09 Mart 2018

Bir dönem tasviri ve Hitchcock tatları içeren bir aşk öyküsü

Uzun, bir nehir gibi ağır ağır akan, genelde tiyatro atmosferi içeren bir film

 

PHANTOM THREAD     X  X  X  X

Yönetim, senaryo ve görüntü: Paul Thomas Anderson
Müzik: Jonny Greenwood
Oyuncular:  Daniel Day-Lewis, Vicki Krieps, Lesley Manville, Brian Gleeson, Sue Clark, Joan Brown, Harriet Leich

ABD-İngiltere yapımı. 

 

 

Özellikle oyuncularına en iyi roller sağlayan (yönettiği yedi oyuncu Oscar adayı oldular), kendisi ise henüz Oscar almadıysa da Avrupa’nın en büyük üç festivalinde (Cannes, Venedik ve Berlin) en büyük ödülü kazanmış tek yönetmen olan Paul Thomas Anderson’un yeni filmi, hem onun filmleri, hem de tüm sinema tarihi içinde hayli özgün gözüken bir yere yerleşiyor. Sanırım bizim sinemasal anılar dağarcığımıza da...

1955 yılının capcanlı Londra’sında toplumun en üst kesimlerine elbise diken bir modacı/ terzinin, Reynolds Woodcock’un hikayesi bu...Kentin göbeğindeki şık ve modern döşenmiş dairesinde tek başına yaşayan Reynolds, kız kardeşi Cyril’le birlikte yürüttüğü işinde İngiliz soylularına, sosyete mensuplarına ve fırsat düşerse kraliyet ailesine giysi tasarlıyor. 

Onların bedenlerine en iyi oturan, yüzlerini en iyi değerlendiren giysiler...Ve kadınları mutlu ederken, kendisi de görkemli bir tatmin duygusu yaşıyor.

Hayatında duyguya ve duygusallığa yer yok. Ne evlenmiş, ne aşık olmuş, ne kadınlara özel bir düşkünlüğü var!.. Kızkardeşiyle konuştuğu zaman da çokluk tartışıyorlar: onunla bile tam anlaştığı söylenemez.

Ve günün birinde, garsonluk yapan alçakgönüllü ve gencecik Alma ile tanışıyor. Bir bakışma, bir iletişim kurma,  bir yemek. Ama ardından gelen yatıp kalkma değil, onu model olarak kullanma arzusu!..

Ama Alma öylesine sağlam bir kişilik ki...Giderek Reynolds’un hayatına yerleşiyor; o yoğun tempolu hayatta kendisine özel bir yer açıyor. Kendisini o üst çevreye kabul ettiriyor; adamın çıkışlarına, kurallarına, uyarılarına, giderek hakaretlerine direniyor ya da ayni biçimde karşılık veriyor.

Ama durum giderek komediden drama kayıyor. Aşkına hiç karşılık alamadığını düşünen Alma, çok sevdiği doğadaki gezintilerinde zehirli mantarları keşfediyor. Ve onlardan yaptığı yemekleri adama yedirmekte de hiçbir sakınca görmüyor!..

Bu tuhaf film, birbirinden farklı birkaç yolda birden yürüyor. Hiçbirine tam olarak sapmadan...Bir moda ve giyim-kuşam filmi...Bir savaş-sonrası Londra yaşamı belgeseli...Bir tutku ve saplantı öyküsü...Bir  aşk filmi, ama ayni zamanda barok bir suç ve kriminalite öyküsü. Biraz Hitchcock vari...

Ve de 40’ların Rebecca, Gaslight gibi bir çiftin öyküsüne dayanan ünlü psikolojik gerilimlerine de göndermeleri olan...

Böylece karşımıza uzun, bir nehir gibi ağır ağır akan, genelde tiyatro atmosferi içeren bir film geliyor: belli bir barok atmosferi ve şıklığı da olan...

Kadın-erkek ilişkilerine farklı bir yaklaşım getiren, kalıplaşmış dengeleri sarsan... Haşin bir erkeğin çok yumuşak ve boynu bükük gözüken bir kadın tarafından talim terbiye edilmesinin öyküsü de sayılabilecek...

Tüm bunlarda aslında Amerikan’dan çok klasik İngiliz geleneğine yakın bir oyunculuğun da büyük katkısı var. 1957 doğumlu, 1980’lerde oyunculuğa atılan Daniel Day-Lewis, 1989 yılında Jim Sheridan’ın My Left Foot- Sol Ayağım filmiyle Oscar almıştı.

Yönetmen Anderson’la on yıl kadar önce There Will Be Blood- Kan Dökülecek filminde de birlikte çalışmışlardı. Ve o film Day-Lewis’e bir ikinci Oscar getirmişti. Hayli seyrek çalışan, çok seçici bir oyuncu için büyük başarı!...

Day-Lewis bu filmde dört başı mamur bir portre çiziyor: o zor, karmaşık, çetrefil karakteri capcanlı biçimde karşımıza getiriyor. Bu rol onun için sonuncusu  olabilir, çünkü artık sinemayı bıraktığını kesin bir dille açıkladı. Yazık...Onu arayacağız.

Kadın oyuncular da müthiş. Yepyeni oyuncu Vicky Krieps’in Alma’sı aklımızı başımızdan alıyor: öylesine yumuşak, boynu bükük bir kişiliğin giderek şeytanileşmesi...

Kız kardeş de yine tanımadığımız Lesley Manville ise, 40-50’lerin ünlü karakter oyuncusu Judith Anderson’u hatırlatan yüzüyle çok ilginç bir kadın portresi çiziyor

Dediğim gibi ağır bir tempoyla gelişen ve insanı farkında olmadan etkisi altına almasını bilen özgün bir film. Belki herkese göre değil, ama has sinemaseverler kaçırmasın.

 

Yarın: ZİYARETÇİLER: GECE AVI


Not: Haftanın ilginç Türk filmi DİRENİŞ: KARATAY filmi eleştirim ortakoltuk.com sitesinde

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"