Ermeni soykırımının 100. yılı anma etkinlikleri Türkiye'de de yapıldı. Dünyanın dört bir yanından İstanbul, Bitlis, Diyarbakır, Batman, Adana, Ankara, Van başta olmak üzere Nisan ayı boyunca birçok yerde atalarını andılar.
Gelenlerin birçoğu hayallerindeki evleri, çeşmeleri ve yolları bulamadı. Zira o evler yıkılmış yerlerine Toplu Konutlar dikilmiş, o çeşmelerde ise su akmıyordu artık. Buldukları kilise kalıntılarının içlerinde çoğunlukla definecilerin kazdığı metrelerce derinliğindeki kuyular vardı. Köylüler onlarla azıcık sohbetin ardından birkaç parça kağıt göstererek sakladıkları altınları 'kırışmayı' önerdiler...
Bazı yerlerde ise bunların hiçbiri olmadı.
Türkiye'de tablo Ermeni mirasının korunması konusunda oldukça kötü. Bir yanda IŞİD'in Irak ve Suriye'de müzeleri ve anıtları tahrip ettiğini televizyonlardan seyrederken üzerine oturduğumuz coğrafyanın profesyonel 'kültür teröristleri' hala iş başında.
Koruma listesinde olmasına rağmen Elazığ'daki Ermeni Protestan Kilisesi de bunlardan biri. Elazığ'daki tarihi yapıların tescil işlemleri Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'ne bağlı. Müdürlüğün internet sitesinde yayınladığı 265 tescilli kültür mirası arasında Protestan kilisesi Süryani Kilisesi olarak görülüyor. 1987 yılında tescillenen binanın sadece dış duvarları duruyor. 'Khoran' bölümünün üzerinde Ermenice bir “E” harfi var. Ancak tescil edildiği sırada bunu görmezden gelen yetkililer binayı Süryani Kilisesi olarak listeye almışlar. Elazığ il kültür varlıkları envanter listesinde şöyle bahsediliyor Ermeni Protestan Kilisesinden:
“Elazığ Süryani Kilisesi: 19. YY. sonu yapılmış Süryani sanatını gösterir. Daha sonra un fabrikası olarak ta kullanılmıştır. Bugün restorasyonu beklemekte olan tescilli bir kültürel tarihi eserdir”
Ama bu karar da yeterli olmamış.
Şehrin göbeğindeki kilisenin içerisinde bulunduğu otoparkın sahibine otel ruhsatı alabilmiş. Tapu sahibi Coşkun Çağlar Duran otel için ruhsat aldıklarını ve bütçe çalışmaların tamamlanmasının ardından inşaata başlanılacağını söylüyor. Duran verilen bilgiler üzerine buranın eskiden pazar yeri veya un ambarı olduğuna inandırmış kendisini. Ya da inanmak istemiş.
Çok pencereli iki katlı kilise olmazmış!
Duran'ın dediğine göre ruhsat vermeye gelen bilirkişiler buranın “kilise olamayacak kadar büyük olduğunu, iki katlı ve çok pencereli” olmasından ötürü dini bir yapı olmadığını belirtmişler. Dini yapılara otel ruhsatı verilmediğinden bu şekilde bir hikâye ile ruhsat alımı sağlanmış anlaşılan.
Diyarbakır Bölge Koruma Kurulu'nda bilirkişilerin nasıl seçildiğini bilmem ancak, iki katlı ve çok pencereli diye bir yapının dini yapı olma ihtimalini devre dışı bırakan bir bilirkişi pek de bir şey “bilmiyor” demektir. İstanbul'daki birçok kilisenin çok pencereli ve iki katlı olduğunu belirtelim.
Şimdi Diyarbakır'daki yetkililere sormak gerek:
Burası un fabrikası ve kilise değil ise neden kültür varlıkları koruma listesine aldınız?
Aldınız ise neden korumuyorsunuz?
Yanıtını hepimiz biliyoruz değil mi?
Ermeni diye...