23 Ekim 2017

Sınavlar konusunda şaşkınlığımız sürüyor

Yeni eğitim-öğretim yılı ile birlikte hem lise hem de üniversite giriş sisteminde devrim yapmak üzere yola çıktık...

Yeni eğitim-öğretim yılı ile birlikte hem lise hem de üniversite giriş sisteminde devrim yapmak üzere yola çıktık! Var olan sistemlerin çocuklarımızı sosyal hayattan koparmasının yanı sıra adeta yarış atı haline soktuğu eleştirileri bizzat eğitimden sorumlu siyasetçilerimizce kamuoyu ile paylaşıldı. Tabii her zaman olduğu gibi sanki var olan durum kendiliğinden olmuş ve şu anda bu durumu değiştirenlerin bunda hiçbir dahli yokmuş gibi bir algı yaratıldı.

Ancak bütün açıklamalara ve hızla çalışıyoruz ifadelerine karşın, başta veliler ve sınavlara bu yıl girecek olan öğrenciler olmak üzere, şaşkınlık atlatılabilmiş değil. Çünkü yılsonunda girilecek olan sınavlar konusundaki belirsizlikler ortadan kaldırılmadığı gibi, gelen eleştiriler üzerine değişiklikler yapılmaya da devam ediliyor. Örneğin liselere giriş için TEOG sınavının uygulanmayacağı açıklandı fakat bunun yerine neyin geldiği ise halen belirsizliğini koruyor. Sınava girecek olan sekizinci sınıftaki öğrenciler açısından ciddi bir kaygı yüklemesi oluşturan bu durum hususunda halen net ifadeler duyabilmiş değiliz.

Benzer durum üniversite giriş sınavı ile ilgili olarak da devam ediyor. Burada da ortaya atılan yenilikler ve gelen eleştiriler ile birlikte yenilenen sınav soru sistemleri kafa karışıklığını ortadan kaldırmaya yetmiyor. Bir bakıyoruz tarih ve felsefe grubu soruları hiç yok, ardından ise kaldırılan sorular geri gelmiş. Neye göre bir düzenleme yapıldığını ve neden bunun tercih edildiğini bilen hiç kimse yok!

Zaten ülke olarak asıl sıkıntımız da her konuda olduğu gibi eğitim konusunda da, karar alma merciinde bulunanların, almış oldukları kararların yaratacakları sonuçlar hususunda yaşadıkları karmaşayı aşamamalarıdır. Uzun yıllar boyu süren ve yaşanan gelişmeler sonrasında revize edilmesi gereken unsurlar yerine biz her ne hikmetse her seferinde sil baştan yapmayı maharet biliriz.

Böylesi bir toptancı yaklaşım sebebiyle olsa gerek, deneme yanılma anlayışımız hiç ama hiç bitmez! Tam aksine her yıl yeniden ve yeniden karşımıza dikilmeye devam eder. Ancak söz konusu olan husus eğitim olduğunda ve bu alanda bu kadar çok patinaj yapmanın yaratacağı etkiler göz önünde bulundurulduğunda, işler tuhaf bir hal almaya başlar. Bir yandan tarihiyle övünen bir yaklaşıma vurgu yaparsınız öbür yanda ise çocuklarınıza tarih sorusu sormadan üniversiteye girmelerini ve tarihçi olmalarını salık verirsiniz.

Benzer durum felsefe grubu için de geçerlidir ancak bu alandaki soruların geldiği dallar zaten oldum olası pek de hoşumuza gitmediği için, çok da bir şey fark etmez anlayışı ile duruma yaklaşılmaktadır. Öte yandan ekranlara her çıkan yorumcunun ve siyasinin ağzından ‘sosyoloji’ lafının düşüyor olması da herhalde bizim ülkemizde sosyolojinin makus talihi olsa gerektir.

Türkçe ve matematik üzerinde yükseltilen ve ağırlıklı hale dönüştürülen sınav anlayışı ile üniversitelere gençlerimizi yerleştirmeyi umut ediyoruz. Fakat özellikle matematik konusunda durum feci bir görünüm arz ediyor. On bir yıllık eğitim süresi boyunca çocuklarımıza matematik öğretemediğimiz halde, sınav sisteminin ağırlıklı noktasını matematik haline dönüştürüyoruz. Benzer durum Türkçe için de geçerli, çünkü bu alanda yaşadığımız handikaplarımız matematik alanında yaşadıklarımızdan çok daha can yakıcı bir pozisyonda olduğumuzu ortaya koyuyor.

Üniversite son sınıfa gelmiş öğrencilerin büyük çoğunluğunun noktalama işaretlerinden başlayarak paragraf kullanmaya hatta kesme işaretlerine kadar yanlışlarla dolu kağıtlar vermelerini nereye koyacağız. Belki çok iddialı bir ifade olacak ancak kendilerinden bir dilekçe yazmalarını istediğimiz de, %75’ten fazlasının yazmakta zorlanacağı gerçeğini de hatırlatmak isterim. Öyleyse eğitim söz konusu olduğunda daha en baştan itibaren yanlış yaptığımız ve ısrarla sürdürmekte olduğumuz bir şeyler bulunduğu gerçeği ile işe başlamak durumundayız.

Kendi dilini kullanmayı öğretemediğimiz çocuklarımıza ne tarihlerini ne içinde yaşadıkları ülkenin coğrafyasını, ne felsefeyi ne de sosyolojiyi öğretemiyoruz. Durumumuz burada bile vahim bir hal alırken başta matematik olmak üzere fizik, kimya ve biyoloji alanlarında daha da feci bir şekle bürünmektedir. Zaten son yıllarda temel bilimler alanında yaşanan öğrenci sıkıntısı da durumu başka bir açıdan düşünmemiz gerektiğini de göstermektedir.

Eğitim gibi tüm ülke nüfusunu ve henüz bu ülkede dünyaya gelmemiş olanları da ilgilendiren bir alandan söz ettiğimizi idrak etmeliyiz. Çünkü burada yaptıklarınız sadece yaşanan an’ı değil, gelecekte yaşanacak olan an’ları da biçimlendirecektir. Eğitimin sosyolojik bir gerçeklik alanı olarak, tüm toplumu yakından ilgilendirmektedir. Bu yüzden de uzun yıllar boyunca sürdürülecek politikalarla şekillendirilmesi gerektiğini anlamalıyız. Ayrıca üzerinde uzlaşılacak ve sadece adı değil kendisi de ‘milli’ ve evrensel olacak bir alanı inşa etmeliyiz.

Bir ülkenin eğitimi ve eğitim sistemi bu kadar çok konuşuluyor ve bu kadar çok şikayet konusu haline dönüştürülüyorsa, orada sadece eğitim alanında değil pek çok alanda sıkıntı var demektir. Eğitimi ideolojik bir alan halinde ele almak ve bunun üzerinden toplumsal hayatla buluşmak işin hem kolay hem de bir o kadar da sorunlu yanıdır. Kolaydır çünkü böylece kendi kitlenize şirin görünmenin önünü ardına kadar açabilirsiniz. Sorunludur çünkü söz konusu uygulamalar ile birlikte bir taraftan kendi karşıtlarınızı bir araya getirirsiniz. Bundan daha da önemlisi kısır çekişmeler içerisinde geleceği kaçırdığınızı da fark edemezsiniz.

Eğitim ve sınav tartışmaları bu ülkenin oldum olası hiç bitmeyen meseleleri olarak görünmektedir. İçinden geçtiğimiz dönemler değişse de yaşadığımız kafa karışıklığı hiç değişmemektedir. Olan her seferinde gelecek kaygısı içerisinde travmalara soktuğumuz çocuklarımıza, gençlerimize olmaktadır. Eğitim sorununu halledemeyen bir ülkenin, geleceğine güvenle bakabilmesi ve yurttaşlarının umutlu, mutlu ve huzurlu olabilmeleri de mümkün olmayacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır