26 Aralık 2023

Demek ki neymiş?

Yıllardır eğitimin niceliksel boyutu ile ilgilenenler karşılarına gelen üniversitelerin terk edilmesi sorununu büyük bir olasılıkla yine aynı pencereden bakma eğilimi içerisine gireceklerdir. Oysa yaşananların arka planında uzun bir zamandır tekrarlanmakta olan hatalar yer almaktadır ve bu hataların çözümü gerçekleştirilmeden, sorunun ortadan kalkması mümkün değildir

Amerikan sosyolojisinin yüz aklarının başında gelen Wright Mills'e göre sosyolojik düşünce yeteneğinin varlığını gösteren en önemli işaret, karşılaşılan sorunları bireyin dar yaşam ortamının sorunları olarak gören anlayış ile bu sorunları sosyal yapının kamusal sorunları olarak ele alan anlayış arasındaki farklılıktır. Kişisel güçlükler ve sorunlar bireyin kendi karakteri ve diğer insanlarla olan ilişkilerinin ufku içinde ortaya çıkarlar, bireyin kendi benliği ve bireyin dolaysız ilişkiler kurduğu dar sosyal yaşamıyla sınırlıdırlar. Sosyolojik güçlükler ve sorunlar ise bireyin yerel ortamını ve içsel yaşamını aşan sorunlardır. Bu sorunlar birçok bireysel yakın ortamı birbirine bağlayan; böylece, tarihin belirli bir döneminin ürünü olan belirli bir toplumun kurumlarını oluşturan örgütlenmeyle; birbiri ile çakışan, birbiriyle iç içe geçmiş bulunan sosyal ve tarihsel yaşamın geniş alanlı yapısının meydana getiriliş biçimleriyle ilgili sorunlardır. Bu tür sorunlar kamusal sorunlardır. Mills söz konusu sorunları bir örnekle şöyle açıklar: İşsizlik sorununu ele alalım. Örneğin 100 bin nüfuslu bir kentte adamın biri işsizse ve başka hiç "istihdam dışı" nüfus yoksa bu, kişisel bir sorundur. Fakat çalışılabilir nüfusu 50 milyonu bulan bir ulus içinde çalışabilir nüfusun 15 milyonluk kısmı "istihdam dışı" kalmışsa bu bir sosyal sorundur. Birinci sorunu çözmek için adamın karakteri, becerileri, yararlanabileceği mevcut olanaklar üzerinde durmak gerekir. İkinci, yani sosyal sorun olanın çözümü için tek tek bireylerin olanakları, becerileri üzerinde durmamız yetmez. Bunun için toplumun ekonomik ve siyasal kurumları üzerinde durmamız gerekir. Yine evlilik sorununu ele alalım: Evlilikte erkek olsun, kadın olsun birçok insan kişisel sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Ama her 1000 evlilikten 250'si, evliliğin dört yılı içinde boşanmayla sonuçlanıyorsa, ortada aile ve evlilik kurumuyla ilgili yapısal bir sorun var demektir.

Mills'in ifadelerinin niçin bizim için önemli olduğunun yanıtı ise pazar günü açıklanan Yüksek Öğretim Kalite Kurulu (YÖKAK) tarafından hazırlanan raporda gizli. Söz konusu rapor 2021 ve 2022 yıllarında üniversiteyi bırakan öğrenci sayısı 728.490 (Yedi yüz yirmi sekiz bin dört yüz doksan). Hatta toplam sayının ülkemizin 50 ilinin nüfusunu geçmekte olduğu vurgusuna da haberde yer verilmektedir. Mezunlar Hariç Üniversiteden Ayrılan Öğrenci Sayısı verisine göre 2021'de 338 bin 926, 2022'de 389 bin 564 öğrenci üniversiteleri bırakmıştır. Bir diğer önemli husus ise üniversiteden ayrılma sayılarının çoğunlukla büyük şehirlerde gerçekleşmiş olmasıdır. Türkiye'deki hayat pahalılığı nedeniyle barınma ve beslenme başta olmak üzere yaşadıkları ekonomik ve sosyal sıkıntılar gittikçe artan öğrenciler, özellikle büyük şehirlerde kazanmış oldukları okulları terk etmekteler. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerdeki üniversitelerden öğrenciler, okullarıyla olan bağlarını sonlandırmışlardır. Sadece İstanbul Üniversitesini bırakan öğrenci sayısı son iki yılda 23 bin kişiye yaklaşmıştır. Geçen yıl üniversite terkinin en yüksek olduğu kurum ise 12 bin 121 öğrenci ile Ege Üniversitesi olmuştur. Geçen yıla ilişkin verilerde öne çıkan üniversiteler şu şekildedir:

Ege Üniversitesi 12 bin 121

Uludağ Üniversitesi 11 bin 566

Kocaeli Üniversitesi 10 bin 902

İstanbul Üniversitesi 10 bin 573

Ankara Üniversitesi 10 bin 175

Karabük Üniversitesi 10 bin 120

Süleyman Demirel Üniversitesi 8 bin 464

Dumlupınar Üniversitesi 8 bin 379

Akdeniz Üniversitesi 7 bin 870

Dokuz Eylül Üniversitesi 7 bin 62

Marmara Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Mersin Üniversitesi ve Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitelerinde ise bu rakam 5 bini aşmış durumda.

Son üç yıl içinde üniversite giriş sınavlarında önce fazladan tercih hakkının verilmesi ardından baraj puanı uygulamasının kaldırılması sonrasında Yüksek Öğrenim Kurulu (YÖK) üniversitelerin yüzde 100'lük doluluk oranlarına vurgularda bulunduğunu görmüştük. Şimdi ise madalyonun bir diğer yüzü bizi karşılıyor ve durumun hiç de gösterildiği gibi olmadığını yani birilerinin bütün kontenjan doldurma girişimlerinin hiç beklenilmeyen bir şekilde yara aldığını görmüş oluyoruz. Öğrencilerin başta yaşanan ekonomik sıkıntılar, barınma ve beslenme problemleri olmak üzere -tabii ki buraya gelecek kaygısı sorununu da eklemek durumundayız-kazandıkları okulları terk etmeleri önemli bir toplumsal sorundur. Burada tek tek okulu bırakmak durumunda kalan bireylerin ötesinde toplumsal bir sorun söz konusudur ve görünen o ki, önümüzdeki yıllarda da benzer eğilimler ile karşılaşmaya devam edeceğiz.

Burada bir parantezi de eğitim olgusunu tamamen nicelik üzerinde görmekte olan iktidar uygulamalarına açmak durumundayız. Niteliği geliştirmediğiniz hiçbir noktada sadece sayısal veriler üzerinden bir yere varamazsınız. Üstelik söz konusu üniversiteler içerisindeki sekiz tanesinin (Ege, İstanbul, Ankara, Dokuz Eylül, Marmara, Atatürk, Gazi, Uludağ) YÖK tarafından seçilen araştırma üniversiteleri olduğunu da bu vesile ile bir kez daha hatırlatmış olayım. Üniversiteler arasında farklı ayrımlar gerçekleştirip buna göre düzenlemelerin yapılmasının önünü açarken, ilgili üniversitelerde başta kadro ve yükselme kriterleri denilen garabetlerin de çözülmesi için adımlar atmak zorundasınız. Aksi halde akademik kadroların aidiyet hislerini kaybetmelerinin yanı sıra yıllarını verdikleri birimlerden ya başka birimlere geçmek zorunda bırakılmalarına ya da emeklilik tercihlerini erkene çekmelerine yol açarsınız. Bu ise kâğıt üzerinde yönetim kadrolarının dikkatini çekmeyecek kadar küçük bir ayrıntı gibi gözükebilir ancak var olan kurumların giderek erimesine vesile olur. Ayrıca verilen bu payeleri devam etme adına rektörlerin sürekli olarak toplantı organizasyonu gerçekleştirmelerine hatta listede yer alan bir üniversitemizde yapıldığı gibi "Elinizde ne varsa bırakın: Ders, danışmanlık, yazım vb. gibi, akademik çalışma verilerinizi yazarak toplantıya katılın "çağrısı ile tuhaf bir hale de bürünebilir.

Yıllardır eğitimin niceliksel boyutu ile ilgilenenler karşılarına gelen üniversitelerin terk edilmesi sorununu büyük bir olasılıkla yine aynı pencereden bakma eğilimi içerisine gireceklerdir. Oysa yaşananların arka planında uzun bir zamandır tekrarlanmakta olan hatalar yer almaktadır ve bu hataların çözümü gerçekleştirilmeden, sorunun ortadan kalkması mümkün değildir. Hatta tam aksine önümüzdeki yıllarda üniversitenin bir gelecek kapısı olmaktan çıkmaya doğru hızla yol alma ihtimali giderek daha ağır basan bir eğilime dönüşecektir. Bu noktada eğitimin kalitesinin yanı sıra eğitimin sonuçlarının ve gelecekte yaratacağı katma değerin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Gündelik çözümler ile uzun vadeli geleceği şekillendiremezsiniz. Demek ki neymiş? Üniversite sayısını arttırmak ve kontenjanları çoğaltmak veyahut baraj puanlarını kaldırmakta bir işe yaramıyormuş!


On iki askerimizi son yolculuklarına büyük üzüntü ve elemle yolcularken bütün şehit ailelerine baş sağlığı ve sabr-i cemil diliyorum.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

-Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

-Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

-Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

-Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

-Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

-Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

-İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

-Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan-2012, Moss Spor) 

-Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

-Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır