03 Mart 2024

"Bahar"ın uyanışı ya da dizideki ikinci hayat fikri üzerine

Orta yaşa gelmiş olanlar, her bir seçim ile bir adım atıyor, yolun ortalarında bir yerde arkasına bakıyor, izlemek istenen rota bu muydu ya da yeniden başlanırsa aynı rota mı izlenmeli diyerek düşünüyor. Bazen hayatımızdan memnun olmadığımız için bile değil sadece seçmediklerimizin bizi nasıl değiştirebileceğini merak ettiğimiz için

Bahar dizisi yeni başladı. Çok konuşuldu üzerine. Yeni başlayan ve tutan her dizi bütün sorunlarımızı çözmeye gelmiş gibi bir hava yaratıyoruz gibi geliyor bana zaman zaman. Diziyi izledim, jenerik giriyor ve biz baharın dallanıp budaklandığını, çiçeklendiğini görüyoruz. İlk sahneden, içimize umut kırıntıları ekiliyor. Bahar geliyor. Bahar, rengarenk giyinen ama hayatının renkleri solmuş bir kadın. Yeni bir hayat kurmayı başarırsa, silkinip oturduğu yerden kalkarsa bize de umut aşılayacak gibi duruyor. Öyle ya, biz ayağa kalkıp yapamıyorsak o zaman birisi ekranlarda bizim için yapmalı bunu.

Yerli dizilerin kadın odaklı içerik üretme arzusunun uzundur farkındayız. Dahası hem izleyenlerin hem de eleştirmenlerin bu dizileri feminist perspektiften okuması da yeni değil. Bir metni feminist olarak nitelemenin, o metni bu bağlamda okumanın, izlemenin temelinde dönemin ruhu yatıyor. Dolayısıyla aslında bazı dönemler var ki, biz hep bir gözlüğün arkasından bakıyoruz dünyaya. Kuşkusuz hikâyeler de buna destek veriyor. Kadın karakterin çevresinde örülen bir hikâyenin kadınların problemlerine hizmet ettiğini düşünüyoruz. Bu kötü mü? Elbette değil, ancak sorulması gereken bir soru daha var. Bu dönemin yansıttığı ruh bir farkındalık yaratıyor mu? Elbette ki sorunların konuşulur hale gelmesi onların konuşulamamasından daha iyi. Ama, bir ama var. Mesela Bahar dönüyor arkadaşına, kariyer her şey değil diyor. Ben kariyerim yokken de güçlü olabilirim diyor. Diyor diyor ama aslında Bahar'ın da kariyeri var ve bu cümleyi söylemiş olmasına rağmen yine kariyer yolunu seçerek ilerliyor. Küçük küçük anlarda bir kıvılcım çıkmıyor değil diyeceğim ama yok. Dizilerin özgürlükçü bir tavır takınamayacak olmasının önünde onlarca engel var.

Tren istasyonu manzaramda, Şubat'ın 24'ünde, sabahın 10'unda, alışılmadık güneşli bir havada, içine fazlaca havuç koyulmuş kekimi yerken kendi kendime soruyorum. Orada değil de burada olsaydım, ne değişirdi? Şu an gördüğüm trenin içinde olan kişi, hangi kararlarını benden farklı verdi? O niye orada, ben niye buradayım? Hangi seçimlerimin sonunda bugün olduğum yerdeyim? Yıllar önce öyle değil de böyle karar verdiğim hangi anlar ardı arkasına geldi ve ben bugün, bu masada havuçlu kek yiyorum? Bahar'ın hayatını değiştiren kararı biliyoruz. Çünkü bu bir dizi. Bizim için ise sorunun cevabı o kadar kolay değil.

Yıllar önce puslu bir Dublin gününde karşıdan karşıya geçen bir güvercin görmüştüm. Zebra geçitten geçiyordu. Yayalara yeşil ışık yanarken... Tanımadığım bir adamın "aptal güvercin" dediğini duymuştum. Şüphesiz akla en yakın seçimi yapmamıştı o güvercin. Sağa değil de sola, geriye değil de ileriye yürümesinin nasıl bir sebebi olabilirdi ki, üstelik herkes ondan uçmasını beklerken.

Orta yaşa gelmiş olanlar, her bir seçim ile bir adım atıyor, yolun ortalarında bir yerde arkasına bakıyor, izlemek istenen rota bu muydu ya da yeniden başlanırsa aynı rota mı izlenmeli diyerek düşünüyor. Bazen hayatımızdan memnun olmadığımız için bile değil sadece seçmediklerimizin bizi nasıl değiştirebileceğini merak ettiğimiz için. Aslında kurmacanın özünde de bu yatıyor. Yaşanmamış bir hayatın hüsranından bahsetmeyi, kendimize ağıt yakmayı edebi metinler aracılığıyla çok sevdiğimizi söylesem bu keşfi ben yapmış olmam. Ancak yaşanmış bir hayatın hüsranında yeni yeni bahsediyoruz.

Bahar dizisinin kadın hakları arayışı bağlamında okunması bana kalırsa en yalın tabirle doğru değil. Bahar iyi eğitimli ve sosyo-ekonomik sınıfı yüksek bir kadın. Çocuklarını büyütmüş, çocukların babası zengin. Geri dönebileceği bir anne evi var. İkinci bir hayat için önüne neredeyse tüm imkanlar serilmiş. Dahası dizideki problem toplumsal bir problem gibi de anlatılmıyor, bu durum kişisel bir hikâyeye indirgeniyor. Öyle ki, insanın içinden bu zamana kadar neredeydin Bahar, diyesi bile geliyor. Bana bu yerli dizilerin sorunu büyük sorunları küçük, küçük sorunları ise büyük anlatmakmış gibi geliyor hep. Bu dizide de şaşırmıyorum.

Oysa hayat böyle değil. Hayat sizi sıkıştırıp tükürüyor. Yeniden başlamanızı güçleştiriyor, bildiğiniz travmayı bilmediğiniz mümkünlere tercih ettiriyor. Bugünden yarını bilemeyişin getirdiği bir şey varsa o da bahar özlemi. Yeniden yeşerebilmek, dallanıp çiçeklenebilmek istiyoruz. Gençlik günlerinin imkanlara gebe hallerini ve aslında bir zamanlar gençliğin imkanlara gebe olabilme hallerini özlüyoruz. Hayat yumruk atıyor, biz düşüp kalkıyoruz. Ancak kimi zaman kalkmak o kadar da kolay olmuyor işte. Dolayısıyla bence Bahar bir kadın uyanışı dizisi değil. Değil çünkü çok sebebi var. Değil çünkü nereden başlasam. Her melodramda olduğu gibi yine aynı kodlar işliyor bu dizide. Bahar'ı 20'li yaşlarında bir erkek ayağa kaldırmış ya hani, kocası olmuş sonra o kişi, uğruna hayatını feda etmiş, e şimdi de bir yakışıklı ve zengin doktor geliyor elinden tutmaya. Dizilerde kadınların kendi kendine ayağa kalkabileni o kadar az ki. Dolayısıyla merkezde bir kadın olabilir de, o kadının merkezden bize ne söylediği daha önemli. Ayrıca Bahar haricindeki kadınlara da bakmak gerekli değil mi? Kayınvalide melodramın "kötü" kişisi, dizinin bir "öteki kadın"ı var. Bahar'ın arkadaşı hayatında Bahar'ın arkadaşlığından başka bir şey olmamacasına streotip. Bahar'ın anne ve kayınvalidesi Yeşilçam filmlerinden fırlamış bir dramatik karşıtlığın tarafları. Bahar'ın kızı ve kızının sevgisiz büyüyen arkadaşı klişe ödüllerine soyunuyor. Bahar'ın kızının olumlanan hanım hanım hanımcık halleri ve arkadaşının sevgisiz, anne-baba şefkatinden, ideal aile ortamından uzak büyüdüğü için alttan alta isyankâr, olumsuzlanan tavırları. Çocukta yaparım kariyerde, kek de pişiririm doktorluk da yaparım diyerek harap olan kadınları daha da mı harap edelim? Her yere yetişme baskısı olmadan, hayatın her alanında başarılı olmadan da değerlisin, bu insani değil, koşma, yavaşla demekten dilimizde tüy biterken, kadınların oldukları halleriyle değil yaptıkları ile değer görmesini eleştirirken, Bahar'ın dizinin afişindeki haline bir bakalım mı?

Bahar'ın afişi bizi yine başladığımız yere götürüyor gibi. Bu arada afişin "Lessons in Chemistry" dizisinin afişine ne kadar benzediğini de söylersek ve dizinin 50'li yılların muhafazakâr ortamında hayata tutunmaya çalışan bir kadını anlattığını eklersek faydalı olur sanıyorum. 1950'lilerin, tekrar yazmak istedim.

Ayrıca kadınlar uyanıklar zaten, uyumadılar ki uyansınlar. Sorun uyumaları ise asla değildi. Ayaktaki prangalardan, sırttaki yüklerden kurtulmak kişisel çabalarla mümkün olamaz. Bir ev kadını evinde mutlu değilse, mutsuz evliliğini devam ettirmeyi seçiyorsa, çocuklarını tek başına nasıl büyüteceğini düşünürken, çalışıp ev geçindirmeyi, bir evin kirasını üstlenmeyi, iki çocuğun okul ve diğer masraflarını üstlenmeyi göze alamıyorsa bunun sebebi kendi cesaretsizliği değildir. Dolayısıyla bu "uyanış" için karaciğer nakline değil, toplumsal bir değişime ihtiyaç olduğu açıktır.

Bahar dizisi yeniden uyanışlara özlem fikri üzerine bana kalırsa. Çok konuşulması bu sebeple de sürpriz değil. Hangimizin ihtiyacı yok ikinci şanslara. Hangimizin elimizden tutulmaya, kendimizle gurur duymaya, kendimize yürü be başardın demeye, umut etmeye ihtiyacı yok? İşte Bahar'ı gördükçe içimizin kımıl kımıl olma ihtimalinin altında yatan sebep de bu. Çoğumuz bekledik baharı, gelecek sandık, gelmedi, gelmedikçe kışın şartları sertleşti. Ancak dizilerin sorunlara tercüman olmasını beklememeli. Dizilerin zamanın ruhuna uymaya çalışan popüler kültür ürünleri olduğunu akıldan çıkarmamalı. İhtiyacımız olan karşı çıkıyormuş gibi görünerek içinde bulunduğu ideoloji onaylayarak yeniden üreten diziler değil. Diziler bize hoşça vakit geçirtmeye yarıyorsa ne ala. Bence onu yapabilmesi için de "yerli dizi yersiz uzun" sloganının şiar olduğu günlere baştan dönebilmemiz gerekiyor.

Aslı Kotaman kimdir?
 

Aslı Kotaman Universitaat Ruhr, CAIS entitüsüne bağlı olarak diziler, filmler, medya dolayımıyla hayatımıza giren tüm içerikler üzerine çalışıyor.

Kotaman, lisans ve yüksek lisansını gazetecilik, doktorasını ve doçentliğini sinema alanında tamamladı.

Sanatın Erkeksiz Tarihi, Zihin Koleksiyoncusu ve Açıkçası Canım Umurumda Değil deneme kitaplarının yazarı Kotaman'ın akademik olarak yayımladığı Türkçe ve İngilizce makale ve kitapları mevcuttur.

Gazete yazılarına ve sosyal medya üzerinden yaptığı yayınlara devam eden Kotaman'ın çalışma alanları içersinde diziler, film eleştirileri, feminist yazın, temsil, bakış alanları bulunuyor. 

Yazarın Diğer Yazıları

Baby Reindeer: Gelgitli bir zihin yolculuğu

Hepimizin farklı derecede tuhaf olduğunu anlatan Baby Reindeer, insan olmak nedir sorusuna cevap verilemeyişinin de yanıtı

Neden bağırıyor bu kadınlar?

Suyun üzerinde kalan, çapalamayan kadın karakterlere da ihtiyacımız olduğunu yazmak istedim. Sevilmek, takdir görmek ve hak ettiği yeri gerçekten hak ettiğini göstermek için çapalaması gerekmeyen karakterlere

Dijital yas mümkün mü?

Yapay zekâ ile ölümden sonraki yaşam dediğimizde iki şeyden bahsediyoruz. Bir ölen kişinin ardından kalanların yaşadıkları süreç, bir de bir gün ölecek olduğumuzu bildiğimizden bizden sonraki süreci olan katkımız