Gündem

Yeni Şafak yazarı: Artık Ergenekon süreciyle ilgili bir özeleştiri gerekiyor

Özlem Albayrak: Şimdi şüphe içinde herkes. asıl amacının darbelerle yüzleşmek olmayabileceği istifhamı zihinleri kemiriyor

21 Ocak 2014 16:23

Yargıda Gülen cemaatine bağlı hareket ettiği öne sürülen “paralel yapılanma”nın Ergenekon ve Balyoz gibi davalardaki rolüne değinen Yeni Şafak gazetesi yazarı Özlem Albayrak, artık Ergenekon davası süreciyle ilgili, bir özeleştiri gerektiğini söyleyerek, “Amacım, 'Ergenekon davası yeniden görülsün' ya da 'yok böyle bir örgüt' demek değil, bugün hukuk üzerinden yapılmaya çalışılan iktidar ve egemenlik mücadelesini gördükçe, bir zamanlar adaleti sağladığına ya da sağlayacağına inandığımız hukukun; kuruların yanında yaşları da yakmış olabileceğini teslim etmek” görüşünü dile getirdi.

Özlem Albayrak, yazısında, "Şimdi şüphe içinde herkes. asıl amacının darbelerle yüzleşmek olmayabileceği istifhamı zihinleri kemiriyor" ifadesine yer verdi.

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, emniyet ve yargı içinde Gülen cemaatine bağlı olduğu öne sürülen "paralel yapı" tartışmalarını da beraberinde getirdi.

Hükümet kanadı 17 Aralık operasyonunu "paralel yapı"nın bir komplosu olarak nitelendirirken, daha önce özel yetkili mahkemelerce görülen Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda da yeniden yargılanma gündeme geldi.

Yeni Şafak gazetesi yazarı, Özlem Albayrak Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda yaşanan süreçle ilgili olarak bir yazı kaleme aldı.

Özlem Albayrak’ın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (21 Ocak 2014) tarihli nüshasında, “Ergenekon için özeleştiri vakti” başlığıyla yayımlanan yazısı öyle:

 

Ergenekon için özeleştiri vakti

 

Ergenekon Davası sürecinde tutuklanan ve 17 ay hapiste iddianame bekleyen, 2009 yılında da salıverilen eski Kuvayi Milliye Derneği Başkanı Bekir Öztürk'ten bir elektronik mektup aldım. Vaktiyle yazdığım bir yazıda 'Savcı Zekeriya Öz'ün akıl sağlığı tespit edilsin' ve 'Ergenekon Terör Örgütü diye bir örgüt yoktur' şeklindeki cümlelerini eleştirdiğim Öztürk, sitemle karışık bugünden bakarak yeniden değerlendirme yaptığımda aynı sonuçlara varıp varmayacağımı sormuş.

Kuvayi Milliye sitesindeki yazılarıyla bilinen ve Ergenekon Davası kapsamında Ümraniye'de ele geçirilen el bombaları ile ilgili olarak tutuklanan Öztürk, gönderdiği metinde '...Ben 21 yıllık bir devlet memuruyum. Hayatım boyunca askerlik hariç elime değil silah av tüfeği bile almadım... Hayatım boyunca tanıştığım muvazzaf subay sayısı ikidir... Ancak tüm bunlara rağmen benim sahibi olduğum haber sitesini askerlerin kurdurduğu iftirasına yıllarca cevap vermek zorunda kaldım. Cezaevinde 17 ay boyunca iddianame bekledim...' diyor. Mektuba dava sürecinde yazdığı bütün dilekçeleri de ekleyen Öztürk, bunların hiçbirinin davanın savcısı tarafından okunmadığından başlayarak pek çok noktada savcı Zekeriya Öz'ü eleştirmeye devam ediyor.

Sözümdeyim, 'Ergenekon diye bir örgütün olmadığı' savına dün inanmadığım gibi, bugün de inanmıyorum, zira tarihi tecrübeye sabit ki, Türkiye hiçbir zaman İsviçre olmadı. On yılda bir, askerin siyaseti o ya da bu şekilde inkıtaya uğratması, by pass etmesi gibi bir geleneği olan bir ülkede ve 21. yüzyılda, artık darbecilikle yüzleşilmesi gerekiyordu. Türkiye'nin darbeci genleri Ergenekon davası yoluyla ilk kez adalet ve hukuk karşına çıkarılmıştı, kamuoyu vicdanında çoktan mahkum edilmiş bu gericilikten hukuk da Türkiye tarihinde ilk kez olarak hesap sorabilecek, her şey çok güzel olacaktı. Ancak dava sürecinde yapılan hatalar bu fırsatın gerektiği gibi değerlendirilememesine yol açtı. Sonuç ortada. Üstelik bu süreçte yapılan her hatanın faturası da siyasi iradenin üstüne yıkıldı.

Bekir Öztürk haklı olabilir, olmayabilir de; sadece gözümün gördüğüyle hüküm tesis etmemeyi bilecek kadar tecrübeliyim; ancak 'Savcı Öz'ün akıl sağlığı tespit edilsin' önerisine de daha once olduğu gibi, itirazım saklı. Zira bendeniz, Öz'ün aklının yerinde olmadığını düşünmüyorum, sorunumuz başka...

Öztürk'ün dünya görüşünü ise, şu satırlarından anlayabiliyoruz, 'Ben Türkiye'nin 2002 yılından bu yana değil, Tansu Çiller'in Gümrük Birliği anlaşmasına imza attığı tarihten bu güne, giderek derinleşen bir siyasi, ekonomik ve kültürel işgal altında olduğunu, bu işgalden kurtulmak içinde yine siyasi, ekonomik ve kültürel bir mücadele verilmesi gerektiğini anlatıp durdum'. Bendenizin dünya görüşünün, bu düşüncelerle bırakın yan yana gelmeyi, taban tabana zıt olduğu; Batı'yla kurulan ekonomik ilişkilerden bir işgal fikri çıkarmayacağım, ırkımı inkar etmeyip sevdiğim halde, siyasi ve sosyolojik anlamda bir ırk üstünlüğü fikrinin varacağı nihai menzilin faşizm olduğuna inandığım ortada, ama görünen o ki, artık Ergenekon davası süreciyle ilgili, bir özeleştiri gerekiyor.

Zira muhafazakar kesimden pek çok insanın, darbelerle mücadele ediyor görüntüsü veren geniş bir dindar toplumsal grubu, 'kurunun yanında yaş da yansın, mühim değil' saikiyle değil, ama ahlaklarıyla örnek teşkil eden bu grubun haksızlık yapmayacağına, 'Müslüman dostuna da, düşmanına da adaletlidir' düsturuna bağlı olduklarına duydukları inançla desteklediklerini zannediyorum -ki ben de bu grubun içindeyim-.

Şimdi şüphe içinde herkes. Zira aynı grubun asıl amacının darbelerle yüzleşmek olmayabileceği istifhamı zihinleri kemiriyor.

İnsanlar, eğer öyle olsaydı seçime üç ay kala algı yönetimi yoluyla beğenmedikleri siyasiyi beğendikleriyle değiştirmek üzere siyaset dizaynına girişmez; gözümüzün önünde olmuş, hepimize dokunmuş 28 Şubat darbesi suçlularını aramıza salmazlardı, diye düşünüyor. İnsanlar bugün, giderayak 'Hrant Dink davasını tamamlamak üzereydim, dosyayı benden aldılar' diyen savcının, korsan bildiri dağıtacak kudreti kendinde bulabilmişken, 7 yıldır Hrant Dink'in katillerini neden bulamadığı, sorusuna cevap arıyor.

Amacım, 'Ergenekon davası yeniden görülsün' ya da 'yok böyle bir örgüt' demek değil, bugün hukuk üzerinden yapılmaya çalışılan iktidar ve egemenlik mücadelesini gördükçe, bir zamanlar adaleti sağladığına ya da sağlayacağına inandığımız hukukun; kuruların yanında yaşları da yakmış olabileceğini teslim etmek. 'Hukuk yoluyla darbecileri tasfiye ediyoruz' diye yola çıkan ve neredeyse bütün ülkenin desteğini arkasına alanların, bugün önümüze serilen 'grup çıkarını tesis etmek için her yol mübahtır' şeklindeki davranış biçiminin geçmişte de mağdurlar yaratmış olabileceğini uyandığımızı söylemek.

Bu grup dışında kalan dindar-muhafazakar kesimin hissettiği şey mi: korkunç bir hayal kırıklığı, derin bir kandırılma hissi. Sadece kalpler kırılmadı ve sadece Ergenekon davasının üzerine geniş bir şüphe düşmedi; zarar o gruba da değdi; kamuoyunda 'devlet içinde paralel yapı' olduklarına yönelik yaygın bir kanaat oluştu. Ve bu, kolay silineceğe benzemiyor.

Değer miydi?