KESKİN NİŞANCI (American Sniper) X X X 1/2
Yönetmen: Clint Eastwood
Senaryo: Jason Hall
Görüntü: Tom Stern
Oyuncular: Bradley Cooper, Marnette Patterson, Kyle Galliner, Jason Hall, Elise Robertson, Troy Vincent/ Warner Bros filmi
|
Artık Amerikan sinemasının yaşayan efsanesi haline gelmiş bir Clint Eastwood, Amerikan denizcilerinin ünlü komando elit grubu olan SEAL’in alanında efsane adı Chris Kyle’ın gerçek yaşam öyküsüne odaklanıyor.
Bugün 85 yaşında (1930 doğumlu) olan ünlü oyuncu-yönetmen, tam 1971’de başladığı yönetmenliğinde bununla 37 filme ulaşmış bulunuyor. Bir ‘spagetti-western’ aktörünün eriştiği yere bakar mısınız? Her bir filmi kendine göre ilginç olan, Affedilmeyen’le Oscar’a da uzanmış sanatçı elbette hep dikkate ve ciddiye alınmayı hak ediyor. Bu küçük övgünameyi bir sinemasever manifestosu sayabilirsiniz!...
Yeni filmi de elbette tartışma açacak. Açtı bile... Dünya üzerinde amansız bir Amerikan düşmanlığının yaygınlaştığı, dev ülkenin müdahele ettiği birçok olay ve ülkeden sonra kendisine sayısız düşman edindiği bir çağda, ABD bu kez de aşırı İslamcı ve cihadçı grupların baş hedefi haline geldi. O da maşallah, zaman zaman pek iyi izleyemediği dünya politikasıyla yanlış işler yapıyor, yanlış rejimlerle ittifaka giriyor, tehlikeli oyunlar oynuyor.
Ama sinema hem bunlar, hem de başka şeyler. imdb’de bir okurun dediği gibi, filme sırf siyasal nedenlerle, sırf Amerikan antipatisine dayanarak ve “Amerikan propagandası yapıyor” diyerek karşı çıkmak yeterli mi? Bu film, yansıttığı o çok özel dünya ve genel siyasal gerçekler içinde, bizlere yakın tarihten ve de günümüz dünyasından önemli şeyler söylemiyor mu?
Böylece Texas’lı ve 1974 doğumlu Chris Kyle’ın öyküsünü izliyoruz. Babasının kardeşiyle birlikte iyi birer nişancı olarak yetiştirdiği (elbette av sporu sayesinde!) Kyle önceleri ‘kovboy olma’ hayalleri kurarken, özellikle 11 Eylül 1991 saldırılarından sonra ülkede uyanan vatanseverlik ve militarizm havası içinde, orduya katılmaya karar veriyor. Ve uzun bir eğitimden sonra, SEAL komando ekibine giriyor. Yıllar boyu, ABD’nin o sıralarda savaştığı İrak’a tam dört kez gidecek ve sayısız (170’e yakın!) düşmanı hedef alıp vuracaktır. Tam bir askeri efsane...
Elbette filmin akışı içinde bize gösterilen her ‘düşman’, sanki öldürülmeyi hak ediyor. Ama hep böyle mi olmuştur? Arada kurban olan masumlar ne olacak? Eastwood, klasik sinemanın tüm ustalığıyla bu sorunu deşiyor. Nişangahın ucunda kimi zaman kadınlar, hatta küçük çocuklar da olmuyor mu? Ama ya o kadın bir bomba taşıyorsa? Ya o küçük çocuğun eline ölümcül bir ağır silah verilmişse? Vurmak ya da vurmamak. İşte asıl mesele!...
Film bu ikilemi müthiş bir görsellikle işliyor. Ve klasik savaştan uzaklaşıp gerillaya dönüşmüş bir amansız mücadeleyi tüm zalimliği, şiddeti ve korkunçluğuyla gösteriyor. Elbette, hem de çok uzaktan vurulan o insanlara da acıyorsunuz. Onlar da kendilerine göre haklı bir ideal peşinde koşmuyorlar ve kutsal birşeyleri savunmuyorlar mı? Vatanlarını, ailelerini, inançlarını?
Ama suç yalnızca Amerika’da mı, yalnız o mu Büyük Şeytan? Her ülkenin, her devletin, hatta her dinin dünyamızın bugünkü haline katkısı olmadı mı? Hangimiz sütten çıkmış kaşığız, hangimiz masumuz?
Bu iyi çekilmiş filmi belki Kathryn Bigelow’un Zero Dark Thirty filmiyle kıyaslamak mümkün. Bin Ladin’in yakalanıp öldürülmesi üzerine olan o filmi de çok sevmiştim. Yalnızca Bin Ladin’i günahım kadar sevmediğim için değil. (Bugün dünyayı saran terör biraz da onun eseri değil mi?). Ama belki barışa bir nebze de olsa hizmet eden bu olayı, üstelik bir kadın yönetmenin elinden çıktığı halde şaşırtıcı bir gerilimle verdiği için...
Burada da benzer bir duyguya kapıldım. Bu filmin de ‘Amerikan propagandası’ yanı var, kaçınılmaz olarak... Ama ayrıca bu alabildiğine haşin, sert, gerçek bir çağdaş savaş filmi. Savaşın sonuç olarak insanı, bireyi, savaşın tüm cephelerinde aslında belki çok başka, daha yumuşak bir hayatı aileleriyle birlikte yaşayabilecek sayısız askeri getirip eşiğine bıraktığı dehşetin ve ölümün hikayesi.
Demek ki görülmesi gereken filmlerden. Görün, sonra tartışırsınız. Baş oyuncu Bradley Cooper ise o kahramana benzemek için aldığı kiloların da etkisiyle, sanki tüm fiziğini de kimliğiyle birlikte değiştirmiş. Yani yeni bir Robert de Niro sendromu. (Raging Bull- Kızgın Boğa filmini hatırlayın). Bu yılın Oscar yarışında hayli düzeyli olan erkek oyuncu dalında, onun da ön sıralarda olduğunu söylemek yanlış olmaz.