23 Temmuz 2017

Eğitimi bir türlü tartışamıyoruz!

Kısır tartışmaların dışına taşmak ve kabuğumuzu kırmak zorundayız

Eğitimi ve bu alanda yapılanları ülkelerin yumuşak karnı olarak nitelendirebiliriz. Herkes bu konuda söyleyebilecekleri olduğuna inanır ve bunun da ötesine geçerek birtakım sözler sarf etme yoluna bile gidebilir. Diğer kurumlardan farklı olarak sadece toplumun belli bir kesimini ya da belirli bir dönemini etkileyen bir kurumdan söz etmediğimizi ve burada yapılacak olanların asıl etkisini çok ama çok sonra görülebileceği gerçeğini ise görmeyiz! Sonuna kadar ideolojik olan bir alan olarak eğitim, üzerinde düşünmek, kafa yormak ve icraata geçmenin yaratacağı sonuçlar toplumun tüm kesimlerine eşit olarak etkide bulunmayacaktır. Modern dünyada bir elek olarak da işleyen eğitim sisteminde meydana gelecek olan değişikliklerden en fazla etkilenecek olanlar, hiç şüphesiz gelir gruplarının alt kesimlerinde yer alanlardır. Çocuklarının, kendi yaşadıkları kaderi yaşamamaları için ellerinden geldiğince çaba gösteren ebeveynler açısından, eğitim olmazsa olmaz bir ihtiyaç görünümündedir. Kendilerinin başaramadıklarını, evlatlarının başarabilmesi için varlarını yoklarını ortaya dökmeye ve onların kurtulmasını sağlamaya hazırdırlar. Öte yandan iktidarlar açısından eğitim politikaları, var olan insan kaynağının nasıl bir yönde ve ne şekilde yetiştirilebileceğini ön görmek demektir. Bu açıdan eğitimin kısa, orta ve uzun vade içerisinde nasıl bir güzergah içerisinde yol alması gerektiğine yönelik planlamalar gerçekleştirilir. Bu noktada eğitimin yol haritası çizilir ve buna göre ilerleyen yıllarda başta ara istihdam elemanlarının yetiştirilmesi olmak üzere, ihtiyaç duyulacak olan kadroların yetiştirilmesi yoluna gidilir.

Türkiye’de her iktidar döneminde en kilit bakanlıklardan bir tanesi olarak nitelendirilen Milli Eğitim Bakanlığı’nın cumhuriyetimizin kuruluş dönemini dışarıda bırakırsak, geri kalan hiçbir dönem uzun erimli bir eğitim politikasına sahip olmadığını görebiliriz. Hiçbir zaman iktidarlar üstü olarak nitelendirilen ve buna göre şekillendirilen bir anlayışımız olmamıştır. Her iktidar, eğitim üzerinden kendi ideolojik angajmanını ön plana çıkartabilmenin yollarını aramış ve bütün bu arayışlar ise sonuç olarak eğitim sisteminin sürekli olarak değişmesi ile sonlanmıştır. Çok gerilere gitmemize gerek yok 28 Şubat 1997 ile birlikte başlayan ve o günden bugüne kadar eğitim sistemindeki reform adı verilen uygulamalara bakmamız bile yeter de artar bile! 8 yıllık eğitim süreci ile başlayan ve ardından devam eden uygulamaların belirli bir ideolojik amacı vardı tıpkı bugün yapılmaya çalışılanlar da olduğu gibi. O gün yapılanların büyük bir kısmı, eğitim alanındaki derdimize merhem olmamıştı, bugün yapılmaya çalışılanlar da olmayacak! Uçlarda gidip gelmeye devam ediyoruz ve her defasında eğitimi ve eğitimin önemini tartışmaktan ziyade birbirimizi taşlamayı sürdürüyoruz. Bin yıl sürecek denilen darbenin ardından getirilen uygulamaların şimdi nerede olduğunu hiç kimse bilmiyor, çünkü yapılmak istenenlerin önemli bir kısmı şekilsellikten öteye gidebilecek işler değildi. AKP iktidarı boyunca milli eğitim alanında yapılmaya çalışılanlara baktığımızda da durumun çok parlak olmadığını görüyoruz. 4+4+4 sisteminden müfredat değişikliklerine kadar pek çok alanda yapılmaya çalışılanlar, beklentileri karşılamanın çok uzağında kaldılar. Her geçen yıl biraz daha fazla sayıda öğrenicimizin gerek lise gerekse de üniversite giriş sınavlarındaki başarısızlıklarına ilişkin tartışmalarımız sürüp gidiyor. PİSA testlerindeki öğrenci performanslarımız son derece kötü ve bunun da ötesinde öğrencilerimizin gelecek ile kurmuş oldukları bağları da giderek zayıflamakta.

İşte böylesi bir ortamda milli eğitim bakanlığımız önümüzdeki dönemde okutulacak olan yeni ders müfredatlarına ilişkin açıklamalarda bulundu. Atatürk’ün azaltılmasından, evrimin çıkartılmasına ve cihat kavramının öğrencilere anlatılmasına kadar bir dizi tartışma ile tüm olup bitenleri yine görmeden, konuşmaya başladık. Atatürk ile ilgili yapılan açıklamalar tıpkı daha önce yaşadığımız tartışmalarda olduğu gibi yine asıl meselenin özünden çok ayrıntılarla uğraşmanın ötesine geçememektedir. Kurucu lideri ile bu kadar uğraşan ve zaman içerisinde bu kadar çok tuhaf tartışmalar yaşayan başka bir ülke var mıdır acaba? 12 Eylül sonrası başlatılan ve Atatürk’ü sevdirmekten çok daha fazla etkilerde bulunan anlayışı unutarak, bugünlerde yapılmak istenilenleri anlamlandıramayız. Evrim ve cihat tartışmaları ise resmin bütününü görmemizi engellemekten öte bir işe yaramayacaktır. Ama bu arada şunu da ilave etmek durumundayız. ‘Çocuklarımıza cihat öğretmeden matematik öğretsek ne işe yarar’ diyen anlayışla da ne Ortadoğu’da ne de dünyada söz sahibi bir ülke olabiliriz. Lisans Yerleştirme Sınavı sonuçlarına şöyle bir göz attığınızda hiçbir sınavda sorulan soruların yarısından fazlasına doğru yanıt verilmediği gerçeği ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Her yıl ortalama kırk bin tane öğrenciniz sıfır çekiyor ve dört yüz binden fazla öğrenciniz 26 net çıkartamayarak 180 puan barajının altında kalıyor. LYS-1’de Matematik sınavı geçerli olan 440 bin 18 adayın 80 soruda ortalaması 16,15 oldu. Lise son sınıfta okuyup sınavı geçerli sayılan adayların diğer testlerdeki ortalamaları ise şöyle; "Fizik 30 soru, 261 bin 3 aday, ortalama 7,26, kimya 30 soru, 261 bin 3 aday, ortalama 10,83, biyoloji 30 soru, 261 bin 3 aday, ortalama 10,69, Türk dili ve edebiyatı 56 soru, 406 bin 725 aday, ortalama 21,78, coğrafya-1 24 soru, 406 bin 725 aday, ortalama 9,02, tarih 44 soru, 253 bin 424 ortalama 17,12, coğrafya-2 14 soru, 253 bin 424 aday, ortalama 5,07, felsefe grubu 32 soru, 253 bin 424, ortalama 11,95, yabancı dil Almanca 80 soru, 989 aday, ortalama 34,30, yabancı dil Fransızca 80 soru, 757 aday, ortalama 34,79, yabancı dil İngilizce 80 soru, 50 bin 610 aday, ortalama 24,55."

Görüldüğü üzere tablo hiç de iç açıcı bir gelecek vaat etmiyor ve biz bu karanlık tabloya karşın geleceğimizi daha da belirsiz bir hale büründürebilmenin yollarını aramaya devam ediyoruz. Türkiye’nin dünyanın on yedinci büyük ekonomisine sahip olmasının dışında bir takım işler yapmasını arzu ediyor ve ülkemizi daha farklı bir pozisyonda hayal ediyorsak, işe çağdaş bir eğitim anlayışını hayata geçirmekten başlamak durumundayız. Burada ise partiler üstü bir anlayış ile hazırlanacak olan ve belirli ideolojik angajmanlardan sıyrılan bir milli eğitim politikasına ihtiyacımız bulunuyor. Eğitiminin sorunlarını ve geleceğini tartışamayan bir ülkenin, dünya üzerinde söz sahibi olabilmesi mümkün değildir. Kısır tartışmaların dışına taşmak ve kabuğumuzu kırmak zorundayız. Aksi halde bugün yaşadıklarınızın kat be kat daha ağır bir eğitim reformunu gerçekleştirmek durumunda kalırız ve bu ise kaybedilen zamanın yanı sıra birden fazla kuşak anlamına gelir. Ve etkilerini önümüzdeki yıllarda çok daha hazin bir biçimde hep birlikte yaşarız!

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır