Kültür-Sanat

Yılmaz Güney ölümünün 30. yılında filmleriyle anılacak

1960'lı yıllarda girdiği Yeşilçam'da toplumcu gerçekçi yaklaşımıyla ayrı bir duruş sergileyen Güney'in, 'Yılmaz Güney Filmleri Haftası'nda 'Yol', 'Sürü', 'Umut', 'Arkadaş' gibi filmleri gösterilecek

09 Eylül 2014 17:56

Yılmaz Güney, ölümünün 30. yılında SETEM Akademi (Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği) tarafından düzenlenen “Yılmaz Güney Filmleri Haftası” ile anılacak. 

Melike Futtu'nun Bianet'te eyr alan haberine göre, 9- 14 Eylül tarihleri arasında düzenlenen film haftası kapsamında “Endişe”, “Yol”, “Aç Kurtlar””, Seyyit Han”, “Düşman”, “Sürü”, “Umut”, “ Zavallılar”, “Arkadaş”, “Duvar” ,“Ağıt” gibi Güney’in toplumsal gerçekçi ve devrimci sinema anlayışını yansıtan filmlerinin gösterimleri gerçekleştirilecek. 

Güney’in sinemasına dair söyleşilerinde yer aldığı film haftası boyunca, aynı gün yaşamını yitiren oyuncu Erkan Yücel ve Güney birlikte anılacak.

Kürt asıllı topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biri olarak 1937 yılında Adana’nın Yenice Köyü’nde doğdu Yılmaz Güney. “Gerçek adım Yılmaz Pütün aslında” diyor ve adının anlamını da şöyle açıklıyordu: “Adım zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir.”

Komünizm propagandasıyla yargılandığı üniversite yıllarında soyadını Güney olarak değiştirmek zorunda kalır. Çocukluk yıllarında hayvan gütmekten ırgatlığa kadar her işi yapar. İlkokulu ve liseyi bitirdiği 1950’li yıllarda, Adana’da And Film’de çalışmaya başlar. Aynı yıllarda kendi öykülerini de yazdığı “Doruk” adlı bir sanat dergisi çıkarır ve Adana’da yayımlanan “Salkım” adlı dergiye de öykülerini yazmaya devam eder.


Güney, 1955'li yıllarda üniversite eğitimine devam etmek için geldiği İstanbul'da, yazdığı öykülerde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklanır ve eğitim hayatına ara vermek zorunda kalır. "Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığıyla eğitmekti. Öyle yaptım... Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar... Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık. Öğretmenlerimden bin zordur" der Güney ve üniversite yıllarında tanıştığı yönetmen Atıf Yılmaz'a asistanlık yaparak sinema hayatına başlar.

Cezaevine girip çıktığı yılların ardından yazdığı senaryolarla “Yılmaz Güney Sineması”nı yaratmaya başlar Güney. 1963 yılında yönetmenliğini Ferit Ceylan’ın yaptığı “İkisi de Cesurdu” filminin senaryosunu yazar; daha sonra oyunculuğa da başlar ve Türkiye sinemasında “Çirkin Kral” olarak anılır.

“Bizim gerçek yargıcımız halktır” der Güney ve toplum için sanat anlayışını sinemasının merkezine oturtarak ilk yönetmenliğini 1968’de “Seyyit Han” filmiyle gerçekleştirir. Güney, 60’lı yıllarda hem oyunculuk hem yönetmenlik yaptığı “Hudutların Kanunu”, “Aç Kurtlar” filmleriyle de toplumsal gerçekçi anlayışı devam ettirir.

Özellikle yönetmen kimliğini ön plana çıkarmaya başlayan sanatçı, 70’li yıllarda Türkiye sinemasına hakim olan Yeşilçam Sineması’ndan bağımsız bir duruş sergileyerek devrimci bir sinema yaratma çabasına girer. 1970 yapımı Umut filmi ise fakir kız, zengin erkek hikayesinden ziyade Güney kendi öz yaşam hikayesini anlatarak Yeşilçam’ın geleneksel kalıplarını yıkar.  1971 yapımı “Acı”, “Umutsuzlar”, “Ağıt” ve 1972 yapımı “Arkadaş” filmleri de Güney’in devrimci sinema geleneğinden etkilenir.

Kan davasını konu aldığı 1974 yapımı “Endişe” filminde Yılmaz Güney’in meselesi sanayileşmedir ve filmin anlatısıyla toplumsal bir eleştiri ortaya koyar. Film 20. San Remo Uluslararası Film Festivali’nde uluslararası ödül ve 12. Antalya Film Şenliği’nde en iyi film ve senaryo ödülü dahil olmak üzere beş farklı dalda ödül alır.

Endişe filminin çekimi sırasında Adana’nın Yumurtalık ilçesi hakimini vurduğu gerekçesiyle yargılanan Güney, çekimlerin ardından 19 yıllık hapis cezasına mahkum olur. Cezaevinde bulunduğu yıllarda, Güney son dönem sinemasının filmleri olan “Sürü”,”Düşman” ve “Yol”un senaryolarını yazar.

Güney, 1981 yılında bayram izni alarak cezaevinden çıkar ve yurtdışına kaçar. Şerif Gören’in yönetmenliğinde “Yol” filminin bir kısmını yurtdışında çeker.  İmralı cezaevinden beş mahkumun hikayesini anlatan “Yol”, 1982’de Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü alır. Ardından Yılmaz Güney 1983 yılında TC vatandaşlığından çıkarılır ve tüm filmleri 12 Eylül cuntası tarafından yasaklanır.

Türkiye’yi çocuk mahkumların gözünden anlattığı son filmi “Duvar”ı 1984 yılında Fransa’da sürgündeyken çeken Güney, 9 Eylül 1984 yılında yaşamını yitirir.

Ölümünün 30. yılında Yılmaz Güney’i anmak adına belki de sözü sinemaya birlikte başladığı Atıf Yılmaz’a bırakmak belki de en doğrusu…

“Ve Yılmaz Güney, bütün engellemelere, yasaklamalara rağmen arkasında toplumun çok çeşitli kesimlerini peşinden sürükleyen filmler ve unutulmayacak bir isim, bir efsane bırakarak gitti.”