Politika

Yenilenen CHP için; üç soru, dört ilke

Nasıl duyguları tanımayan bir siyasetin kalbi yoksa, hakikatlere dayanmayan bir siyasetin de aklı yoktur. Doğru olan; insanların duygularına oynamak, tepkileri uyarıp yükseltmek değil, aklın kılavuzluğunda ilerlemektir

27 Ekim 2023 10:51

Oğuz Kaan Salıcı*

Demokrasilerde, seçim yenilgilerinin ardından partilerin bir lider değişikliği talebiyle kendini yenilemesi yönünde bir baskıyla karşı karşıya kaldığı genel olarak gözlemlenen bir olgu. Bununla birlikte, serbest ve adil seçimlerin uygulandığı ileri demokrasilerde dahi bu gibi taleplerin her zaman karşılık bulmadığını, değişim gerçekleşse bile her zaman istenen sonucun elde edilemediğini ve ancak özel şartlar altında böylesi değişimlerin kalıcı ve etkili sonuçlar doğurduğunu söylemek gerekiyor. Bugün CHP'de açığa çıkan değişim talebinin de esas kaynağında 14-28 Mayıs'ta alınan seçim yenilgisi yatıyor. Bir diğer deyişle, CHP'ye yönelen yenilenme talebinin esasını iktidar olma hedefi oluşturuyor. Bu yazıda, böylesi bir hedefi gerçek kılacak türden bir değişim yapılanmasının yanıt vermesi gereken soruları ve ortaya koyması gereken ilkeleri değerlendirmek istiyorum.

CHP'de bugün kendini "değişimci" olarak tanımlayan kanattan gelen kimi açıklamalar ve bunların dayandığı çalışmalar, aslında bugün değişim adı altında önerilen çizginin nasıl bir yolda ilerleyeceğini ve nereye varacağını gösteren önemli ipuçları barındırıyordu. Bilindiği üzere İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu da seçimlerin hemen ardından yaptıkları bir anket çalışmasının sonuçlarını ilan etmiş ve devamında kendi değişim anlayışını ortaya koyan bir yazı yayımlamıştı. Bu çalışmalarda vardıkları temel sonuçlar şu şekilde özetlenebilir: Partide öncelikle lideri içeren bir yönetim değişikliği şarttır. Böylesi bir değişim, topluma karşı kapanan ve giderek tutuculaşan CHP örgütünü değiştirmenin önünü açacaktır. İstenen değişimin gerçekleşmesiyse, ancak üst yönetimde bir kuşak değişikliği yoluyla sağlanabilecektir. Özetlediğim bu anlayış, Grup Başkanımız Özgür Özel'in parti ile seçmen arasında yaşanan "duygusal kopuş" saptamasından hareketle istediği değişimle buluşunca, bugün kendini "değişimci" olarak tanımlayan grubun temelleri atılmış ve hareket yönü belirlenmiş oldu.

Soruna buradan yaklaştığımızda arkadaşlarımızın değişim anlayışının çerçevesini ana hatlarıyla şöyle ortaya koyabileceğimizi düşünüyorum: Buna göre değişim esasen lider değişikliğiyle başlayacak, liderin getirdiği yeni anlayış çerçevesinde partideki değişim yukarıdan aşağıya gerçekleşecektir. Böylesi bir değişimin gerçekleşmesi bir kuşağın yerini yenisinin alması, yani bir grup partilinin diğer partilileri dışlamasına dayanan bir tasfiye süreci ile mümkün olacaktır. Son olarak, ihtiyaç duyduğumuz şey "devrim" gibi bir altüst oluş, "yani büyük ve tek bir hamlede hayata geçecek bir değişimdir" görüşü karşımıza çıkmaktadır. Toparlayacak olursam, önerilen politika yukarıdan aşağıya işleyen, "dışlayıcı ve tek bir aşamada sonuç verecek türden" bir değişimi işaret ediyor.

Ben bu politikaya dayalı bir değişimin yukarıda işaret ettiğim türden kalıcı ve etkili bir sonuç vereceğine inanmadığım için, partimizi iktidara taşıyacak gerçekçi bir yenilenme siyasetinin izlemesi gereken güzergahı değişik platformlarda dile getirmeye çalıştım. Şimdi görüşlerimi derli toplu şekilde ortaya koyabilmek adına her örgütsel yenilenme çabasının aktörlerinin yanıt vermesi gereken üç temel soruyla ve sorulara dönük değerlendirmelerimle devam etmek istiyorum. 

Üç soru

Bugün istenenin esasen lider odaklı bir değişim olduğunu dikkate aldığımızda, yanıt bulmamız gereken ilk soru CHP'nin fikri yenilenmesine dair: Öne çıkan lider alternatifleri gerçekten de partiyi mevcut liderliğin getirdiğinden daha ileri bir noktaya götürebilecek mi?

Yenilenme, her şeyden önce; emek, zaman ve fikirsel taşıyıcılık ister. CHP gibi köklü bir örgütte yenilenme sürecini idare edecek bir siyasi figürün, geniş toplumsal kesimleri ikna edecek kapsamlı bir vizyona ve böylesi bir kapsamı destekleyecek türden bir birikime sahip olması gerekir. Şimdi değerli yoldaşım Özgür Özel, kendisine "Recep Tayyip Erdoğan'ı yenmek için nasıl bir yenilik getireceği" sorulduğunda, farklı bir siyaset anlayışıyla CHP'yi iktidara taşıyacağını söylüyor. Ona göre Erdoğan, aynı düzlemde yer alan yoksul kesimleri, dikey olarak kimliklerine göre ayrıştırıyor ve sonra kutuplaştırıyor, bu yüzden de kazanıyor. Kendisi, aynı düzlemde olmasına rağmen Kürt-Türk, Alevi-Sünni veya laik-dindar diye ayrıştırılmış olanları birleştirecek yatay bir söylemle, örneğin sosyal adaleti ve ezilenlerin ortak kaderini öne çıkararak AKP'yi yeneceğini söylüyor. İşte, "dikey siyaset"e karşı "yatay siyaset" dediği yaklaşımın özü bu. Evet bu yaklaşım çok doğru; ama bu siyasetin neresi yeni? Bu tarz bir yoksulluk vurgusu ve adalet talebi zaten sosyal demokrasinin alfabesi değil mi? Zaten en başından beri Kemal Kılıçdaroğlu da bunu yapmıyor mu? Eski tasa yeni bir isim verince, beraberinde hamam da yenileniyor mu?

Özel'in fikirsel açıdan geçmişten bugüne tutarlı bir yol izlediği ve bu konuda istikrarlı bir şekilde kafa yorduğu konusunda hakkını teslim etmek gerekiyor. Hatırlayalım: Özel, Yunus Emre'nin "Kılıçdaroğlu Doktrini" kitabında da aynı siyasi istikameti işaret etmiş ve bugün "yatay siyaset" adını verdiği yaklaşımı Kemal Kılıçdaroğlu'nun temsil ettiğini ileri sürmüştü.

İkinci soru CHP'nin birliğine dair: Öne çıkan lider alternatifi, vaat ettiği değişimden sonra partiyi bir arada tutabilecek mi? 

Açıkçası yola "kuşak değişikliği" vurgusuyla çıkmış, parti içinde; tutucu, değişim/yenilenme karşıtı, statükocu adını verdikleri, aslında olmayan bir rakiple savaşan bir anlayışın birleştirici olacağı konusunda soru işaretleri var. Tam da bir yerel seçime doğru gittiğimiz böylesi bir konjonktürde, parti hafızamızda yer etmiş 1994 yerel seçimlerini anımsamadan edemiyorum. Partiler de insanlar gibi öğrenirler; ancak, öğrendiklerini de hatırlamalıdırlar. Öyleyse hatırlayalım: 1989 yerel seçimlerinde kesin zafer elde ederek bütün önemli belediyeleri kazanmış sosyal demokratlar 1994'te birbirine düşünce, Erdoğan ve Gökçek aradan sıyrılmış ve belediye başkanlıklarını yüzde 25'lik oylarla almışlardı. Bu belki de yakın dönem siyasi tarihimizi etkileyen en önemli stratejik hatalardan biriydi. Sözün özü, bugün de tıpkı o gün gibi, sosyal demokratların birliği ve partide kalıcı bir hizipleşmenin oluşmaması son derece kritik bir öneme sahip.

Üçüncü soru CHP'nin bağımsızlığına dair: Öne çıkan lider alternatifi partinin bağımsız çizgisini korumayı başarabilecek mi?

Arkadaşlarımızın önemli yanılgılarından biri de CHP'de değişimin kendileriyle başlayacağını düşünmeleri. Halbuki CHP, değişmeyi ve yenilenmeyi her zaman başarabilen bir parti. Öte yandan CHP'yi yerinde saymaya, farklı toplumsal kesimlere kapalı kalmaya mahkûm etmek isteyen reaksiyoner ve statükocu bir çizginin varlığı şüphe götürmez. Hal böyleyken CHP'ye dışarıdan dayatılan tasarımlardan etkilenmeyecek, kendi bağımsız çizgisini izleyerek toplumun tüm kesimlerine seslenen bir siyasi hattı sürdürecek bir yönetim anlayışı yaşamsal önemdedir. 

Dört ilke

CHP gibi köklü bir partide duyguları okşayan parlak sözler değil, ileri görüşlü fikirler önem taşır. Partimiz için asıl kılavuz şahıslar değil, ilkeler olmalıdır. Bu ilkeler bizi, bir ismin yerine bir başkasını geçirmenin ötesinde fikirsel bir temeli olan bir yenilenmeye götürecek; siyasetin değişen koşullarına uyum sağlarken partimizin farklı unsurlarını bir arada tutacak; bugüne kadar bize oy vermemiş kesimler ile partimizi buluştururken CHP'nin kimliğini koruyacak bir müdahalenin temel zeminini oluşturacaktır. Bu zeminde yol gösterici olacak dört ilkeyi şu şekilde ortaya koyabiliriz: 

1) Lidere göre parti değil, partiye göre lider: Siyasi partilerde lider değişikliğinin ilgi ve sonuç doğurması kaçınılmaz. Asıl mesele bu ilginin kalıcı, bu sonucun da etkili ve sürdürülebilir olmasıdır. Bu bakımdan lider değişikliğinin kısa vadeli etkileri ile uzun vadeli etkilerini ayırt etmek gerekir. Her değişiklik insanlarda bir merak uyandırır ve bu yüzden de ilgi odağı haline gelir. Lider değişikliklerinde de yeni liderin kişiliği, geçmişi, ailesi ve tabii vizyonu merak konusu haline gelir. Halkta oluşan bu merak duygusu, medyayı da söz konusu değişime bir hayli zaman ayırmaya sevk eder. Ancak unutulmamalıdır ki merak çok hızlı tatmin olan bir duygudur ve bu aşamadan sonra uzun vadeli faktörler devreye girer. Bu bakımdan en çok dikkat edilmesi gereken iki faktör, lider profilinin örgütün genel imajına uygunluğu ve daha da önemlisi toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilme kabiliyetidir. Eğer bu iki faktör etkili olamamışsa, üç beş aydan sonra kimse "yeni" liderin yüzüne bile bakmaz. Bu ciddi bir risktir. 

Bu konuda gerçekten öğretici bir örnek İngiltere İşçi Partisi'nin 1979-1992 dönemindeki deneyimidir. Bu dönemde yapılan dört genel seçim, üç farklı genel başkan değişikliğine rağmen üst üste kaybedilmişti. 79'da Callaghan, 83'te Foot, 87 ve 92 seçimlerinde Kinnock ve ardından başa gelen John Smith. Smith'in hayatını kaybetmesinin ardından genel başkanlık koltuğuna oturan Tony Blair ise partiyi başarıya ulaştıran lider olmuştu. Çünkü Blair örgütten gelen bir değişim talebine dayanıyor ve her şeyden önemlisi gerçekten yeni bir fikir ile toplumun beklentilerine yanıt vermek üzere yükseliyordu. İşte CHP'yi iktidara taşıyacak türden değişimin en kesin yolu budur. CHP'de bir lider kültü varmış veya CHP örgütü lidere biat eden bir sürüymüş gibi bir hava yaratmanın alemi yoktur. CHP lider değiştirebilen bir partidir. Hatta siyasi tarihimizde birden fazla lider değişikliğine dayanabilmiş biricik partidir. Demirel'den sonra AP geleneği, Erbakan'dan sonra Millî Görüş geleneği, Özal'dan sonra ANAP, Ecevit'ten sonra DSP ve daha birçok parti lider değiştirdikten sonra ya siyasi önemini kaybetmiş ya da yok olup gitmiştir. Lider ve örgüt ilişkisi bakımından CHP'yi istisnai parti konumuna getiren gerçek budur. CHP'nin "reis" gibi tiplemelerle uzaktan yakından işi olmaz. Partimiz Kılıçdaroğlu'ndan önce de vardı, sonra da var olacaktır. Bugün karşı çıkılan şey değişim veya yenilenme değil, makamcı bir tutumla "sen kalk, ben oturacağım" diyen anlayıştır. CHP'nin asıl ihtiyacı lidere göre parti olmak değil, partiye göre bir liderlik oluşturmaktır.

2) Yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya yenilenme: Şimdi karşımızda duran değişim anlatısı aşağı yukarı şöyle bir model öneriyor: CHP'nin art arda seçim kaybetmesinin önüne geçmek için lider değişikliği gerekiyor. Yeni lider kendine bağlı yeni kadroları yönetime getirecek ve yeni yönetim kendine uygun bir çalışma tarzı ve kendine uygun hedefler izleyerek örgütü baştan yaratacak. Ondan sonra da parti başarıdan başarıya koşacak. Başka bir deyişle lider kendi mayasından örgütün tüm hamurunu yeniden yoğuracak. Lidere göre parti yaratma anlayışının uygulanabileceği tek model doğal olarak yukarıdan aşağı değişim modeli. Taraftarını yaratmayı bekleyen bir lider misali. 

CHP'nin yenilenmek için ihtiyacı böylesi bir model değil, demokratik ve dönüştürücü bir liderliktir. Böyle bir demokratik dönüşüm süreci bize önerilen modelin tam tersi, yani aşağıdan yukarıya işleyen bir yenilenme modeliyle mümkündür. Bugünkü kongre sürecinde olup biten de bundan başkası değildir. CHP'de mahalleden ilçeye, ilçeden ile, ilden genel merkeze kadar her düzeyde; açık, gerçek ve çekişmeli bir yarış yaşanıyor. Bu yarış, kamuoyunda zaman zaman dile getirilen, CHP'de "lideri delege seçer ama delegeleri önceden lider belirler" şeklindeki kısır döngü iddiasının doğru olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Yenilenmenin hareket noktası ve ilerleticisi partimizin kongreleridir. CHP'de değişim örgütten gelir. Herkes şunu bilmelidir ki CHP'deki değişim, CHP'lilerin eseri olacaktır. Liderlik de ancak böylesi bir değişimin koordinatörü olunduğunda kalıcı etki yaratacaktır.

3) Dışlayıcı değil, kapsayıcı yenilenme: Gerçekten başarıya götürecek, yani kalıcı ve etkili sonuçlar üretecek bir yenilenme; insan dışlayarak, parti içinde "tutucu" kesimler, "toplumdan kopmuş olan kuşaklar" tanımlayarak yapılamaz. Kendini "değişimci" olarak tanımlayan arkadaşlarımız yola çıktıklarında partiyi gençleştirmek adına bir kuşak tasfiyesi öneriyor, tutuculaşmanın önüne bu şekilde geçilebileceğini savunuyorlardı. Delegelerin oyuna ihtiyaç duydukları kongre salonlarındaysa "kapsayıcı" olacaklarını yüksek sesle ilan ediyorlar. Bir yandan parti içinde "statükocular", "tutucular" tanımlayacaksın, diğer yandan kimseyi dışlamayacağını, herkesi kapsayıcı bir değişim gerçekleştireceğini söyleyeceksin. Doğrusu hayli çelişkili bir yaklaşım. Bu bana pek mantıklı gelmiyor. Böyle bir yaklaşımın kendi dışındakilere karşı davranışı mantıksal açıdan iki yoldan birini izleyebilir: Muzaffer olursa muarızlarını pasifleştirmeye yahut tasfiyeye, mağlup olursa kalıcı bir hizipleşmeye yol açmak. Umarım arkadaşlarımız kapsayıcı olmak konusunda samimi duygularını beyan etmektedirler. 

Benim anlayışıma göre CHP herkes için bir partidir, tüm CHP'lilerin partisidir. İnsanlar arasında görüş ayrılıklarının olması doğal ve gereklidir, zira hakikatin ışığı farklı görüşlerin çarpışmasından doğar. Asıl önemli olan; zindelik ve yenilik aşılayan bu süreçleri kimseyi dışlamadan taşıyacak olgunluğu yakalayabilmektir. Bu yüzden kesin bir şekilde söylüyorum ki, CHP'de yenilenmeye karşı olan kesimler tanımlamak olacak iş değildir. Ne Kemal Kılıçdaroğlu'na destek verenler ne de lider değişikliği isteyenler yenilenmeye uzaktır. CHP kültüründe yenilenmeye karşı olunsaydı, parti 100 yıl yaşamaz, önemli tarihsel ve toplumsal gelişmelere ayak uyduramazdı. Her CHP'linin, CHP'lilerin her birinin kazançlı çıkmadığı bir yenilenme ise partiyi zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Yenilenme sürecinin anahtar ilkelerinden birisi de kapsayıcılıktır, katılımcılıktır. CHP yenilenirken hiçbir yoldaşımız geride bırakılmamalıdır. Parti için elini taşın altına koyan, partiyi daha ileri noktaya taşımak için görev üstlenmek isteyen herkesin CHP'de mutlaka bir yeri olmalıdır. 

4) Sürekli ilerleme, kendin kalarak yenilenme: Partimiz tarihi boyunca yenilenme hamlelerinin tamamında Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yol gösterici anlayışından sapmamıştır. Burada, modern çağın en göz alıcı yenilenme hamlesini gerçekleştirmiş Türkiye Cumhuriyeti'nden, yani Atatürk'ün çağdaşlaşma anlayışından söz ediyorum. Bu bağlamda çağdaşlaşma anlayışının iki temel özelliğinin bizim yenilenme tartışmamıza da ışık tutacağı inancındayım. Bunlardan ilki, yenilenmenin bir hamlede başarılabilecek, tek bir geçişten ibaret olmadığı gerçeğidir. Yenilenme, tıpkı çağdaş uygarlık düzeyini yakalama hedefinde olduğu gibi, sürekli değişen koşullara kendini uyarlamakla gerçekleşecek bir süreçtir. Partide devrim, öyle debdebeli basın açıklamaları, göz alıcı billboard posterleri veya ışıltılı salon toplantılarıyla ilan edilecek anlık bir olay değildir. Mütevazı ama kararlı adımlarla ilerleyecek, emek ve sabırla nakış gibi işlenecek, bilgi ve ileri görüşlülükle taşınabilecek bir süreçtir. Gerçekçi bir yenilenmenin sırrı, tarihinin her anında yeni kalmayı başarabilmektir. 

Atatürk'ün çağdaşlaşma modelinden öğrenebileceğimiz diğer bir husus ise benliğini kaybetmeden yenilenmeyi başarabilmektir. İnsan yenilenmeyi kendini daha iyi bir noktaya taşımak için ister. Eğer varacağınız yer sizi kendiniz olmaktan çıkaracaksa, insanı yenilenmeye yönelten neden de ortadan kalkmaz mı? Atatürk Batılılaşmayı, bazılarının iddia ettiği gibi bizi kendimize yabancılaştırmak için değil, kendi benliğimizi bulmamız için, Türk ulusunu modern bir toplum olarak örgütleyebilmek için istedi. İçinde kendimizi bulacağımız bir değişim, gerçek kimliğimizin korunacağı bir değişim, bugün partimizin özlediği yenilenmenin de yolunu işaret ediyor. Bunun için ilk önce her değişimin bir miktar süreklilik de barındırdığını akıldan çıkarmamak gerekir. Geçmişi sıfırlamak, her şeye baştan başlamak, partimize kimliğini kaybettirir. Böylesi bir sürekliliğin anahtarı kuşaklar arası sürekliliktir. CHP'yi CHP yapan en önemli özelliği, Cumhuriyeti kuran farklı kuşakları bir hedef doğrultusunda birleştirebilmesidir. Unutmayalım ki kurumsallaşmış her yapı gibi, CHP de farklı kuşaklar arasında yapılmış bir sözleşmedir. Kurucumuz Atatürk'ün de partimize dün üye olan genç yoldaşımızın da aynı sözleşmenin altında imzası vardır. İhtiyaç duyduğumuz şey farklı kuşakları karşı karşıya getiren değil, bütünleştiren bir yenilenmedir.

Duyguları anlamak, aklın klavuzluğunda ilerlemeyi gerektirir

Yanıt aradığımız tüm sorular, bayraklaştırdığımız tüm ilkeler, son tahlilde insanların refahı ve mutluluğuna hizmet etmeyecek olsaydı hiçbir değeri olmayacaktı. Siyaset büyük liderlerin veya seçkin bir azınlığın ayrıcalığı olan bir meslek değildir, geniş toplumsal kesimlerin katılımıyla gerçekleştirilen kitlesel bir uğraştır. Bu nedenle CHP'liler kendini egemenliğin gerçek sahibi olan halkın hizmetkârı olarak görürler. Aynı nedenle CHP halk içinde, halkla beraber, halktan yana siyaset yapmayı varlık sebebi olarak tanımlar. Bizim için parti araç, halkın çıkarları amaçtır. Partimizin tüm bu hassasiyetlerinin bilinmesine rağmen Grup Başkanımız Özgür Özel, parti yönetimini, "iktidarı değiştirememenin bedelini halka ödetmek"le eleştiriyor ve bu yüzden halkta bir duygusal kopuş ortaya çıktığını ileri sürüyor. Kendi değişim politikasını da bu kopuşu ortadan kaldıracak yegâne çözüm olarak ileri sürüyor.

Görebildiğim kadarıyla "duygusal kopuş" tezi, değerli yoldaşım Özgür Özel'in önerileri içerisinde en çok öne çıkan, hatta merkezi konumdaki iddia. Ne var ki ileri sürdüğü "cam tavan", "demokratik merkeziyetçilik" türünden diğer iddialar gibi bağlamından koparılmış ve hızlıca CHP'nin içinden geçtiği sürece uyarlanmış gözüküyor. Söylediklerinden yola çıkınca duygusal kopuşla seçim yenilgisinin halkta anlık bir öfke veya geçici bir kızgınlık ötesinde bir etki yarattığını, sadık CHP seçmenlerinin bile bir daha partimize oy vermek istemeyecek ölçüde bir duygusal kırılma yaşadığını kastettiği anlaşılıyor. Bu sorun, içeriğine daha uygun olan kavramlarla, yani "taban daralması" veya "seçmen kaybı" gibi kavramlarla ifade edilseydi de önemi azalmaz veya değerinden bir şey kaybetmezdi. Belli ki duygusal kopuş adlandırmasıyla trajik bir etki oluşturmak, lider değişikliğinin önemine ve belirleyiciliğine katma değer yaratmak isteniyor.

14-28 Mayıs seçimlerini kazanabilseydik, siyasetin demokratikleşmesi beklentisi ve toplumsal yenilenme umudu gerçeklik halini alacaktı. Maalesef halkımıza bir seçim zaferi armağan edemedik. Bunun sorumluluğu elbette ki siyasetçilerin üzerindedir ve bedelini ödemesi gereken de öncelikle siyasetçilerdir. Tam da bu noktada, önemli bir hususta meseleleri birbirine karıştırmamak gerekiyor. Özel, biraz ilginç bir yaklaşımla, failin sorumluluğu ile faili engelleme vaadini yerine getiremeyenin sorumluluğunu birbirine karıştırıyor. Elbette biz iktidar olsaydık, seçimden sonra AKP gibi zam ve vergi yağmuru yağdırmayacak, adaletin bayrağını taşıyacaktık. Ama iktidar olamadık, adaletsizliği engelleyemedik. Bundan doğan siyasi sorumluluğumuzu üstlendik, seçim öncesinde atamayla göreve gelmiş bütün yöneticiler ya istifa etti ya da görevden alındı. Yani siyasi bir bedel ödedi. Ama zamları CHP yapmadı, mükerrer vergileri CHP salmadı, hayat pahalılığını CHP yaratmadı. Bunlar iktidarın marifetleri, failleri iktidar blokunda yer alıyor. Partimizi halka zulmedenlerin safına atmak kabul edilebilir bir şey değil. Sapla samanı ayırt etmek, mağdur ile faili bir tutmamak gerekir.

Ziyadesiyle yükselmiş beklentilerin gerçekleşmemesinin halkta bir hayal kırıklığı yaratması anlaşılır. CHP'ye emek verenler, gönül verenler, oy verenler arasında bir duygusal kırılma yaşayanlar elbette ki olmuştur. Ama ben böylesi bir tepkinin CHP ile gönül bağını koparmak anlamına gelmediğine inanıyorum. Olsa olsa CHP sevgisinden, CHP'yi daha iyi bir konumda görme arzusundan kaynaklandığını düşünüyorum. İnsanların duygularını küçümsemek bizim haddimiz de hakkımız da değil. Çünkü insan duyguları ve aklıyla bir bütündür. Partimize yakışan; bize güvenen insanların duygularını anlamak, onlarla duygudaşlık kurmak ve gereğini yapmaktır. Nasıl duyguları tanımayan bir siyasetin kalbi yoksa, hakikatlere dayanmayan bir siyasetin de aklı yoktur. Doğru olan; insanların duygularına oynamak, tepkileri uyarıp yükseltmek değil, aklın kılavuzluğunda ilerlemektir. Biz de bunu yapmaya çabalıyoruz. Hem adayımız hem de Genel Başkanımız olması nedeniyle seçim sürecinde izlenen politikaların esas siyasi sorumluluğu elbette ki Sayın Kılıçdaroğlu'ndadır. Bu bağlamda atılacak en doğru adım önümüzdeki dönemde partinin siyasi çizgisini, liderliğini ve üst yönetimini belirleyecek olan kurultay sürecini başlatmaktı. Kılıçdaroğlu ile başlayan açılımların, kat edilen ilerlemenin ve yaşanan yenilenmenin takdiri delegelerimizin kalbine ve aklına emanet edilmiştir. Bunun için yapmamız gereken yenilenmenin anahtarı olan üç soru ve dört ilkeyi hep aklımızda tutmaktır.

CHP mutlaka yenilenecek. Ama kurultayın ertesi sabahı uyandığımızda televizyonda "CHP değişti" diye son dakika altyazısı geçmeyecek.

Şimdi CHP'nin geleceğine yine CHP'liler karar verecek.


* Siyaset bilimci, CHP Parti Meclisi üyesi ve İstanbul Milletvekili