Gündem

Yüksekova hurda kente dönüştü; halk enkaz başında nöbet tutuyor

"İsrail’in Filistin’e yaptıklarına laf ettiler, bize bin beterini yaptılar"

Fotoğraflar: Reyan Tuvi

21 Haziran 2016 13:40

Civan, doğup büyüdüğü evi gezdiriyor. Oturma odasında duvara asılı ‘üstün başarı madalyası’nı, dua çerçeveli duvar saatini, annesinin dikiş makinesini, sevdiği porselen bardakları, anne, babasının, kardeşinin odasını gösteriyor. Kendi odasında; hafta sonu tutkusu kay kay, yatağının üzerine asılı gitarı, bilgisayar masası, kara tahta, tabletler, iPod, kardeşinin salıncağı ve çok sevdiği metal bisiklet biblo... Civan, 10 yıldır Yüksekova’da, Cumhuriyet Mahallesi’nde bu evde yaşıyor. Evi, bir çocuğun renkli dünyasının nasıl yanıp kül olduğunun ve siyah- beyaz bir fotoğrafa dönüşebildiğinin kanıtı. Artık o, yıkılmış yanmış, hurda bir kentin çocuğu.

Yüksekova’da 78 gün süren çatışmaların ve sokağa çıkma yasaklarının sona erdiğinin açıklanmasıyla, geçtiğimiz ay sonunda halk, kentine döndü. Yüksekova’ya ulaşmak için araç konvoyunda saatler süren bekleyişin, kente 30 km uzaklıkta Yeniköprü’deki ilk kontrol noktasındaki GBT, eşya ve araç aramasının, kentin girişindeki ikinci kontrol noktasındaki tekrar GBT, çanta ve üst aramasının ardından, Yüksekovalılar mahalleleri, sokakları ve evleriyle ilk kez karşılaştılar. Ancak eski yaşamlarından ve geçmişlerinden geriye çok az şey bulabildiler. Evlerde neredeyse kullanılabilecek hiçbir şey kalmamıştı. O alıştıkları koku da yoktu evlerinde. Yerini yanık ve is kokusuna bırakmıştı. Oturma odasından yatak odalarına, mutfaktan banyoya, her şey ya kırıktı ya da yandığı için geriye ancak iskeletleri kalmıştı. Birçoğu yıkıntıların arasında Kur’anını aradı, ancak küllerini bulabildiler.

Yaklaşık üç ay önceki evini, hayalinde kalmış haliyle anlatan Civan'a, ‘’Ne hissediyorsun?’’ diye soruyorum, ‘’Öfkeliyim!’’ diyor. Evine döndüğünde, bahçesine saçılmış kurşunlar, şarapnel parçaları, lav silahı kapsülleri, mühimmat sandıklarıyla karşılaşıyor. Amcası Erkan Öztekin, yeğeniyle birlikte evi dolaşırken, bir yandan da bahçeye yayılmış savaş artıklarını, inanmakta zorlanarak, gösteriyor; ‘’Mesele hendek değildi, mesele 'istediğimi yap, yoksa istediğimi yaptırırım' diyerek bir halkı dizayn etmekti’’

 

Yüksekova’nın en fazla zarar gören Cumhuriyet ve Güngör mahallerinde, ilk şok atlatılamamış olsa da herkes evinin olduğu yerde nöbette. Evlerin çoğunda geriye yapılacak tek bir şey kalmış; hurdasını toplamak. Çünkü yıkım makineleri çalışmaya başlamış bile. Yıkım, uyarısız, tebligatsız geliyor, hurdayı da yıkımı yapan firma alıp gidiyor. Demir ailesinin garajlı dubleks, bahçeli villasının çatısındaki sac levhalar bir bir çıkarılıp, taşınıyor. Tek bir aileye ait olan Aybarlar Apartmanı’nda, kiracılar ev sahibine kalorifer petekleri ve diğer hurdalık malzemeleri sökerek yardımcı oluyorlar. Aybarlar, yedi kardeş, apartmanlarının tamamlanması 21 yıl sürmüş, şimdi hurdalarından medet umuyorlar. Bina, yaşanacak halde olmadığı için köylerine gitmişler. Bu süreçte köyler de dolup taşmış, hatta artık boş ahır da bulunmuyor. Bir yandan da herkesin gidecek bir köyü de yok.

"Üçgen Apartman" -Fotoğraf: Zeki Dara

Binanın hemen karşısında, mahallenin sembol figürü, birçoklarının gıptayla oturmayı hayal ettiği ve yasağın başlamasından bir gün önce kiracıları çıktıktan sonra, en son sahibinin terk ettiği Üçgen Apartman var. Aslında vardı, çünkü 7 katlı 14 daireli bina, artık iş makinelerinin altında bir moloz yığını olarak bütün mahalleye adeta ibretlik duruyor. Sahibi Şemsettin Fırtına, gemisini terk etmemekte kararlı bir kaptan gibi, ellerinde iş eldivenleriyle, oradan oraya koşuşturuyor. Refik Yıldırım'ın evinin ise kolonları hiçbir zarar görmemiş olmasına rağmen, ona da yıkım kararı gelmiş. Geriye yapabileceği tek şey,  evinin çatısını sökmek oluyor.

Cumhuriyet Mahallesi’nin insan trafiğine bakınca, neler görüp geçirdiğinden bağımsız, burayı adeta yeni inşa edilmekte olan bir mahalle sanmak mümkün. Her gelip geçenin bir telaşı, bir meselesi var. İki arkadaş, yıkılmış bakkal  dükkanlarının kendilerinin olduğunu nasıl ispatlayacaklarını kara kara düşünüyorlar. Bakkalın geliri az olduğundan ve her ay Bağkur primi yatırmaya güçleri yetmediğinden, Yüksekova’da, sıklıkla karşılaşılan bir durum olduğu üzere, zamanında resmi kayıt yaptırmamışlar. Tapusu olmayanların derdi de ayrı. Üstleri başları boyalı genç adamlara kendi evlerini tamir edip edemediklerini sorunca, aralarından biri acı bir tebessümle cevap veriyor: ‘'Bizim evlerimiz de yıkıldı ama terzi kendi söküğünü dikemez misali işçi olarak başkası için çalışıyoruz. Genelde birçok ev yakıldığı için tamir edilemez durumda, ancak kurşun izlerini alçıyla kapatabiliyoruz’’. İskender Işık’ın evi yıkılmamış ama tepkisiz değil: ‘’Komşumun evi yıkıkken ben rahat ediyorsam, bilin ki bu halktan değilim. İsrail’in Filistin’e yaptıklarına laf ettiler, bize bin beterini yaptılar. Yakında, dümdüz edilmiş, hayalet bir şehir olacağız. Üç ailenin birlikte oturduğu, çocukların bahçede koşup oynadığı evler yerine, 1+1 kandırmacası verecekler’’

Yıkılmış evlerde hep, Yüksekovalıların yaşam yerlerine ve misafirlerini ağırlamaya olan düşkünlüklerine dair ipuçları var. Tahir Güneş, yasak başlayınca evini terk etmekte çok zorlanmış. Evine en yakın, kenar mahalleye yerleşmiş. Yasak sürerken, bombalar patlarken, içi içini yiyormuş. Dayanamayıp yasağı delmiş, mahallesine giderken yolda yakalanmış. Karakolda ona 219 TL ceza kesilmiş. İki buçuk aylık yasak boyunca aldığı gıda yardım ise 40 TL.

Cumhuriyet ve Güngör’ün yanı sıra Orman, Eski Kışla ve Mezarlık mahallelerinde de tahribat var. Vali Erdoğan Gürbüz İlköğretim Okulu, yavaş yavaş yeni kimliği olan karakola bürünüyor. Halk arasında bazı söylentiler dolaşıyor. Mahallelerin içinde bulunan okul benzeri büyük binalara bilinçli olarak büyük hasar verildiği, ardından da bunların karakola dönüştürüleceği konuşuluyor. Günbatımına yaklaşırken, tenceresi olan, bahçedeki odun ateşinde yemeğini kaynatıyor. Buzdolabı olmayınca salça gibi malzemeler, diğer mahalleden geliyor. Kalacak bir yeri, bir sofrası ve yiyeceği olmayanlar içinse 'iftar göçü'nden başka çare yok. Sokağa çıkma yasağı gece 11’de başlıyor. Yakınlarına, komşularına gidenler iftar sonrası, orada kıvrılacak, sabah vaktinde evlerinin nöbetini tutmak üzere tekrar enkazlarına geri dönecekler. Evlerinin yanında kalabilmek için, mahalle meydanında iftar çadırı istemişler ancak bu talepleri güvenlik gerekçesiyle reddedilmiş. 60 yaşında, kızıyla birlikte yaşayan Hatem Evin, her koşulda evinin önünden ayrılmıyor. Top mermisiyle tahrip olmuş evinin çatısını kendi imkanlarıyla yaptırmış, başka yere gitmeye niyeti yok, zira gidecek başka yeri de yok.

Bir de, ‘’Teneke toplayıp iftarı kurtarıyoruz’’ diyenler var. Güngör Mahallesi’nde, iftara 1.5 saat kala, yanında küçük oğluyla, el arabasında hurda toplayan Hekim Demir’in kiracı olduğu ev yanmış. ‘’Halbuki’’ diyor gözleri dolu, ‘’20 yıllık birikimimle, o evi kapıcılık yaparak, kül yutarak adam etmiştim. Çocuklarım başarılı olabilsinler diye gül gibi döşemiştim. Anlayamıyorum, biz bu yollar temizlensin diye, evlerimizi devlete emanet etmiştik, ne oldu?’’ 

Hemen ileride yanmış bir evin yanında, dev bir hurda alanı var, başında da hurdaları satın alan bir adam. Onun da evinin bir kısmı yıkılmış. ‘’Dandik hurda, gelse gelse toplam 12 ton gelir. İskenderun’daki fabrikaya götürüp satıyorum’’ diyor. ''Dandik'' dediği, bahçe kapıları, masalar, sac çatılar, fırın, ısıtıcı, pencere demirlikleri… Yani hatıraların lime lime edilmiş hali. Hurda alanına bakan yüksek apartmandaki kiracı daha çatı katını yeni tamir ettirmiş, hala borçlarını ödüyormuş. Ağır top atışlarına maruz kalmış izlenimi veren dairesindeki duvar yazılamaları daha da kahretmiş onu. ''Av Mevsimi 50'' mesela... Yerlerdeki aile resimlerini saklamak yerine yırtarken; ‘’Çok düşmanca bir yıkım bu. Ne olduysa çatışmaların bittiği 38. günden sonra olmuş. 40 gün boyunca ele geçirebildikleri her şeyi yakıp yıkmışlar. ’Geçmiş olsun’ diyorlar, geçmiyor. Kim beklerdi ki böyle bir şeyi.. ’’ diyor. Naci Demirel ise bekliyormuş. Bir zamanlar toprak evini ayakta tutan ahşap direkleri, artık yakarak ısınmak için kamyona yüklerken kendinden emin konuşuyor; ‘’Cizre’den sonra böyle bir şey olacağını tahmin etmiştik. Olayın ciddileşeceğini gören Yüksekovalıların yüzde 95’i ilçeyi terk etti. Yüksekova da yıllardır dik duruşu nedeniyle ve her denileni yapmadığı için cezalandırılacaktı elbet"

Bir başka duvar yazılaması kendini hatırlatıyor; ‘’Tanrı sizleri cezalandırmak için bizleri yolladı’’

Yüksekova’da yaşayan nüfusun büyük bir kısmı, 90’larda yakılan ve boşaltılan çevre köylerden göç edenler. Tabelasında 65 bin yazıyor ancak asıl nüfusun bunun iki katı olduğunu bilmeyen yok. Göç edenler, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarını satıp, çobanlık ve diğer işlerden kazandıkları birikimleriyle ve köy tazminatlarıyla buraya gelerek yeni bir yaşam kuruyorlar. Çözüm sürecinde hem Hakkari Üniversitesi’nin bazı bölümlerinin burada açılacak olması, hem de yeni havalimanı inşası, insanların arsaya ve aile apartmanlarına yatırım yapmasına ve inşaat sektörünün 2013’ten itibaren ivme kazanmasına yol açıyor. Ne var ki, bugünkü durum, Yüksekova halkı için koca bir enkazdan ibaret. Kerpiç evden yedi katlı apartmana, daha tamamlanmamış inşaattan borcu hala ödenmekte olan tadilata, geriye kalan sadece moloz. Bu süreci yakından takip eden Yüksekova Haber’in muhabiri Zeki Dara, coğrafyası nedeniyle sapada kalan Yüksekova’yı gündeme getirmekte zorlandığından ve yıkılan binalara dair acil bir plan yapılması gerektiğinden bahsediyor; ‘’Yasak zaten Haziran başında kalktı, Yüksekova’da inşaat sezonu üç ay bile değil. Bu yapıların enkazı kalkmadan bu süre tükenecek. Şu anda 35 bin civarında insanın kalabileceği bir yeri yok. Kış koşulları çok çetindir, Aralık’ta -22’yi bulabilir. Bakıyoruz, hem halkın hem de yetkililerin kafası karışık. Bu durumun acilen netleşmesi gerekiyor’’

30 yıllık birikimini üç ayda kaybedenler bir yana esnaf da sıkıntılı. Savaş süreciyle birlikte ticari hayat da resmen durma noktasına gelmiş. Yüksekova halkının, ‘’kaçakçılık’’ yerine ‘’sınır ticareti’’ demeyi tercih ettiği en büyük geçim kaynağının sekteye uğraması ilçede ekonomiyi felç etmiş. Yüksekova'nın bir caddeye sıkışan tek çarşısı belini doğrultmaya çalışırken, üstü karalanmış yazılamaların olduğu kapalı kepenkler, çarşı boyunca varlığı fazlasıyla hissedilen silahlı özel harekat polisleri, akrep, panzer ve TOMA’lar, halkın normal yaşama dönmesini zorlaştırdığı gibi gelecek belirsizliğini de iyice artırıyor. Halk, 2 bin rakımlı bu büyük ovada adeta kapana kısılmış durumda.

Her şeyin daha güzel olacağını umarken, hayatı kararanlardan biri de Saniye Hanım. 15 yıl boyunca iğneyle saten, çeyiz yorganları dikmiş, işlemiş, çevre edinmiş, inşaat işçisi kocasına ve çocuklarının eğitimine destek olmuş. Yorganları öyle özenliymiş ki, kimse elişi olduğuna inanmazmış. 45 yaşında artık kolları tutmayınca, 190 bin TL kredi çekmiş ve geçen kış Denizli’den bir yün açma ve yorgan makinesi almış. Hakkari’den İstanbul’a her yerden yorgan siparişleri geliyormuş; ‘’Daha hendekler yeni kazılıyordu, üçüncü yorganı bitirdim, dördüncü yorganı makineye koydum. 'Bu dönemde nasıl böyle bir masraf yaptın, iyi şeyler olmayacak’ dediler. Yine de inanmak istemedim’’. Denizli’den gelen usta makineyi kuruyor, siparişler artıyor ancak mahalleyi boşaltmaları gereken o gün geliyor; ‘’Dördüncü yorgan bitmemişti, öylece bilerek makinede bıraktım, belki eve gelen bembeyaz yorganımı görür, ihtiyacım olduğunu anlar, emeğime acır diye… Ama acımadılar’’. Kendi yaptığı ve evle birlikte yanan kızlarının çeyizini düşünemiyor bile. Yanmış bir ev, atölye ile yanmış bir makinenin nöbetini tutarken, dördüncü yorgan hala makinenin üzerine gerilmiş, küle dönmüş bir kitap gibi dokundukça un ufak oluyor. Bu kadar acının içinde kendi hikayesini anlatmaya utanırken; ‘’Dimdik durabilmek, minnet etmeden yaşayabilmek, çocuklarıma bir gelecek verebilmek için tek umudumdu’’ demekten de kendini alamıyor.

Serhat, Atatürk Anadolu Lisesi 3. sınıf öğrencisi. Onun da evi yıkılmış, Antalya'da amca oğlunun evinde kalmış. Yalnız hissetmiş. Yüksekova’da öğrenciler ikinci dönemi okuyamadıkları için değerlendirme birinci döneme göre yapıldı. Serhat, bir hafta önce okuluna dönüp karnesini almış. ‘’Sizi mahallemde gezdirmek, mahallemin nasıl yıkıldığını göstermek istiyorum’’ diyor. Okul yolunda, futbol oynamayı çok sevdiği, tahrip olmuş halı sahayı gösteriyor. Serhat, bir gün yönetmen olacak, mahallesi hakkında belgesel yapacakmış.