyanet sitesine gelen soruların da gösterdiği gibi.

Neyse… Haddimi aştım, alanım olmayan konularda ahkam kesmeye giriştim. Affola…Galiba son günlerin bu tür tartışmalarıyla çok dolmuşum.

Filme dönersek, birçok meslektaşımın tersine, ben daha Berlin’den beri çok sevmedim. Öncelikle biçimsel olarak: Yönetmenin seçtiği o son derece çiğ aydınlatma, o sanki dışta ışığa boğulmuş, içte ise karanlık çekimler beni itti. Anlatılan ne olursa olsun, bu denli çirkin ve anti-estetik olmak şart mıydı? Kimileri yönetmenin  bunu bilerek yaptığını söylüyor. Ama bence daha çok görüntü yöneteminin beceriksizliği sözkonusu!...

Ayrıca filmde açık bir kabalık ve zevksizlik var. Diyelim ki bir İtalyan, Pasolini ve bir İspanyol, Luis Bunuel benzer temalara değinen başyapıtlarında, çok daha incelikli ve olgun filmler sundular bize… Burada ise sadece polemik yapmayı ön plana almış, her anlamda alabildiğine karanlık bir film sözkonusu.

Bu kusurlar filmin temel erdemi olan cesaretini hayli gölgeliyor, karar siz seyircilerin…   

 

Gayet iyi bir tarih-öncesi canlandırması

 

İYİ BİR DİNOZOR      X  X  X  1/2

Yönetmen: Peter Sohn
Senaryo: Bob Peterson, Meg LeFauve
Müzik: Jeff ve Mychael Dana/Disney- Pixar yapımı.

 

Canlandırma alanında son 20 yıldır parlayan Pixar adlı kuruluş, yakın zamanda alanın önderi ve değişmez hakimi Disney firmasıyla anlaşıp ortak oldu. Ve 1995’ten başlayarak Toy Story (birkaç bölüm), A Bug’s Life, Monsters, Finding Nemo, The İncredibles, Ratatouille, WALL-E, Up, en son geçen yıl İnside Out ve de bu filmle süregelen harika bir işbirliği ortaya çıktı.

Birçok eleştirmenin tersine İnside Out-Ters Yüz’e ısınamadığım için, bir sonraki bu filmlerine de ürkerek gittim. Ama karşımda nispeten sade grafiğine karşın gayet sevimli, dramatik, duygusal ve çevreci bir film buldum.

Belki Ters Yüz kadar çılgın, frenetik, iddialı ve yenilik arayan bir yapım değil. Ama daha klasik bir animasyon anlayışının parlak bir ürünü.

Film, günümüzden 65 milyon yıl önce dünyamıza düşüp hayatı ve bu arada o çağın dinozorlarını yok ettiği varsayılan göktaşı eğer düşmeseydi…ne olurdu varsayımından yola çıkıyor. Ve o olaydan yine milyonlarca yıl sonrasına geliyor. (Bu arada ‘milyonlarca yıl’ deyiminin ne kadar ucuzladığı ve bir anda aşılabilen bir kavrama dönüştüğü dikkatlerden kaçmıyor!).

Bu yeni dünyada birkaç türüyle dev dinozorlar ve türlü-çeşitli vahşi yaratıkların yanısıra, ilk insanlar da var. Nitekim Apatosaurus cinsinden sempatik genç dinozor Arlo, kendisini ailesinden ayıran doğal felaketlerden sonra minicik, ürkünç ve pire gibi zıplama yeteneğine sahip bir mahlukla karşılaşıyor. Hemen değilse de biraz sonra, bizler onun bir çocuk olduğunu anlıyoruz. O da ailesinden kopmuş, korku içinde hayatta kalmaya çabalıyor.

Giderek Arlo ve adının Spot olduğunu öğrendiğimiz küçük velet (O çağda bile bir ad sahibi olmak şarttır: En azından bir hikaye anlatabilmek için!), iyice dost oluyorlar. Ve birlikte hem ailelerini aramak, hem de ürkünç yaratıklara karşı koymak serüvenine atılıyorlar.

Başta da dediğim gibi, bu yüksek düzeyde bir teknolojiyle anlatılmış, duygusal yanı güçlü bir öykü. O çağdaki yerküremiz oldukça estetik görüntülerle, bir tür tarih-öncesi cennet gibi tasvir edilmiş. Geneldeyse bir western havası egemen sanki

İki kahramanı da çocuk yaşta olduğu için, küçüklere de seslenebilir. Çok iyi yapılmış seslendirmesinin de katkısıyla…

Ancak kimi sahneler çok küçükler için (4-7 yaş grubu diyelim) yer yer ürkünç olabilir. Kendi adıma, 4 yaşına girmiş torunumu götürmek istiyorum: İlk sinema deneyimi olarak… Bakalım başarabilecek miyim!...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...