19 Ekim 2018

Bir Ara Güler geçti buradan

Fotoğraflarıyla kalbimize ve bakışımıza dokundu

Bir Ara Güler geçti İstanbul’dan, Türkiye’den ve bu dünyadan. Kat etti her yeri; büyük şehirlerden kırlık yerlere ve arkeolojik kazılara kadar. Güllerle dokunaklı bir şekilde uzaklaştı bizim bakışımızdan bugün. Alkışlarla; çünkü onu ve fotoğraflarını herkes sevdi; herkes kıymet verdi hem yaptıklarına ve yaşadıklarına hem de kendi sesine ve gülüşüne, bakışına. Keskin bir bakışı vardı Ara Güler’in. Ara, arayarak bakardı dikkatlice. Neleri görmekteydi aklıyla? Bakış ile akıl birbirlerine bağlanmıştı ve birlikte işlemekteydi. Ara Güler, “sanat mı fotoğraf mı?” tartışmaları içinden geçerek, en prestijli müzelerde, sanat müzelerinde yer aldı. Gençliğinde gittiği Paris; fotoğrafladığı, ünlülerle tanıştığı ve onları da fotoğraflayarak kaydettiği arşivlerindeki Paris daha sonra, onun fotoğraflarını müzelerinde sergilemişti : Birisi, Sarkis ile birlikte, 2008 yılında, Mac/Val’de, C’est pas beau de critiquer? (Eleştirmek güzel değil mi ?) adlı sergi için -Kriegsschatz gemisi- yazı yazmıştım, o zaman). Uzun ve dolu bir yaşamın verdiği tecrübe onun bakışındaki yerleri ve insanları unutulmaz kıldı.

İlkokul arkadaşım Mirgün sosyal medyaya koymuş bugün: Ara Güler’in New York’ta babası Erol Akyavaş’ı çektiği fotoğraflar. O yaşanılmış dönemi anlatmakta: Yerlere, merdivenlere oturulan, parmaklıklara yaslanılan ve yer kirli mi diye düşünmeden yaşanan bir şehir kültürünün marjinalliğinden bugüne Ara Güler’in fotoğrafları kaldı. Bilmediğimiz fotoğraflar bunlar; özel koleksiyonda durmaktaydı, bugün kamuya açıldı. Ve de, Ara Güler’in İstanbul’da kurduğu dostluklar arasından başka bir şahsiyet: Şakir Eczacıbaşı, dostuydu onun. İki “tatlı serseri” adam. İçmeyi, meyhaneyi, sohbeti, fotoğraf çekmeyi ve fotğraf çekenler arasındaki dostlarını sevenlerdi. Kültür alanı ve içinde yer alan fotoğraf dünyası onlar için vazgeçilmezdi. Ara Güler gülüşüyle ve bakışıyla seçmiştir baktığı ve belgelediği yerleri ve insanları. Kendisi foto muhabirlikten gelmekteydi. Uluslararasıydı.

Burada, Ara Güler Müzesi  ilk arşiv sergisi kataloğu için yazmış olduğum bir yazıdan alıntılamak istiyorum:

“Ara Güler, İstanbul’u tanımış ve belgelemiştir. Fotoğrafı bir belge olarak ele alan Ara Güler “alçak gönüllü” bir şekilde sanattan fotoğrafı belge olarak ayırmak istemiştir. Belki de, bir zamanlar belge ve sanat arasındaki ilişki günümüzde yaşamakta olduğu kadar sıkı fıkı bir ilişki içinde olmayan yıllarda, Ara Güler bunu bu şekilde düşünmüştür. Bu İstanbul aynı zamanda eski bir İstanbul’u belgeleyen bir bakışa aittir. 1950’li ve 60’lı yılların sokaklarını ve kaldırımlarını, bakımsızlığı içindeki şehir görüntüsünü taşıyan İstanbul Ara Güler’in fotoğraflarına yansımıştır. Otobüsler belki yavaştılar, dolmuşlar belki eskiydiler; ama sokaklar ve caddeler daha tenha olduğundan, arabaların kaplumbağa hızı bile içinde yaşadığımız İstanbul’dan daha hızlı ilerleyen trafiğiyle var olan bir şehir hayatını vermekteydi. Nüfusun azlığı, caddelerin akmasına yaramaktaydı; tramvaylar elektrik olduğu müddetçe yolunu alabilmekteydi, raylarından çıkmadığı ve tekrar yayına girene kadar dursa bile. Ruhlu olarak adlandırmakta Orhan Pamuk bu görselleri. İstanbul ruhunu yakalayıp geleceğe taşıyan görsellerdir bu fotoğraflar. Bir de buna ruhu yakalayan bir araç olarak da bakabiliriz bir reklam karesinin (Kodak makinesi yerlilerden ruhlarını, renk olarak almakta ve siyah beyaz halde bırakmaktadır onları, 1980’li yıllara ait reklam kampanyalarında) gösterdiği gibi. Ruhu kapmaktadır. Fotoğraf ruhu yakalamaktadır. Ve, bu nedenden dolayı bazı yerli kabilelerindeki insanlar fotoğraflarının çekilmesini reddetmektedir; yerliler ruhlarının alınmasından korkmaktadırlar.

Rolland Barthes’ın da yazmış olduğu gibi, fotoğraf karesi bir ruhla alakalı olduğu kadar ölümle de alakalıdır. Ölümü saklarlar. Anılar ve yerler yok olan yerlerdir; insanlar, eskiden yaşayanlar, artık aramızda olmadıkları gibi ruhları da bu diyarlardan göçüp gitmiştir; ama fotoğraf karesinde kalanlar bir defa oraya yerleştiklerinde artık kımıldayamayacak kadar ebedileşmeye başlamışlardır. Ölüm ile ebediyet ilişkisi burada, bu karelerde kendisini göstermektedir. Öyleyse, Orhan Pamuk çok haklıdır ruhu veren bir İstanbul fotoğrafına baktığında. “Arşiv” kendi başına oluşmağa başlamıştır artık. Ara Güler’in de kendi “arşivinden” söz etmiş olduğu gibi. Arar, Ara Güler gerçeği belgelerde arar. Arşivini sunar mazi gelecekte kalsın diye. Dokunur bize ve geleceğe...

Ara Güler fotoğrafları, bize, uzaktan dokunur; dokunma yakın temas ve zaman ve mekan birlikteliğini  gerektirmekteyken, uzaktan bize dokunan bir bakış bizi zamanda da mekanda da uzaklardan yakınlara doğru taşır. Bizi olduğumuz yerden kımıldatır ve harekete maruz bırakır. Biz kımıldarız bakışın getirdiği kesişme ile birlikte. Büyü buradan gelmektedir. Büyü, uzaktan bir Vudu ayininde iğne batırılmış bir bebek gibi  bize doğru yönelip, temas eder. Fotoğrafların, belgesel olarak çekilmiş fotoğrafların bize teması, bizi Ara Güler fotoğrafları bakışının temasıyla bir yere taşır; temaya temas edilir artık. Ben kendi olduğum yerde imgeyi gördüğümde bu fotoğrafların bana hissi bir şekilde dokunmasıyla dokunulmuş hissedebilirim. Bir nostalji midir ? Yoksa bir tanımadığım zamanın bana gelmesi midir ? Ama ikisi de aynı etkiyi yaratabilmektedir bende ve diğer gözlerde.  Fotoğrafların cazibesi buradan gelmektedir. Mesafeyi hesaplamayı bize süre içinde düşündürdüğü için... İlişki içinde olup da fiziki olarak temas halinde olunmadığı halde temas eden, o halde, fotoğrafların imgeleridir. Bir eski mesafe, bir eski meslek erbabı, bir eski sokak veya iş bekleyenler eskiden bu sokaklarda...Bakmak demek ayrılmak demektir, aslında...Ama, burada bakılan fotoğraflar, bizi bizden ve zaman ve mekandan ayırmakta ve başka yerlere doğru yolculuğa sürüklemektedir. Bu bir karşılaşmadır öyleyse... Bakmak eğer ayrılmak ise, imge bize temasın yakınlaştığı anı verir. An bize taşınır ve bize dokunur artık... Onunla baş başa kalmaya başlamışızdır. Bir “kontak” oluşur; tıpkı fotoğraf dilinde kullanıldığı gibi, kontaklar, contacts... Fotoğrafçı bu kontaklar arasından seçer göstereceği fotoğrafı. Ama, aynı kelimeyle bize dokunur, kontağa sokar imgesini bizim bedenlerimiz ve ruhumuzla. Uzaktan dokunma... bakış bir görme eylemini gerektireceğine göre, bakış sanki imge ile karşılaşmış, imgeye bakış dokunmaya başlamıştır...Doku dokunmaya başlar ve ruhani bir temas ile imge bizi alıp götürür başka zamanlara ve mekanlara... bildiğimiz veya hiç görmediğimiz zamanlardaki bizim tanıdığımız veya tanımadığımız mekanlara. Bu, aktif bir dokunma değildir belki, ama bir görüntü dokunuşudur...Noli me Tangere... : İsa’nın Maria Magdelena’yı canlandığı Paskalya sabahı “Bana dokunma” diye seslendiği gibi...”

Ara Güler dokundu bize... Fotoğraflarıyla kalbimize ve bakışımıza dokundu. Beyoğlu, Üç Horan Ermeni Kilisesi’nden uğurlanana dek. Dokunmasıyla bize şehrin ruhunu, nefesini hissetmeyi verdi; ve sonunda ruhunu verdi bugün. Nefesi bir ruh olarak uçtu, belki...sanki kuştu... Şaman geleneklerinde olduğun gibi, belki de, ama bu gelenek  daha sonra İsa’yı da uçurmuştu (Ascensio Domini).

Ara Güler’i hatırlamaktan vaz geçmeyeceğiz; fotoğrafları her zaman nesilden nesle eski İstanbul’u anmak, hatırlamak ve hatta gelecek nesiller için, öğrenmek için... O İstanbul Ara Güler arşivinde bize bakmaya devam edecek. Yok olmakta olan İstanbul’un eski hali, hayali onun fotoğraflarında yaşamaya devam edecek.

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır