13 Ekim 2017

Bir ustanın son başyapıtı, yaman bir burjuva gözlemi

Bir büyük ailenin kuşaklara yayılan dramı ve sinema tarihinin bize sunduğu en sağlam, en ödünsüz burjuva eleştirilerinden biri

 

MUTLU SON     X   X   X   X   X
(Happy End)

Yönetim ve senaryo: Michael Haneke
Görüntü: Christian Berger
Oyuncular:  Isabelle Huppert, Jean-Louis Trintignant, Mathieu Kassowitz, Fantine Harduin, Franz Rogowski, Laura Verlinden, Toby Jones

Fransız-Alman ortak-yapımı.

 

Ne şaşırtıcı, sürprizli bir film!.. İlk başta insanı itiyor; cep telefonuyla saptanmış, kimin tarafından ve ne amaçla çekildiği belirmeyen ev-içi görüntüleri. Ardından dev bir inşaat alanı ve birden bir duvarının aniden çöküp panik yaratması.

Sonra büyük bir evde toplanmış bir aile ve bireylerinin karışık ve odaksız ilişkileri. Tüm bunlar nedir, nereye varacak? Yoksa Haneke Usta artık yaşlandı ve ne anlattığını bilmiyor... gibi yargılara bile geçiyorsunuz!..

Ama giderek her şey aydınlanıyor. Ve ortaya bir büyük ailenin kuşaklara yayılan dramı ve sinema tarihinin bize sunduğu en sağlam, en ödünsüz burjuva eleştirilerinden biri çıkıyor. Son dönemde çokça andığım Bunuel ve özellikle Burjuvazinin Gizli Çekiciliği yapıtını bir kez daha akla getiren... 

Fransa’nın deniz kıyısındaki Calais yöresinde yaşayan bir ailenin üç kuşağını birden tanıyoruz. Bu büyük ailede büyükbabadan torunlara uzanan bir suç, psikolojik rahatsızlık, giderek cinayet eğilimi vardır. Büyükbaba Georges öylesine yaşlanmıştır ki, artık tek arzusu bu hayattan çekip gitmektir: Mümkünse sessizce...

Oğlu Laurent, boşandığı ilk eşinden olan 13 yaşındaki kızı Eve, yeni eşi ve bebek oğluyla yaşamaktadır.

Georges’un kızı, Laurent’ın kız kardeşi Anne da eşinden ayrılmıştır. Bir İngilizle nişanlanmaya hazırlanırken, yetişkin oğlu Pierre’i ailenin sahip olduğu büyük inşaat şirketinin yeni patronu yapmayı da umut ederek... Oysa onun o işlerde gözü yoktur, öncelikle filmin başlarında gösterilen ve yöreye denizden gelen Kuzey Afrikalı göçmenlere yardımı düşler. Bir yandan da  dedesi gibi uzaklara kaçmayı kurarak... 

Hikâye daha çok en gençleri Eve’in açısından görülüp anlatılır: öncelikle filmi açan ve ‘Snapchat’ denen, telefonla çekilmiş ev içi görüntüleriyle...Bunları Eve çekmiştir: tıpkı finaldekiler gibi...

Sonra olaylar gelişir, ailenin olumsuz, acınası, giderek ürkünç geçmişi ortaya çıkmaya başlar. Büyükbaba yıllar önce hasta karısını bizzat boğarak öldürmüştür. Laurent karısından gizli olarak bir kadınla sapık bir ilişki kurmuştur: Mesaj ve yazışmalar yoluyla... En küçük birey Eve ise tüm bunları sanki genlerine almıştır: Onda da yaşına uymayan bir acımasızlık gizlidir.     

Göründüğü gibi tüm ailede bir tuhaf özgüven ve kurallara meydan okuma tavrı, bir yok etme içgüdüsü vardır. Film bunları mesafeli biçimde saptarken, Haneke’nin ustası olduğu doğal insan gözlemleri sunar. Emekçilerin ya da göçmenlerin acınası kaderleri ve yanı sıra, burjuvaların gizli ve aşırı bir suç ve günah atmosferi içinde geçen yaşamları.

Büyükbabada bugün 88 yaşında olan Jean-Louis Trintignant, yine Haneke’nin Cannes’da Altın Palmiye alan Amour- Aşk filminden altı yıl sonra, dönüşünü yine onunla yapar: herhalde artık vasiyeti olacak bir rolde çok dokunaklı ve ayni ölçüde ürpertici bir rolle...

Aşk’ta da partneri olan Isabelle Huppert (orada da kızıydı) iki arada bir derede kalmışı gibidir. Sanki yeterince kendini gösterme fırsatı bulamamış gibi... Ama finalde o çığrından çıkan nişan törenini idare ederken, gerçekten muhteşemdir.  

Ayrıca edepli gözüküp kendini şehvet mesajlarında bulan Laurent’da yönetmen-oyuncu Mathieu Kassowitz, öfkeli genç oğulda Franz Rogowski ve ailenin tüm günahlarını tevarüs etmiş gözüken Eve’de Fantine Harduin, birbirinden iyi oyunlar sunarlar.

Önceleri biraz karışık ve itici gözüken, ama giderek her şeyin yerli yerine oturduğu, atılan tüm düğümlerin bir ‘puzzle’ gibi çözülmeye başladığı bir film. Yapısı bir tür mimar yaklaşımıyla kurulmuş, önemli bir sinema yapıtı. Göçmenlerin gelişini, karaoke sahnesini, nişan törenini, ama özellikle o deniz kıyısındaki final bölümünü sanırım hiç unutmayacaksınız.

YARIN: CİNGÖZ RECAİ  ve ÖLÜM GÜNÜN KUTLU OLSUN!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"