Gündem

Yeni Şafak'tan: Gezi ve 17 Aralık'ta medya desteği olmasaydı tablo iç açıcı olmayabilirdi

Karagül: Kimliksiz bir medya hiçbir anlam ifade etmeyecektir

26 Kasım 2014 11:19

Hükümete yakın Star Medya Grubu'nda Yeni Şafak kökenli Mustafa KaraalioğluYusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan'ın işten çıkarılmalarının yankıları sürerken Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, iktadarı destekleyen medyanın fonksiyonuna dair bir yazı kaleme aldı. "Gezi ve 17 Aralık sürecinde medya bilgilendirnesi olmasaydı tablonun pek iç açıcı olmayacağını" vurgulayan Karagül, "Medya desteği olmasaydı, medyanın Türkiye toplumunu bilgilendirme yeteneği olmasaydı nasıl bir sonuç ortaya çıkardı, durumun vahametini bilenler bunu düşünmek bile istemeyecektir. Ancak bunun yeterince iyi anlaşılabildiğinin, bu mucizevi desteğin ne anlama geldiğinin yeterince kavranabildiği kanaatinde değilim" dedi.

Karagül'ün Yeni Şafak'ta "Toplumsal öfke, medya mucizesi, siyasi iktidar.." başlığıyla yayımlanan(26 Kasım 2014) yazısı şöyle:

ABD’de siyahi bir genç polis tarafından öldürüldü. Jüri, polisi akladı ve olan oldu. Onlarca şehir karıştı, kitlesel tepkiler başladı. “Adalet yoksa barış da yok” diye slogan atanlar adalet vurgusu üzerinden sokaklarda hesap sorar pozisyona sürüklendi.

Benzer olayları birçok ülkede görüyoruz. Asya’da, Latin Amerika ülkelerinde, sık sık ABD’de,  ekonomik kriz sonrası özellikle Güney Avrupa ülkelerinde benzer öfke patlamalarına tanık oluyoruz.

Aslında bu hep böyleydi. Benzer sokak öfkesi her zaman vardı. Ama 21. yüzyılda bu tarz olaylar hızla nitelik değiştirmeye, çok daha sofistike örgütlenmeler halinde kendini belli etmeye, yer yer ülkeyi felç edecek güce ulaşmaya başladı.

Sadece güvenlik tedbirleriyle bu öfke patlamasını kontrol etme yeteneği ise giderek zayıflamaya, etkisizleşmeye başladı ve tam tersine öfkeyi daha da kontrol edilemez noktalara sürükleyecek bir tehlikeye dönüştü.

Benzer sosyal patlamalar etnik sebeplerden, gelir dağılımındaki adaletsizliklerinden, ekonomik buhranlardan, kimlik meselelerinden kaynaklanıyor. İletişimin ve refahın alabildiğine yayılması, ihtiyaç kavramının nitelik değiştirmesi, kitlesel memnuniyetsizliğin kolay provoke edilir hale gelmesi devletleri ve siyasi iktidarları çok büyük ve yeni bir sorunla yüzleşmeye zorladı.

Şehir savaşları dönemi başladı

Eskinin geleneksel örgütlenmeleri, geleneksel çatışma biçimleri ve müdahale yöntemleri format değiştirdi. Artık eski alışkanlıklarla toplumsal öfkeyi anlamak, önlemeye yönelik tedbir almak mümkün değil. Devletlerin, siyasi iktidarların bu yönde ciddi bir zaafiyet içinde oldukları, toplumsal patlamaların hızıyla boy ölçüşemeyecek ölçüde yavaş hareket ettikleri bir gerçek. En önemlisi de toplumsal huzursuzlukların kaynağını ve sebeplerini algılama ve analiz konularında son dedece yetersiz olduklarını söylemeliyim.

21. yüzyıl güvenlik stratejileri büyük oranda bu yeni duruma göre yeniden biçimlendirildi. Son on yılda ABD ve Avrupa ülkelerinin iç güvenlik yasaları ve göçmen yasaları bu yeni tehdide göre yeniden yazıldı. Güvenlik birimlerinin görev alanları yeniden tanımlandı. Ülkeler olağanüstü hal yasaları çıkarırken uluslararası sözleşmeleri bile bir kenara itebildi. Hepsi, iç sosyal patlama korkusu yaşıyordu ve hızla kitlesel öfke ile yüzleşebilecek tedbirler alıyordu.

Çünkü 21. yüzyılda geleneksel çatışma biçimleri, savaşları yerine sokak hareketleri ve şehir savaşları bekleniyordu. Ulus devlet ölçeği yerine kadim şehirlerin bir kimlik olarak öne çıkacağı, etnik kimliklerin yerini şehir kimliklerinin belirleyeceği biliniyordu.

Arap Baharı dünyaya isyan biçimi öğretti..

ABD’de siyahi gencin öldürülmesine yönelik öfke aslında bu söylenenler için oldukça küçük bir örnek. Arap Baharı, bu yönde toplumsal huzursuzluk ve taleplerle devlet iktidarı arasındaki çatışmanın en büyük örneği oldu. Emin olun gelecekte Avrupa’da, Latin Amerika’da, Asya’da ve ABD’de yaşanması muhtemel huzursuzluklarda Arap Baharı bir model olarak kullanılacaktır. Bu yönüyle geleneksel güç metotlarıyla, güvenlik politikalarıyla sabote edilen bu isyan türü, küresel bir model olarak öne çıkacaktır.

Böyle durumlarda devlet zayıftır. Siyasi iktidarlar kırılgandır, siyasi kadrolar ürkektir. Sadece devlet gücüne, sadece güvenlik birimlerine dayanan çözüm örnekleri başarısız olacak ve kitlesel reaksiyonu daha da azdıracaktır. Olağanüstü hal yasaları çıkarsanız da, bunları uygulasanız da sokakların, kitlelerin öfkesini dindirmekte başarılı olamazsınız.

Geleneksel çatışma alanları hızla nitelik ve format değiştirirken, geleneksel önleyici tedbirler de aynı ölçüde kendini yenilemek zorundadır. Aksi takdirde o ülkeler için gelecek yıllar oldukça sıkıntılı geçecektir. Kimse devlet düşüncesi ile, ulus devlet bilinci ile bu olayların üstesinden geleceğine inanmasın.

Şahsen, gelecek on yılların hep sözü edilen şehir savaşlarına tanıklık edeceğine, devlet iktidarının yanında yeni ve sivil güç yapılanmalarının ortaya çıkacağını ve bu durumun ülkelerin istikrarını birebir belirleyecek hale geleceğine inanıyorum.

Türkiye iki büyük tehlike atlattı

Burada siyasetin yapacağı en önemli şey, büyük davalar, idealler, hedefler üretip kitlelerin bunu benimsemesini sağlamaktır. Devlet gücünün yanında sivil yöntemleri kullanmak, kitlesel eğilimleri yönetmeyi bilmek, devlet ve toplum ortak bir dil ve hedef geliştirebilmektir. Devletin sivilleşmesi, vatandaş gibi hissetmesi tek formüldür. Bunu başaramayan devletlerin, bugünkü otoriter ve eskimiş Ortadoğu rejimleri gibi çaresizce şiddet sarmalına girip kendini tüketeceği bir gerçektir.

Türkiye son dönemde bu yönde iki büyük tehlike atlattı. Biri Gezi olayları diğeri de 17 Aralık müdahalesi. Gezi olayları tam da şehir savaşları örneğini çağrıştırıyordu. Maalesef bu olayların sorgulaması, analizi yeterince yapılamadı, gerekli dersler çıkarılamadı. Olay sadece çatışma alanlarıyla sınırlandırıldı. 17 Aralık ise çok daha örgütlü ve sistem içi bir müdahaleydi. Burada sistem içi güçlerle dışarıdaki ortaklıkların mükemmel işbirliğine tanık olduk.

Medyanın cankurtaran gücü!

Açık söyleyeyim, iki olayda da geleneksel yöntemler yeterli olmadı. Olamayacaktı. Kamuoyu etkileme gücü yüksek çevreler harekete geçirilerek tehdidin önüne geçildi. Siyasi iktidara verilen kitlesel destek ve medya bilgilendirmesi olmasaydı tablo pek iç açıcı olmayabilirdi.

Siyasi iktidar için, medya desteğinin bu iki olayda da belirleyici olduğuna, rüzgarı tersine çevirdiğine inanıyorum. Medya desteği olmasaydı, medyanın Türkiye toplumunu bilgilendirme yeteneği olmasaydı nasıl bir sonuç ortaya çıkardı, durumun vahametini bilenler bunu düşünmek bile istemeyecektir.

Ancak bunun yeterince iyi anlaşılabildiğinin, bu mucizevi desteğin ne anlama geldiğinin yeterince kavranabildiği kanaatinde değilim. Bütün bu olaylardan sonra medyanın hala “ucuz” ve kolay gözden çıkarılabilir bir alan olarak görülmesinin talihsizlik olduğunu düşünüyorum.

En önemlisi de bu rolü üslenen, ülkenin ortak iyiliği yönünde büyük bedel ödeyen ve o sözünü ettiğim büyük ideal kimliğine sahip olanların ancak böyle bir mücadeleyi yürütebileceği bilinmelidir.

Kimliksiz bir medya yük olmaktan sadece ticari bir kuruluş olmaktan öte hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

İlgili Haberler