19 Temmuz 2018

Analiz biçimlerini değiştirmek

Her şeye rağmen, bazı eski teorilerin yeniden bugünkü alana heterojen bir şekilde taşınabilmesi bir çıkış olarak algılanabilecektir, belki de?

Bugün Türkiye’de toplumsal ve siyasal olduğu kadar kültürel alanda da olan biten üzerine yazılanlara bakıldığında toplumsal alanı “genel ve bütüncül” analizlerle ele alan bir çözümleme zihniyetinin yerleşmiş olduğunu görmekteyiz. Toplum homojen bir “bütün” olarak ele alınmakta. Bu nedenle de, siyasi analizlere bakıldığında veya hatta kültürel analizler incelendiğinde, olmakta olan olarak görülen bir bütünlük veya ikiye bölünen “aritmetik bir analiz” ortaya çıkmakta. Böylece de, bu tip bir analiz farkında olmaksızın iktidarın sunduğu bakışa bağlı kalıp, bu bakışı, istemese de, yeniden üretmekte. Bu bakışın, entelektüel anlamda, tabii ki yöntem olarak bir değeri vardır; zaten dünyanın birçok yerinde de  benzer bir yöntemle sosyal ve siyasal olduğu kadar kültürel analizlerin siyasi yansımaları ele alınmakta ve kavramsallaştırılmaktadır.

Ancak, dikkat çekici olan başka bir yan var ki, o da toplumsal alanda yaşayan ve baştan kabul görülmüş bir şekilde “dar kafalı” ve her zaman mevcut olmuş “ortalama vatandaş” olan kişinin, yani, herhangi bir kimsenin ne düşündüğü, kime oy verdiği veya neyle ilgilendiği, ne tükettiği konu edilmekte belki, ama, ayrı ayrı düşünen ve benzer şartlarda yaşamalarına rağmen ayrı bir hayat ahlakına bağlı olan, yani ayrı ayrı  insanları etkileyen, birbirlerine indirgenemeyecek duygularını ayağa kaldıran şeylerin kalabalık bir grup psikolojisi bakışı dışında, başka türlü, farkları içinde bakılarak ele alındığını pek görmüyoruz veya ender rastlıyoruz. 

Belki de, Durkheim’ın veya hatta Tarde’ın sosyoloji tarihi içinde karşıt gibi duran  geleneksel iki zıt  bakışlarını bir kenara bırakıp, birbirlerine yaklaştıkları noktalar, kişilik psikolojisi ile birlikte kurumsal alanlarda aldıkları pozisyonlar önemli olmaya devam etmekte, tıpkı geçen yüzyılın başında yapılmış ve incelenmiş olduğu gibi.  Ayrıca, Adorno’nun 1950’li yılların ortalarında yazmış olduğu yazılarda da benzer bir şekilde toplumsal alanın ve kültürel ortamın analizleri yapılırken toplumu bir bütün olarak ele alan bakışın analizlerinin yetersizliği üzerinde durulmaktaydı. Bu bir “bireyci yöntem” analizi olmayacak kadar kompleks bir bakış; ama, bir o kadar da “bireyin ne kadar kolektif bir çokluk” içinde var olduğunu düşündürmekte. Bu iki kavram birey ve kolektif aynı kişi üzerinde ele alındığında yöntemin  farklı bir yere doğru gitmekte olduğunu fark edeceğiz. Tıpkı antropolojinin ve din sosyolojisinin “kutsal”bir ruh olarak ele aldığı Mana veya tabu kavramlarında olduğu gibi: Ortak, kişiye ait değil ve de toplumun bütününün dışında olarak ele alınmakta

Bir siyasi düşüncenin kolektif olarak oluşmuş olduğuna dair  bir gelenek sürmekte. Bu düşünce “genel irade” veya “milli irade” şeklinde bütünleştirilmiş bir bakışın ürünü olarak Aydınlanma Dönemi felsefesinden kaynaklanan bir yapıyı hala içinde barındırmakta. Ancak; sorunun kendisi Aydınlanma düşüncesi olmaktan çok uzak duruyor.  Bunun ne gayrı rasyonel ne de rasyonelliği bir bütüncüllükte ele alan bir kaynağa bağlı olduğunu söylemek gerekecek. Bu, sadece 19.yüzyl pozitivizmi ve diyalektik analizlerin ulaştığı toplumsal alan içindeki verilerin sınıfsal olarak bütüncül veya hatta ırksal olarak bütüncül veya da cinsiyet olarak bütüncül olarak ele alınmasının ürünleri, bugüne kadar, belli kimliklerde toplumsal alanı hapsetmiş gözükmekte. Bu sosyal ürünlerin kimlikçi veya sınıfsal veya grupsal analizleri (kadın- erkek; muhafazakar-ilerici; işçi-burjuva; köylü-şehirli; kültürlü- kültürsüz ; okuyan–okuyamayan) bizi belirli siyasal  kalıplara kapatmış olduğundan, bugün dünyada birçok yerde, bunlar “kısır döngü” haline gelmiştir ve geçmiş dönemlerle benzerlikler taşıyan yanlarıyla birlikte uzun zamandan beri analiz nesnesi haline sokulmuştur.   

Aslında; her şeye rağmen, bazı eski teorilerin yeniden bugünkü alana heterojen bir şekilde taşınabilmesi bir çıkış olarak algılanabilecektir, belki de? Toplumsal alanda kadim geleneksel kültürden söz edildiğinde, sanki içinde yaşanan koşullar ve teknoloji aynıymış gibi düşünmek, bunu anlamak için bir çıkış olmayacaktır. Her seferinde benzerlik tekrar yenilenmiş olarak geri döner. Veya geleceğe ait olarak öncü olarak öne sürülen bazı sanat ve kültürel değerler yıkıcı olabileceği değerlerden ne kadar uzaklaşabilmiştir ? Bu çok belli değil. Böyle olduğu kadar, aslında, öncü sanat tarihine bakıldığında sanat tarihinin ne kadar içinden geçerek yenilik yapıldığı görülecektir.  

Bir bakış değişikliğine ihtiyacımız yok mudur ? Toplumu kimlikli ve bütüncül homojen olarak ele almaktan bıkan ve herkesin ortak duygularına yönelen, ekonomik olmaktan uzaklaşıp (zaten Marksist anlamda çıkar ancak üretim araçlarının sahiplerine ait bir şey olarak mevcut olmaktadır ve üretenler kendi ürünlerine olduğu kadar kendi çıkarlarına da yabancılaşmışlardır, dolayısıyla homojen olan sadece araçlara sahip olan insanlara ait  bir kavramdır ve bu nedenden dolayı paraya ve güce sahip olanlar sadece bir işlev sahibi olarak toplumda var olmaktadır),  bilhassa artık bugün,  hayata ait sağlığa ve besinlerin kalitesine ve doğallığına bağlı çıkarlar yan yana gelmeye başlayıp, doğanın bizi terk etmeye başladığı bir toplumsal dönem içine girildiğini ve her türlü insani çıkarın ortak olarak paylaşılmakta ve yaşanmakta olduğunun farkına varan bir bakış bize fayda sağlayacaktır diye düşünüyorum. Bilinçdışımızı oluşturan rüyalarımız homojenleştiremeyecek kadar çeşitli ve çoktur (hastalıklı, kişisel ve ekonomik olana bağlı krizlerimiz, nevrotik hallerimiz, şiirsel olarak dünyaya bakışımız, aşklarımız, sinirsel vaziyetimiz, delilik nöbetlerimiz, ölçüsüz şiddetimiz v.b.) Ve, bütün bunlar bütüncül alanın dışında kalmıştır. O halde, yeniden sosyal ve bireysel formları ve analizleri düşünmeye var mıyız ?

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır