Neticede bir kez daha şans yaver gitti. Oldukça net bir sonuçla SPD'li üyelerin yüzde 66'sı Angela Merkel ile yeni bir hükümet ortaklığına "evet" dedi. Yeni hükümetin Paskalya öncesinde, Mart sonunda kurulması planlanıyor.
Yeni hükümete uzanan yol oldukça zorluydu: Koalisyon görüşmeleri sekteye uğradı. Yıldızı ancak kısa bir süre parlayan Martin Schulz bu uğurda yarı yolda kalan isimlerden oldu. Başbakan Merkel'in mevcut pek çok küçük parti arsasından yeni hükümeti kuracak yeterli çoğunluğa ulaşamayacağı, bu nedenle günlerinin sayılı olduğu düşünüldü.
Bu Almanya için yeni bir durum. Federal Almanya Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1949'dan bu yana en büyük iki partiden biri ya tek başına iktidara geldi veya koalisyon ortağını bizzat belirledi. İşte o kadar! Son on iki yıldır da durum öngörülebilir bir düzeyde seyrediyordu. Angela Merkel başbakandı ve başbakan olarak kaldı. Bunun dışındaki her şey dünyanın geri kalanını pek ilgilendirmiyordu.
Ancak sağ popülist Almanya için Alternatif'in (AfD) Alman meclisine girmesiyle bu siyasi rehavet anlayışının da sonu gelmiş oldu. Büyük partiler küçülürken, küçükler büyüdü. Hükümeti oluşturacak yeterli çoğunluğa ulaşmak zorlaştı.
Almanya'nın kimlik mücadelesi
Mevcut çetrefilli tablo, Almanya'da şu anki durumu ortaya koyuyor: İki büyük kitle partisi seçmen tabanını o kadar büyük hayal kırıklığına uğrattı ki, seçmenler radikal eğilimlerle kaydı, aşırı sağa ve aşırı sola oy verdi. Bir zamanların büyük partileri, alışıldık yaşam koşuları giderek kaybolan, güvensizlik içindeki çoğu Almanın mevcut kaygılarını giderecek siyasi bir konsepte sahip değiller. Küreselleşmeye, toplumsal kimlik ve uyum ilişkisine verebilecekleri bir yanıtları yok. Dış politikada da Almanya'nın Trump-Şi-Putin dünyasında nasıl bir rol üstlenmek istediği, ya da Avrupa'nın dış ve savunma politikaları alanında Almanya'nın artan sorumluluğunun ne anlama gelebileceği de belirsiz.
Son aylardaki zorlu mücadele Almanya'yı kendine getricek ülkenin acil ihtiyacı olan bir "silkinme çağrısı" olabilir. Siyasiler seçmenlerine yeniden kendilerine kulak verildiğini hissettirebilirler. Politikacılar, eski nasyonalist tehlikelere düşmeden halkın kendine has bir gündemi olabilieceği gerçeğini kabul etmek zorunda. Bu çerçevede büyük koalisyon içinde hükümeti oluştursalar dahi, bu ittifak içinde de kendi duruşlarını savunabilmeli ve kendilerini diğer ortağından ayırabilmeliler. Şayet bunu başaramazlarsa her iki parti de bir sonraki seçimde, en geç 2021'de ortaklaşa batacak. AfD'nin aşırı sağ seçmeninden oy kapma yarışına girişmek ne denli uygunsuzsa, olası yanlış taraftan kopacak bir alkış karşısındaki çekincelerin de burada hiçbir önemi yok.
Önemli sinyal
Angela Merkel artık hükümeti kurabilir. Ancak bunun mümkün olabilmesi için verilen siyasi mücadelenin boyutu bir sinyal niteliği taşıyor. AfD'nin Alman meclisine girmesiyle insanı cesaretlendiren bir tartışma kültürü de yeniden canlanmış oldu. Öncülüğünü Yeşiller Partili politikacı Cem Özdemir'in mecliste yaptığı ateşli konuşma kin ve dışlayıcılıkla nasıl başa çıkılabileceğini gösteriyor. Göçmen Türk bir ailenin çocuğu, Almanya'ya dair memleket sevgisi ve gururunun sadece geçmişteki nasyonalist renklere bürünerek yaşanmayacağını gözler önüne serdi. Aksine çok kültürlü, çoğulcu özgür bir toplum anlayışı benimsemenin Almanya'yı Almanya yapan itici gücün kaynağı olduğunu ortaya koydu. Bu tür bir konuşma uzun süreden beri yapılmamıştı.
İşte şimdi en iyi argümanı ortaya koyma, tartışma ve mücadele zamanı. Alternatifsizliği kabullenmişlik geride kaldı. Dört ay süren siyasi felç döneminin ardından, çok daha değerli olan, iyi bir başlangıç yapma zamanı geldi.
Ines Pohl
© Deutsche Welle Türkçe