Kültür-Sanat

Refik Anadol'un, sergisi için yazılan eleştiriye yanıtı tartışma yarattı: 70 metrelik anten hediyem olsun!

Ayşegül Sönmez: Bir sanatçının eleştiri karşısındaki bu tavrına mı, bu tavrın içerdiği aşağılayıcı, memleket siyasetinde hep maruz kaldığımız, ayrımcı, bilgiyi küçümseyici tona mı, eleştiri karşısındaki tahammül sınırının bu kadar yok olmuş olmasına mı, neye şaşıracağımı bilemedim, kınıyorum!

03 Nisan 2021 17:00

T24 Haber Merkezi

Medya sanatçısı Refik Anadol'un, İstanbul Dolapdere'deki Plevneli Galeri'de açılan 'Makine Hatıraları: Uzay'  başlıklı son sergisi, yoğun ilgi gösteren ziyaretçilerin galeri önünde oluşturduğu uzun kuyruklar eşliğinde sürüyor. Anadol, Sanatatak.com'un kurucusu ve sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez'in sergideki eserlerine ilişkin olarak kaleme aldığı yazıya gösterdiği tepkiyle de gündemde. Sönmez, tepkisini "Yine aynı elitist sanat akademisyenleri maalesef sergimizin başarısını hazmedemiyorlarmış. Onlara buradan 70 metrelik DNS anteni hediyem olsun" sözleri ve büyük bir çanak anten görseli eşliğinde dile getiren Anadol'u 'kınadığını' duyurdu. Anadol ise, kendisine gelen eleştirilerin ardından, "Anten şakasının farklı yerlere çekildiğini" söyleyerek, "Derdim sanatımı kimin nasıl deneyimleyeceğine dair ahkâm kesen ve karar veren üslupla... Üslubumdan rahatsız olanlar olmuş, onlardan da ayrıca özür dilerim!" açıklamasını yaptı.

Sanatatak.com'un kurucusu Ayşegül Sönmez ile Refik Anadol arasında "Makine Hatırları: Uzay" sergisi üzerinden başlayan bir tartışma yaşandı. Sönmez, Anadol'un sergisi hakkında "Refik Anadol'un Makine Hatırları'nın Hatırlattıkları" başlıklı bir yazı dizisi kaleme aldı. "Yüksek duvarların karşısında insan olarak küçücük kaldığımız, katılımcısı, aslında katkı sağlayanı, malzemesi olduğumuz bu görsellik, ticari değeri olan büyülüymüş gibi yapan teknoloji biçimleri ve araçlarından başka bir şey değil. O şeye ‘sanat’ diyebilir miyiz? “En çağdaş çağdaş sanat” hatta? Bana kalırsa hayır" görüşünü de içeren eleştirisine Anadol tepki gösterdi.

Refik Anadol, adını anmadan verdiği yanıtta Sönmez'in "serginin başarısını hazmedemediği"ni savunurken, büyük bir çanak anten görseli eşliğinde "Onlara buradan 70 metrelik DNS anteni hediyem olsun" ifadesini de içeren bir paylaşım yaptı. Sönmez ise, Anadol'un kendisiyle ilgili sözlerini Instagram hesabından paylaşarak, "Bir sanatçının eleştiri karşısındaki bu tavrına mı, bu tavrın içerdiği aşağılayıcı, memleket siyasetinde hep maruz kaldığımız, ayrımcı, bilgiyi küçümseyici tona mı, eleştiri karşısındaki tahammül sınırının bu kadar yok olmuş olmasına mı, neye şaşıracağımı bilemedim. Büyük harflerle, bir eleştirmen yayıncı olarak KINIYORUM!" yazdı.

TIKLAYIN - Refik Anadol'un 'Makine Hatıraları: Uzay' sergisinde metrelerce kuyruk oluştu

TIKLAYIN - İmamoğlu, Refik Anadol’un sergisini gezdi: "Bunu bir anı olarak ömür boyu saklamak istiyorum"

"Sergilendiği yer ise ticari özel bir sanat galerisi..."

Ayşegül Sönmez, sanatatak.com'da yayımlanan yazısında Anadol'un "İnsanlığa yepyeni bir dünyanın kapısını açıyor" iddiasını ele alırken, "Bu kapı, her şeyden önce insanlık için, insanlığın yararı için biriktirilmiş bir arşiv. Toplumsal bir hafıza ve toplumsal belgelerden oluşuyor. İnsanlığın yararı için biriken veri, yani yararlı bir faaliyet, Anadol gibi veri sanatçıları tarafından büyüklü küçüklü yerleştirmelerle yararsız, yani sanat haline geliyor. Verinin toplandığı bağlam örneğin meteoroloji odası ya da bu sergide olduğu gibi NASA. Bu verinin açık kaynak bir algoritmayla dönüştürülerek faydasız ve görsel bir soyutlama olarak sergilendiği yer ise ticari özel bir sanat galerisi" görüşünü dile getirdi.

Sönmez, dört bölümlük dizinin son yazısında şu görüşleri de paylaştı:

İnsanlığın yararı için biriken veri, yani yararlı bir faaliyet, Anadol gibi veri sanatçıları tarafından büyüklü küçüklü yerleştirmelerle  yararsız, yani sanat haline geliyor.
Verinin toplandığı bağlam örneğin meteoroloji odası ya da bu sergide olduğu gibi NASA.
Bu verinin açık kaynak bir algoritmayla dönüştürülerek faydasız ve görsel bir soyutlama olarak sergilendiği yer ise ticari özel bir sanat galerisi.
Greenberg’ün tanık olsa avangart ilan etmekte tereddüt etmeyeceği bir sanat eseri mi bu önümüzdeki kapı? Her şeyden önce sanatın nasıl, yapıldığını “onun üretken tarafını, şiirini, aletlerini, pratiklerini…” gösteren? Kullandığı üretim araçları, insandan, insanlıktan aldığı veriyi, görselliğe tevil ederken kamuyu yine kamuya açarken gösterdiği şeffaflıkla, konuyla ilgilenmeyişi, konunun dışarıdan, genelden, insanlıktan gelişiyle, içinde yaşadığı kültür tarafından dikte edilişiyle -veri toplanması-, neyi nasıla çevirişi, eserin neyle ilgili olduğu değil eserin nasıl yapıldığını sergilemesiyle Greenberg’ün uçak, arabadan farksız görmediği analiz edilebilir sanat eserinden hiç de farksız değil mi?

Bireysel bir zevkten de bağımsız üstelik. Bu hepimizin datası çünkü. Bu bireysel zevkten azade işlere bakarken örneğin Anadol’un Eriyen Hatıralar‘ındaki görselliğin 9 yıl önce Vimeo’ya yüklenmiş başka bir veri heykeline ait görselliğin birebir aynısı olması o yüzden son derece olağan mı? Algoritma bilmediğimiz, kullanılan açık kaynağa nasıl bir müdahale yapıldığını çözemememiz, Refik Anadol’un sergisi örneğinde yine Greenberg ilkeleriyle ilerleyecek olursak, sanat eserini, teknik ürünün kendisinden, üretim araçlarından mütevellit kılmıyor mu? İnsanlık için yararlı faaliyetlerin toplamı olan veri bilimi, sanat için yararlı olmayan bir etkinliğe sanat adında bir alana göç ederken biz izleyici neredeyiz ve belki de en mühimi kimiz? Yeni soyut dışavurumcu olup olmadığını tartışmaya açtığım bu “ifade” zaten bize, izleyiciye ait değil mi?

"O şeye ‘sanat’ diyebilir miyiz? Bana kalırsa hayır"

Veri sanatçısı, kendi mahremiyet dolu psişik dünyasını üretimi esnasında yaşadığı “duygusal trans” ile kamuya açan soyut dışavurumcunun aksine başkalarına ait psişik dünyaları (Alzheimer hastalarının frekanslarını) ve insanlık için matematiksel olarak düzenlenmiş nesnel dünyayı, sanat aracılığıyla kamuya açıyor. Kamuya açılan yalnızca bu da değil. Bütün insanlığın aktarıldığı yapay zekanın da üretimi. (Rüyası değil! Rüya demek de çok sorunlu çünkü makineler rüya görmez. Makineye rüya gördüğünü atfetmek antroposenik bir rüyadır.) Ama yine de o, hepimizin müştereklerinden mürekkep en çağdaş şahsiyet belki de. Ve burada yeni soyut dışavurum karşısında kriterimiz henüz belli değil. Yüksek duvarların karşısında insan olarak küçücük kaldığımız, katılımcısı, aslında katkı sağlayanı, malzemesi olduğumuz bu görsellik, ticari değeri olan büyülüymüş gibi yapan teknoloji biçimleri ve araçlarından başka bir şey değil. O şeye ‘sanat’ diyebilir miyiz? “En çağdaş çağdaş sanat” hatta? Bana kalırsa hayır. Ama en azından çağdaş sanat demek için tekniğin nasıl açığa çıkarılışına dair elimizde veriler olması şart. Ne kadar K pikselden yapıldığı? Kaç tane projeksiyon ile yansıtıldığından ziyade sormamız gereken ilk soru belki de maruz kalınan görselliğin, bu yararsız güzelliğin, büyüleyici, göz kamaştırıcı ışıklı yerleştirmenin ortasında bizim kim olduğumuz!"

Ardından buna İBB Kültür AŞ’nin yaptığı desteğin keyfiliğinden pekala şikayet edilebilir. Kamuyu, kamuya açık araçlarla özelleştiren bir projeksiyonun yine belediyenin kültür dairesi yani kamu tarafından desteklenmesini ciddi bir kriz olarak son derece paradoksal düşünebiliriz. Bir yandan, bireysel zevkten yoksun pek çok farklı şehirde sergilenen veri yerleştirmelerine benzeyen ve aralarındaki farkı bilemediğimiz bu üretimi, 1932 yılında CHP genel sekreteri Recep Peker’in katı, sınıfsız toplumun sanatı olarak görüp de taçlandırabiliriz.

"İşte buna isyan etmek acil ve mümkün!"

Ve evet en başa gidersek soyut dışavurumculuğun 1942’deki avangart hayat ile sanat arasındaki bariyerleri yıkan avangard tutumu zamanla, bir ekole ardından bir üsluba ve son olarak da üsluplar kümesine dönüşmüştür. Liderleri bir sürü taklitçiyi cezbetmiş.  Ve sonra da bu liderler kendi kendilerini taklide yönelmiştir. Peki bugün geri döndüğünü varsaydığım soyut dışavurumcunun data ve algoritmadan boyadığı ekranlarında tamamen özelleştirilen hayatın, sanat olarak önümüze konması esnasında kimin avangart, kimin bir ekol, bir üsluba sahip ve kimin bir taklitçi ve lider olduğunu nasıl anlayacağız? İşte buna isyan etmek acil ve mümkün! Kendi sorduğum soruya kendim yanıt vermem gerekirse, geri dönen soyut dışavurumculuğun zombisi, yani ölünün bir türüdür ve gördüğümüz kadarıyla son derece satılıktır.

Anadol'dan tepki: Sanat halka inince böyle yaparlar...

Plevneli Galeri'deki sergisi devam eden Refik Anadol ise, Instagram ve Twitter hesabından Ayşegül Sönmez'e tepki gösterdi. Büyük bir anten fotoğrafı da paylaşan Anadol, isim vermeden şunları yazdı: 

"Sevgili dostlar, yine aynı elitist sanat akademisyenleri maalesef sergimizin başarısını hazmedemiyorlarmış. Normaldir. Yokluktan, hiçlikten ve negatiflikten beslenirler. Yeni bir hiçbir şey söyleyemezler! Sanat halka inince hep böyle yaparlar. 
Onlara buradan 70 metrelik DNS anteni hediyem olsun."

Anadol, "Sanat ne zaman eleştiriye kapandı" diyerek tepki gösteren bir takipçisine de, "Eleştiriyle derdim olduğunu nereden çıkardınız? Derdim çok basit; sigara kokulu konforlu odalardan sanatın 'nasıl' deneyimleneceğine ahkâm kesenlerle! Yoksa eleştiri her zaman olsun, var olsun!" yanıtını verdi.

Sönmez: Bu sanatçı açıklaması ibretliktir

Ayşegül Sönmez ise, Instagram hesabından Refik Anadol'u etiketleyerek, "Refik Anadol'un adeta evde tutamadığı yüzde elliye nasıl güvendiğini göstermesi, işaret ettiği Türkiye siyasetindeki egemen kutuplaşma ayrıştırma aşağılama açısından tarihidir" dedi. 

Sönmez, şu ifadeleri kullandı:

"Bir sanatçının eleştiri karşısındaki bu tavrına mı, bu tavrın içerdiği aşağılayıcı, memleket siyasetinde hep maruz kaldığımız, ayrımcı, bilgiyi küçümseyici tona mı, eleştiri karşısındaki tahammül sınırının bu kadar yok olmus olmasına mı, neye şaşıracağımı bilemedim. Sanatatak'ta geçen hafta yazdığım Refik Anadol'un Hatırlattıkları yazılarımdaki eleştiride ne kadar haklı olduğumu da görebiliyorum öte yandan. Ama bir eleştirmen için haklı haksız olmak değil tartışmak esastır. Belirli estetik, siyasi ve toplumsal kavramları tartışmaya açmak. Bir sergi kamuya biraz da bu yüzden açılır. Fiziksel kuyruklar kadar düşünsel kuyruklar da oluşturmak için.
Bu sanatçı açıklaması ibretliktir. Refik Anadol'un adeta evde tutamadığı yüzde elliye nasıl güvendiğini göstermesi, işaret ettiği Türkiye siyasetindeki egemen kutuplaşma ayrıştırma aşağılama açısından tarihidir. Büyük harflerle bir eleştirmen yayıncı olarak KINIYORUM!"

Anadol: Derdim sanatımı kimin nasıl deneyimleyeceğine dair ahkam kesen ve karar veren üslupla

Anadol ise 'anten şakasının farklı yerlere çekildiğini' söyleyerek bir mesaj daha paylaşırken, "Derdim pek tabii eleştirilerle değil. Derdim sanatımı kimin nasıl deneyimleyeceğine dair ahkam kesen ve karar veren üslupla. Halka üstten bakan ve sanatın nasıl anlaşılması gerektiğini dikte eden bu dile alerjim var" dedi.

"Eserlerim herkes, her yaş ve her kültür içindir. Gerisi teferruattır" ifadesini kullanan Anadol, üslubuna yönelik gelen eleştiriler içinse "Üslubumdan rahatsız olanlar olmuş, onlardan da ayrıca özür dilerim! Niyetim kimseyi kırmak değildi!" açıklamasında bulundu.