Gündem

Silivri Cezaevi İdaresi, Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi'nin Can Dündar'a gönderdiği mendile el koymuş!

Can Dündar: Mendilde nasıl bir tehlike gördülerse...

02 Şubat 2016 12:15

Maçka’daki evinin bulunduğu sokakta 37 yıl önce karanlık bir suikasta kurban giden Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi, MİT TIR'larındaki silah ve mühimmat görüntülerini yayımladıkları gerekçesiyle tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne hapsedilen Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'a babasının mendilini gönderdiği ancak cezaevi idaresinin bu mendile el koyduğu ortaya çıktı.

Söz konusu olayı bugünkü köşesinde (2 Şubat 2016) yazan Dündar, "İnceleyen heyet, mendilde nasıl bir tehlike gördüyse, bu paha biçilmez hediyeyi alıkoymaya karar vermişti.Hakikaten üzüldüm" ifadesini kullandı.

Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi, Can Dündar ve Erdem Gül'e destek için başlatılan 'umut nöbeti'nin üçüncü gününde Silivri'ye gitmişti. 

Can Dündar'ın bugünkü yazısı şöyle:

Silivri’de mutluluk, belli saatlerde kapınızı çalar: 
“Görüşmecin var” 
“Mektubun var” 
“Kargon var”. 
Görüş ve mektup dağıtım günleri sabittir. Ama kargonun ne gün verileceği belli olmaz. Bazen iki hafta dağıtılmadığı olur. Bunun nedenini sordum: 
“Köpeğe bağlı da ondan” dediler. 
Meğer cezaevine gelen kargoları koklayarak kontrol eden bir köpek varmış. Onun iş yoğunluğu nedeniyle bizim kargolar aksarmış. 
Bunu öğrenince “vahim” diye mırıldandım: 
“Kesin odur”. 
Biliyorsunuz MİT TIR’larını durduran savcılar ve jandarmalardan sonra o operasyonda görev alıp “insani yardım malzemesi” filan değil düpedüz silah taşınıp taşınmadığını koklayarak kontrol eden köpek de görevden alınıp sürgüne yollanmıştı. 
Adı: Vahim’di. 
“Durumu da vahimdir kesin” diye düşünüyordum. 
Kargo işini öğrenince Vahim’i Silivri’de kargo koklama memuriyetine sürmüş olabilecekleri geldi aklıma... 
O da müebbetlikti muhtemelen...

Kargo açma töreni 
Neyse... 
Eğer kargonuz koku denetiminden geçmişse şöyle oluyor. 
Kapınızın deliği açılıyor. Bir ağız, içeri bağırıyor: 
“Can Dündar! Kargon var.”
Bu, “Noel Baba ziyaretine geldi” müjdesi gibi bir haber... 
Koğuştan çıkıp, -her zamanki gibi- aranıyorsunuz; sonra iki görevli eşliğinde “kargo dağıtım masası”nın önüne götürülüyorsunuz. Burada 10 kadar infaz koruma memuru ve asker oluyor. Ve masanın üzerini doldurmuş hediye paketleri... 
Bir düğünün takı törenini andırır şekilde, paketleriniz heyet huzurunda açılıyor. 
Yılbaşında çam altında yığılı hediyeleri açma heyecanından farkı, size gelen hediyeleri başkalarının açması... Ve sizin bu heyecanı uzaktan, vekâleten izlemeniz. 
Bir görevli paketin kargo numarasını, gönderenin adını, gönderme tarihini kaydedip imzanızı alıyor. Sonra başka bir görevli paketi açıyor.
Çoğunlukla kitap bunlar... Defter, kalem, bloknot, kazak, hırka, atkı, ve uçuk kaçık armağanlar çıktığı da oluyor. 
Kâh imrenerek, kâh gülümseyerek izliyorsunuz bu töreni... Paketin üstündeki isimler bazen can dostlarınız oluyor, bazen hiç tanımadıklarınız. Bazen muzırlıklar çıkıyor paketten, bazen elzem malzemeler.

Yasaklı eldiven 
Bu hediyeleri koltuğunuzun altına sıkıştırıp bir yılbaşı alışverişinden döner gibi koğuşunuza döndüğünüzü sanmayın. 
Çoğuna idare el koyuyor. 
Kitaplar, gözünüzün önünde silkelenip içinde gizli mesaj olup olmadığı kontrol ediliyor ve size sonradan teslim edilmek üzere “inceleme birimine gönderiliyor”. 
Kantinde satılan türde eşyaların teslim alınması yasak; o yüzden kalem, defter türü malzemeler verilmiyor; bazen özel bloknotlara izin çıkıyor. 
Kazak, hırka, gömlek vs.de sınırlı hakkınız var. 
Üç kazak hakkınızın üzerine yenisi gelirse ancak birini iade etmek koşuluyla alabiliyorsunuz. Öyle içerde gardırop düzmek yok. Ama tabii zamanla depoda sizden bağımsız bir gardırop oluşuyor. Mesela şu an benim depoda 2 kazağım, 1 hırkam, 1 pijamam, 4 kalemim, 2 defterim, 6 diş macunum, 1 yara bandım, 1 sarı renkli 33’lük tespihim ve kitap aralarından çıkan kurutulmuş çiçeklerim var. 
Dışardan nevresim takımı almak yasak... Çünkü uyuşturucuya batırıp yıkıyor, durulamadan kurutup içeri yolluyorlarmış. İçerde suda çözüp kafa bulanlar varmış. Ben kargocuların yalancısıyım. 
En son bir çift kırmızı eldivenime el koydular. 
“Erdem’le kartopu oynarız” diye umutlanmıştım oysa... 
“Niye vermiyorsunuz” diye sordum. 
“İçine bir şeyler gizlenebiliyor”muş. “İhtiyaç varsa dilekçe yazacakmışız.” İdareye değil size yazıyorum işte; buradan çıkınca inadına her kış kırmızı eldiven giyeceğim; Silivri hatırası...

Paha biçilmez hediye 
Gelelim en çok canımı yakana... 
Geçen ay postadan mavi bir zarf çıktı; zarftan da beyaz bir kâğıt... Üzerinde 2 satır el yazısı: 
“İçinizi ısıtması dileğiyle babamın çekmecesinden bir hatıra”. 
İmza: Nükhet... 
Fakat ne yazık ki zarf boştu. 
Üstüne bantlanmış kâğıtta şöyle yazıyordu: 
“Mektup zarfının içerisinden 1 (bir) adet ‘mendil’ çıkmıştır. Mendil, emanet eşyabirimine teslim edilmiştir.” 
Anladım tabii...
Bu, Abdi İpekçi’nin mendiliydi. 
Kızı, sevgili Nükhet, muhtemelen Silivri’ye “Umut Nöbeti”ne geldiğinde içeri yollamıştı. 
İnceleyen heyet, mendilde nasıl bir tehlike gördüyse, bu paha biçilmez hediyeyi alıkoymaya karar vermişti.
Hakikaten üzüldüm.

Emanetteki emanet
Dün 1 Şubat’tı.. 
Mesleğimizin efsane ismi Abdi İpekçi’nin katledilişinin yıldönümü... 
Cumhuriyet’in Genel Yayın Müdürü, kendisinden genç yaşta öldürülen, Milliyet’in Genel Yayın Müdürü’nü bir hapishane hücresinde andı. Lanetli bayrağı böyle devraldı. 
37 yıl sonra onun çekmecesinden çıkıp bana gelen hediye, “henüz çilen bitmedi”denmiş gibi, Silivri’nin emanet deposunda bir kutuya konuyor. Kuşaktan kuşağa aktarılan, iflah olmaz bir paranoyanın, korkunun, nefretin elinde, benim gibi tutsak...“Emanet”im, emanette; bana yasak.
Silivri kapısındaki küçük nöbet çadırı, o nefretin kurbanı olmuş ustalarımızın yakınlarını ağırladı birer birer: 
Nükhet İpekçi’yi... 
Güldal Mumcu’yu... 
Dolunay Kışlalı’yı... 
Zeynep Altıok’u... 
Ve biz, onlardan devraldığımız bayrağı, onlara yaraşır şekilde taşıyabilmenin gayreti içindeyiz. 
İlkelerini zihnimizde, emanetlerini yüreğimizde taşıyoruz.