Medya

"Türkiye basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 151. sırada; FETÖ, PKK gerekçe değil, durum on yıldır kötüye gidiyor"

Ahmet İnsel: Basın özgürlüğünün durumu ile rejimlerin niteliği arasında çok yakın bir ilişki var

25 Ekim 2016 12:04

Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler (STG) örgütünün yayımladığı dünya basın özgürlüğü sıralamasında, bu yıl 180 ülke arasında 151. sırada geliyor. Cumhuriyet yazarı Prof. Ahmet İnsel, sıralamayla ilgili olarak "İktidar partisinin sözcüleri bu son derece karanlık tabloya bahane olarak, FETÖ, PKK, üst akıl, kokteyl terör gibi dönemsel gerekçeler üretiyorlar. Halbuki 2016’nın son üç ayına özgü olmayan, on yıldan beri kötüye giden bir durum söz konusu. Uzun vadeli bir eğilim bu. Esas nedeni, yönetimin ve yöneticilerin nitelikleri, siyasal tahayyüllerinde yatıyor. Reisin baskısı ve milliyetçi-muhafazakâr kesimin desteğiyle resmiyete kavuşturulması istenen rejim de zaten bu eğilimin doğal uzantısında yer alıyor" dedi.

Ahmet İnsel'in "Diktatörlüğün turnusol kâğıdı" başlığıyla yayımlanan (25 Ekim 2016) yazısı şöyle:

Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler (STG) örgütünün yayımladığı dünya basın özgürlüğü sıralamasında, bu yıl 180 ülke arasında 151. sırada geliyor. Günümüzde basın özgürlüğünün en az geçerli olduğu otuz ülkenin olduğu bu grupta, Kuzey Kore, Çin, Sudan, Küba, İran,Suudi Arabistan, Özbekistan, Azerbaycan, Mısır gibi ülkelerle birlikte yer alıyoruz. Rusya bile, Türkiye’nin üç basamak üstünde, ikinci en kötü otuz ülke grubunda. Bu sıralamaya göre, basın özgürlüğünün Türkiye’den göreli daha iyi olduğu ülkeler arasında Afganistan, Zimbabwe, Cezayir, Etiyopya veya Filipinler var! 
Türkiye’nin 2016’daki bu durumu, darbe girişimi ve OHAL ile ilgili olarak konjonktüreldir, genel gidişatı göstermez diye hemen itiraz edenler olacaktır. Devam edelim. STG bu sıralamayı 2002’den beri yapıyor. Türkiye, aynı sıralamada, 2010’da 138’inci, 2007’de 101’inci ve 2005’te 98’inci sıradaydı! 2002-2005 arasında Türkiye sıralamada yukarı doğru çıkarken, daha sonra kararlı biçimde ters yönde ilerlemeye başlamış. Bu veriler “Yeni Türkiye”nin basın özgürlüğü, dolayısıyla demokrasi konusunda nereye doğru yol aldığını tartışmaya yer bırakmayan açıklıkta gösteriyor. 
Bu sıralamanın otuzluk dilimler halinde oluşturulan grupları, bir ülkede yalnız basın özgürlüğünün durumunu göstermiyor. Rejimin bir diktatörlük mü, ılımlı otoriterlik mi yoksa göreli bir demokrasi veya sağlam bir demokrasi mi olduğunu ve zaman içinde hangisine doğru evrildiğini ele veriyor. Basın özgürlüğünün durumu ile rejimlerin niteliği arasında çok yakın bir ilişki var. 
Çağdaş Gazeteciler Derneği Ankara Şubesi, son üç ayda Türkiye’de yaşanan basın özgürlüğü katliamının bilançosunu çıkardı. Erol Önderoğlu’nun düzenli yayımladığı BİA Medya Gözlem Raporu da bu verileri tamamlıyor. 107 gazetecinin ve 10 dağıtımcının tutuklu olduğu bir ülke, Türkiye. Bunların 71’i Gülen cemaati medyasıyla ilişkili olarak tutuklu. Dağıtımcıların hepsi, tutuklu gazetecilerin 29’u ise Kürt sorunu ağırlıklı medya kuruluşlarının çalışanları. 155 televizyon, radyo, gazete ve yayınevi son üç ay içinde kapatılmış. İşten atılan gazeteci sayısı, ÇGD raporuna göre 866. Bu verilere gazeteci olmayan ama Özgür Gündem gazetesi danışma kurulu üyesi oldukları için, ama üzerlerine “silahlı terör örgütü üyesi olma” suçu atılarak tutuklanan yazarlar Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay dahil değil. 
Basın özgürlüğünü fütursuz biçimde çiğneyen bütün yönetimler, hapisteki gazeteci, yazar ve düşünürlerin fikirleri nedeniyle değil, herhangi bir terör örgütü veya yasadışı bir oluşum ile doğrudan veya dolaylı ilişkili oldukları için cezalandırıldıklarını iddia ederler. Yalnız totaliter rejimler açıkça aykırı fikri, münhasıran fikir olarak ağır bir suç olarak tanımlar. Totaliter olmayan diktatörlüklerde ise kâğıt üzerinde basın ve ifade özgürlüğü mutlaktır, hatta ülkenin diktatörü, otokratı, şefi veya rehberi, en ilerisinin aslında kendi ülkesinde olduğunu emin bir tonla iddia eder. Durum Türkiye’de buna benziyor.
Özgür Gündem ve diğer Kürt siyasal hareketinin görüşlerini yansıtan yayın kuruluşlarında çalışmanın kendisi iktidara göre suç. Diğer yanda, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Ali Bulaç, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Ahmet Turan Alkan, aslında ne bir terör örgütünün üyesi oldukları için ne de gazeteci oldukları için tutuklular. İktidarın zirvesi bu kişilerden farklı nedenlerle özellikle hoşlanmadığı için, FETÖ ve darbe kulpu takılıp tutuklulukla cezalandırılıyorlar. Alevi olup CHP’de danışmanlık yapan gazeteci Murat Aksoy, ailesini geçindirmek için ona önerilen yegâne işi kabul ettiği için tutuklu. Ama bütün bunların önemi yok. İktidarın keyfi biçimde bir kişiyi herhangi bir terör örgütü ile ilişkili ilan etmesi, o kişi ile birlikte karısının, çocuklarının hatta yakın akrabalarının cezalandırılmaları, en azından seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, malvarlıklarına tedbir konması için artık yeterli. 
İktidar partisinin sözcüleri bu son derece karanlık tabloya bahane olarak, FETÖ, PKK, üst akıl, kokteyl terör gibi dönemsel gerekçeler üretiyorlar. Halbuki 2016’nın son üç ayına özgü olmayan, on yıldan beri kötüye giden bir durum söz konusu. Uzun vadeli bir eğilim bu. Esas nedeni, yönetimin ve yöneticilerin nitelikleri, siyasal tahayyüllerinde yatıyor. Reisin baskısı ve milliyetçi-muhafazakâr kesimin desteğiyle resmiyete kavuşturulması istenen rejim de zaten bu eğilimin doğal uzantısında yer alıyor.