15 Eylül 2017

Çaresiz gençler, korkunç palyaçolar ve bir korku zirvesi

King’in adı yeniden korku/gerilim türüyle birlikte anılmaya başlayacak

 

0          (It)        X  X  X  X

Yönetmen:  Andy Muschietti
Senaryo: Chase Palmer, Cary Fukunaga,  Gary Dauberman
Görüntü: Chung-hoon Chung
Müzik:  Benjamin Wallfisch
Oyuncular:  Jaeden Lieberher, Jeremy Ray Taylor, Sophia Lillis, Finn Wolfhard, Chosen Jacobs, Jack Dylan Grazer, Wyatt Oleff, Bill Skarsgaard

Warner Bros filmi.

 

 

Stephen King’le sinemanın ilişkileri artık bir efsanedir. Sayısız film bu korku ustasının roman ve hikâyelerinden  yola çıkmıştır. Aralarında Carrie - Günah Tohumu, Shining - Cinnet, Kujo, Christine, Misery - Ölüm Kitabı, The Shawsank Redemption- Esaretin Bedeli, The Green Mile- Yeşil Yol, Hearts in Atlantis- Gizemli Yabancı, Secret Window- Gizli Pencere, The Mist- Sis gibi gerçekten unutulmazlaşmış filmler de olmak üzere.

Ama tüm bu filmler son on yılın gerisinde kaldı. Gerçi o hiç durmaksızın çalışıyor: hala birçok film, TV filmi veya dizisi ondan yola çıkarak yapılıyor. Ama pek önemlisi çıkmadı.

İşte O belki bunu değiştirecek. Ve King’in adı yeniden korku/gerilim türüyle birlikte anılmaya başlayacak. Bu etkileyici filmin seriye dönüşeceği haberi de bu yolu açıyor.

Aslında King’in bir ilk dönem metninden 1990’ların başlarında uyarlanmış hikâye, ABD’de Maine eyaletinin küçük kasabası Derry’de geçiyor. Biri kız 7 kişilik bir gençler grubu: 13 yaşlarında...Bunlar değişik kökenlerden gelseler de kasabanın ‘ezik’leridir: Birçok Amerikan okulunda olduğu gibi daha uzun, daha büyük, daha güçlü ve açıkça sadist ağabeylerince sürekli taciz edilen...

Aralarına en son karışan tombiş Belch, en okuyup yazanlarıdır. Öyle ki, o yaz mevsiminde sık sık okul kitaplığına gidip Derry’nin tarihini öğrenir. Ve böylece biz de öğreniriz ki, bu kasabada geçmişte zaman zaman (tam olarak 27 yılda bir!) büyük facialar yaşanmıştır: daha ilk kurulduğu zaman, tüm kurucularının topluca kaybolmalarını takiben, zamanı geldikçe bir grup insan ve onlardan da çok çocuk birden kayıplara karışmakta ve asla bulunamamaktadır.

Ve birden o yıldönümünün geldiği anlaşılır. Kolay unutulamayacak bir sahnede, yedi küçük kahramanımızdan birinin küçük kardeşi Georgie, bir kanalizasyonun içindeki ürkünç bir palyaço tarafından içeri çekilip başka bir aleme götürülür.

Ardından başka kayıplar başlar. Ve ortalık bir yandan işkenceci ağabeyler, tacizci babalar gibi tipik ‘taşra kötüleri’yle dolarken, öte yandan ürkünç palyaçolar ve kaybolanların dönüş yapan hayaletleriyle dehşete boğulmaya başlar.  

Filmi elbette King’in kaynağında olduğu ve korku sinemasıyla ancak dolaylı ilişkisi  bulunan Carrie, Cinnet, Esaretin Bedeli, Yeşil Yol gibi başyapıtlarla kıyaslamak gereksiz. Bu açıkça en saf haliyle bir korku filmi. Ve bu açıdan gayet başarılı.

Özellikle ilk yarıda...Tüm o görsel açıdan kusursuz sahnelerin içerdiği arı korku duygusu, o tanımlanamaz gerilim...Giderek (ve 135 dakikalık uzunluğunun da katkısıyla) bu duygu biraz tavsamıyor değil. Ama sonuç olarak bu sinemanın en ürkütücü filmleri arasında yer alacak.

Ama başka ilginçlikleri de var. Taşra zaten Amerikan sineması içinde gerçekten de tekin olmayan, hatta açıkça uğursuz bir mekandır: sayısız filmin gösterdiği gibi...Burada da öyle. Hele gençlerin acımasızlığı, ikisi de cinayetle sonuçlanan iki inanılmaz baba-evlat ilişkisi gibi toplumsal olaylar da işin içine katılınca...

Ama belki asıl başarı, o 13 yaş gençliğinin tasvirinde. Senaryodan çekimlere, oyuncuların seçiminden yönetimine her öge öylesine sağlam ki... O ona yakın genç insanı sanki yakından tanıyor, kişiliklerinin ayrıntılarını kavrıyorsunuz.  Ve tüm o abartılı korku dünyası içinde, film sanki ABD taşra gençliği üzerine bir belgesele bile dönüşüyor!..

  Hepsi yepyeni, ama hepsi başarılı kadronun hangi birini anmalı?  Ben yine de onca oğlan arasından kız olarak tek başına öne çıkmayı bilen Sophia Lillis’e değineyim. Bir de ‘palyaço’ Pennywise rolünde ailenin üçüncü kuşağından mesleğe adım atan Bill Skarsgaard’a...Umarım hepsi ilerde de başarılı olur, en azından devam filmlerinde karşımıza çıkarlar.

Evet, bu yeni mevsimin görülmesi gereken filmlerinden biri. Ama çocuklarınızı kesinlikle götürmeyin: perdede yaşıtları varsa da, bu hikaye genç ruhlar için hayli yıpratıcı olabilir.  


Yarın: SUİKASTÇI ve AŞK NOTLARI

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"