12 Ocak 2024

Üniversite kadro ilanları ve kadro tartışmaları

Artık ilanda kişinin adının da yazıldığı bir noktaya hep birlikte gelmiş olduk!

Uzun bir süredir Resmî Gazete'de yayımlanan üniversite kadrolarına ilişkin tartışmaların ardı arkasının kesilmediğine tanıklık ediyoruz. Yayınlanan kadro ilanında istenilen anahtar kelimelerin pek çok ilanda adeta adayı tarif eder şekilde veriliyor olmasından Yüksek Öğrenim Kurulu'nun (YÖK) dahi şikayetçi olduğunu ve belirli aralıklarda bu duruma ilişkin uyarılarda bulunduğunu biliyoruz. Fakat yaşanan gelişmelerin sonucunda öyle bir noktaya geldik ki sık sık söylenen bir adın zikredilmiyor halini bile görmüş olduk. Artık ilanda kişinin adının da -büyük bir ihtimalle ilanı talep eden üniversite tarafından sehven yapılmış şeklinde açıklamada bulunulacaktır- yazıldığı bir noktaya hep birlikte gelmiş olduk! Bu hakikaten içler acısı bir tablonun dışa yansımış halidir ve siz istediğiniz kadar bu durumdan şikayetçi olun, artık ok yaydan çıkmıştır. Kadrolar konusunda her şeyin güllük gülistanlık olmadığını ve iktidar oyunlarının hayatın diğer alanlarında olduğu gibi bu konuda da devam ettiğini bir kez daha hatırlatmak isterim. Bölüm başkanlarından istenilen anahtar kelimelerin yolda değiştirilmesinden tutun da çıkacak olan ilan kriterlerinin bir gecede değiştirilmesine kadar hemen her alanda yaşananlar zıvanadan çıkmış durumda. Herkes kendi küçük mikro iktidar alanları üzerinden hükümranlık etme derdinde ve burada olan bitenlerin sonucunda da iş dönüp dolaşıp yine birilerinin üzülmesi ile sonuçlanıyor. Bu arada bilimden çok filmlerin döndüğü bir yerin adıdır üniversite cümlesini tarihe not düşme adına sizlerle paylaşmış olayım. 

Resmi Gazete'de yayımlanan kadro ilanının sonuna isim eklendi 

Üniversitedeki liyakat tartışmaları bugünün sorunu olmadığı gibi bu gidişle gelecekte de konuşulmaya devam edecek bir duruma karşılık gelmekte. Fakat asıl mesele toplumsal hayatın bütününde yaşanan vasatlaşmanın, üniversite denilen alanda düşünüldüğünden çok daha fazla hızla karşılık buluyor olmasıdır. Küçük iktidar alanları yaratma sevdası insanlığın tarihsel süreç boyunca hiç ama hiç vazgeçmediği özelliklerinden bir tanesidir. Üniversite denilen alanın kendisi de işte bu noktada bölüm başkanlığı, müdürlük, dekanlık, rektörlük vd. makamların hayata geçirilebilmesinde olanak sağlayan bir yere karşılık gelmektedir. Siyaset denilen kurumun üniversite ile olan bağının ülke tarihi boyunca varlığını her daim hissettirdiğini hatırladığımızda bugün yaşananların aslında dünün yansımaları olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Bu ise bugün olup bitenlerin yarınlarda nasıl bir karşılık yaratabileceği konusunda bize yol gösterici olacaktır. Akademide ilan edilen kadroların giderek daha fazla kişiselleştirilmiş şekle bürünmesi, kamuoyunda zaten azalmış olan üniversiteye olan güvenin daha da aşağıya çekilmesine yol açmaktadır. Bir tek ismini ilan etmediğimiz kalmıştı şimdi o da oldu ve bundan sonra inandırıcılığını yitirmiş bir kurum var karşımızda. Aşağıdan gelen gençleri nasıl motive edebileceğimizi ve onları nasıl doğru bir yönde kanalize etmek suretiyle kazanabileceğimizi inanın bilmiyorum. Çünkü her gördükleri yerde biraz daha fazla kural dışı uygulama söz konusu oluyor ve kendilerine anlatılanlar ile gerçekler arasındaki uçurum giderek açılıyor. 

Yazının son bölümünde uzun zamandır gündemde olan fakat kimsenin gerçek anlamda dertlerini dinlemediği doktor öğretim üyelerinin eski deyişle yardımcı doçentlerin haykırışlarını aktarmak istiyorum. Son derece haklı bir şekilde serzenişte bulunuyorlar çünkü siyasal iktidar bir önceki seçim döneminde araştırma görevlilerinin kadrolarını daimî hale dönüştürürken onların danışmanlıklarını gerçekleştiren öğretim üyelerinden bir kısmını oluşturan doktor öğretim üyelerini ne yazık ki unuttu! Sözleşme yenileme sürecinin belirsizliği ile karşı karşıya kalmalarına neden oldu. Üstelik üniversiteler son beş yıl içerisinde birbirinden tuhaf kriter düzenlemeleri ile özellikle mesleki hayatın başındaki araştırma görevlileri ve doktor öğretim üyelerinin önüne daha büyük bariyerler koymaya başladır. Hatta öyle tuhaf örnekler söz konusu ki bazı üniversitelerde ilk kez doktor öğretim üyesi olarak atanmak için istenen kriterlere atanamayanların doçent olarak atanabildiği bir durum var karşımızda. Üniversiteler sürekli olarak kriterleri yükseltmek suretiyle daha nitelikli bir yapıya kavuşabileceklerini zannediyorlar. Bu arada ise olanlar yine ara kadrolarda olanlara oluyor. İşte doktor öğretim üyesi kadrolarının ki yaklaşık olarak kırk bin kişiye karşılık geliyor, bu durumla karşı karşıya bırakıldıklarını ve yukarıda belirtmiş olduğum kişisel mikro iktidar alanlar içerisinde üniversitelere göre değişen şekillerde iki ya da üç yılda bir kadro yenileme sıkıntıları yaşadığını belirtmeliyiz. 

Sürekli olarak performans arttırma vurgusunun beraberinde pek çok olumsuzluğu getirmekte olduğunu YÖK ne yazık ki anlamak istemiyor. Ocak ayının gelişiyle birlikte akademik teşvik adı altında yapılan yayınların, atıfların, projelerin sisteme yüklenmesi ve bunun karşısında ekonominin gidişatı içerisinde eriyen öğretim üyeleri maaşlarına cüzi miktarlarda aylık gelir eklenmesi söz konusu ediliyor. Tabii bu yapılırken sistemin kendi içerisinde yarattığı tuhaflıklar silsilesine de yeniden şahit oluyorsunuz. Neler yapılmıyor ki, hiçbir katkıda bulunulmayan kitapların editörü olarak danışman hocaların gösterilmesi gibi bir anlayış normalleştiriliyor. Benzer şekilde pek çok genç akademisyen daha yolun başında yayınladıkları makalelerine hocalarının adlarını da eklemek zorunda bırakılıyorlar. Durun daha bitmedi 2023 yılına ait ISBN numaralarını alan yayınevleri teşvik çerçevesinde 2024 yılının ilk günlerinde kitapları yayınlamayı sürdürüyor. Bu sayede yayınların sayısı arttırılıp, alınacak teşvik çoğaltılmaya çalışıyor. Asıl işini yaptığı yayın üzerinden sosyal medya mecralarında ballandıra ballandıra anlatan akademisyenlerin varlığı, gerçekten durumun ne kadar içler acısı olduğunu fazlasıyla ortaya koyuyor. 

İşte tam bu noktada doktor öğretim üyesi kadrosu adı altında yaratılan heyulanın sorunlarının bir an önce çözüme kavuşturulması gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum. Çünkü ülkemizde akademinin içinde yer alanlar, hiyerarşi basamaklarını çıktıkları anda aşağıdakilerin seslerini duymayı genelde arzu etmiyorlar. Bu yüzden de kendilerinin yapmış oldukları yayınlarla hiçbir biçimde karşılayamayacakları kriterlerin hayata geçirilmesine onay veriyorlar. Niceliğin nitelikle yer değiştirmesinde tek suçlanması gerekenin YÖK olmadığını, bu konuda akademisyenlerin yaşanan nicelik fetişizmine vermiş oldukları desteğin asıl etken olduğunu belirtmek durumundayım. Akademinin kendine gelebilmesinin yolu bir şemsiye örgüt olarak YÖK’ün yeniden düzenlenmesinden ve akademik özgürlük alanlarının genişletilmesinden geçecektir. Doçent ve Profesörlerin kadrolarına atandıktan sonra devlet üniversiteleri özelinde emekli hayatına geçiş gibi bir anlayışa sahip olmaları kabul edilebilir bir durum değildir. En verimli dönemlerini hiç çalışmadan veyahut en az çaba içerisinde geçiren kişilerin ne kendilerine ne de içinden çıktıkları ülkeye yarar getirebilmeleri mümkün olmayacaktır. Üniversitenin asli işlevlerinden uzaklaşıp ticari birer kurum haline dönüştürülme girişimlerinin yarattığı etkilerinde göz ardı edilmeden bilimsel faaliyet alanı şekline dönüştürülebilmesi adına yapılması gereken çok ama çok işimiz bulunmaktadır. Burada hakkaniyetli bir anlayışa eşlik eden liyakatlı bir yapı içerisinde şekillenen ve özlük haklarının yanı sıra insanca yaşama ve üretme haklarına da sahip olan akademisyenlere ihtiyacımız bulunmaktadır. Sorunların konuşulmadığı, bürokratik mekanizmanın kendisini her daim hissettirdiği bir alana dönüşme tehlikesinin akademinin asli işlevlerini de yok etmekte olduğunu unutmamalıyız. İçinde yaşadığı kuruma olan aidiyeti azalan bütün bireylerde olduğu gibi doktor öğretim üyelerinde de önce kendi yaptığı işe daha sonra da hem kendisine hem de içinde yaşadığı topluma dönük yabancılaşma duygusu giderek artmaktadır. Bu ise söz konusu bireylere olduğu kadar çalışmış oldukları kurumlara ve tüm topluma da zarar verecek bir gelişmedir. 

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

-Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor) 

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır