16 Ocak 2016

Üniversitelerin vazifesi 'dürüstçe konuşmak'tır

Üniversite mensupları taraf tutmak değil nesnel davranmak üzere bu talebi gündeme taşımışlardır

Üniversiteler 12. ve 13. yüzyılda Ortaçağ’dan (Bolonya, Pavia, Ravenne, Sorbonne, Oxford vb.) Modern çağlara (Humboldt modeli) ve bugüne kadar Evrensel kurumlardır. Adı üzerinde Univers (evren) ile alakalıdır. O zamandan beri bilhassa Ortaçağ üniversite sisteminde Arap düşünür İbn Rüşd’ün Batı üniversitelerine, entelektüellerine taşıdığı geliştirdiği ve yorumladığı Aristotelesçi diyalektik, kıyas ve ispat üzerine kurulu bir eğitim mevcuttur. İlahiyat, Hukuk ve Tıp, Sanat (liberales ars: trivium, diyalektik, gramer, retorik ve quadrivium, aritmetik, müzik, geometri ve astronomi) fakültelerinde lectio dersleri, yani, temel eserlerin okunmasının yanında disputatio adındaki derslerde tartışmalar ve ikinci olarak da quaestio adı altındaki derslerde münazaralar yapılmaktaydı. Üniversiteler, hem temel dersleri hem de güncel olayları tartışmakta ve gerek olduğunda kamuya bunları açmaktaydılar. Bunlar evrenseller tartışmalarıydı

Dolayısıyla üniversitelerde düşünen, araştırma yapan, yayınlayan öğretim üyeleri aynı zamanda evrensel olan yaşam, beslenme ve barınma haklarını içeren insan haklarıyla (özel hukuk) her zaman meşgul olmuşlardır ve zaten bu onların görevidir. Hem Türkiye’de hem de yurt dışındaki olayların vahameti çoğaldıkça, insanlar masum yere hayatlarını kaybetmeye başlayınca entelektüeller açısından baktığınızda, barış istemek kadar doğal bir şey olamaz ve onların bu konular üzerine söz söyleme sorumlulukları vardır. Bu akademik Etika’nın bir parçasıdır. Nasıl yanlış bilgi vermemek, dezenforme etmemek gibi görevleri varsa, bilgiyi kamuya yaymak görevleri varsa aynı şekilde kamu önünde de söz söylemek, iktidarın politik kararlarının sorumluluğunu göstermek için ona yol göstermek, bazı temel hakların korunmasını talep etmek de üniversite mensuplarının vazifelerdir. Entelektüeller ve üniversitede bilgi öğretenler, bunu kamuya yayan kimseler olarak, aynı şekilde kamuya bildiklerini söylemenin de bir gereklilik olduğunu bilmektedirler. Bu onların evrensel görevleridir. Bu üniversite mensuplarının bilmedikleri bir konu değil, evrensel haklara dair insani bir tavırdır.

20. yüzyılın ikinci yarısının en önemli ve etkili entelektüel figürlerinden biri olmuş olan Michel Foucault, son dönem çalışmalarında parrhesia kavramı üzerine çalışmış ve yazmıştı. Bu, entelektüel sorumluluk ve “doğruyu söylemek” veya “dürüst konuşmak” üzerine kuruluydu. Bugünkü anlamıyla sorumlu bir şekilde her şeyi özgürce söylemek anlamına gelmekteydi. Bu, bir filozofun veya 19.yüzyılda onun rolünü alan sosyolog veya sosyal bilimcinin ve bugün kendi dallarında üniversitelerde bilgi aktaran, tartışan ve konuşan her üniversite mensubunun yaptığı geleneksel ve tarihi sorumluluktur; güncel olaylarda artık dayanılmaz hale gelen bir durum varsa, bu durumu kamuya açıklayıp, yöneticilerin de bu anlamda dikkatlerini çekmek sorumluluğudur. Bu tavır siyasi olmaktan çok daha fazla ahlaki bir tavırdır. Bu tavrın dili retorik bir dil değildir; açık ve sarih bir dildir; ne söylediğini direkt olarak söylemektedir ve bu, bir ahlaki entelektüel sorumluluktur. Taraf tutmak değil, iyi gitmeyeni eleştirmek ve kamuya bunu söylemektir. Bu, bir vazifedir o halde.

Bugünkü durumda üniversite mensupları taraf tutmak değil nesnel davranmak üzere bu talebi gündeme taşımışlardır. Terör zaten kabul edilecek bir şey değildir: İster devletten gelsin, ister ona muhalefetten gelsin! Dolayısıyla üniversite mensuplarının talepleri taraflı değil, evrensel olarak insanlığı ilgilendiren taleplerdir. Ve, bu imzaların atılması ise üniversitelerin ne kadar adil ve sorumlu bir şekilde işlediğini bize göstermektedir. Ve, sorumluluğun bireysel ve kamusal olarak gerekli olduğunu topluma anlatmaktadır. Bu, ayrıca dünyanın her yerinde, araştırma görevlilerinden rektörlere kadar her üniversite mensubunun, bildiği tarihi bir şeydir ve yeni değildir.

İktidarlar bunu kınamak yerine üniversiteleriyle övünmelidirler; çünkü akademik bakış açısından yanlış bir şey yapılmamıştır. De Gaulle, bir zamanlar Fransa’yı eleştiren Jean-Paul Sartre gibi bir entelektüel için “O bunu yapmalıdır; çünkü o Fransa’dır” diyecek bir büyük politikayı tarihe armağan etmiştir. Bugün de Üniversite öğretim üyeleri için, “onlar Türkiye’dir” diye bakan bir iktidar , o zaman , bundan gurur duyacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır