15 Temmuz Darbe Girişimi

Prof. Cihangir İslam: İktidar yüzünden dine ve dindarlara bir öfke birikti

"Bunun nerelere varacağını kestirebiliyor musunuz? Bu apaçık bir zulümdür"

03 Mart 2017 21:11

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Prof. Dr. Cihangir İslam, AKP iktidarının topluma yaşattıkları yüzünden insanların dindarlıklarını ifade etmekte zorlandığını söylerken “İktidarın bu topluma yaşattıkları üzerinden, adeta dine ve dindarlara bir öfke birikmiş durumda” dedi.

İslam, KHK ile ihraç edilen akademisyenlerle ilgili hükümet tarafından yapılan “Yanlışlıklar olmuş” sözlerini “ Bir iktidarın insana bakışı böyle mi olmalı? Bir diğer cümle de şudur: ‘Akademisyenler de bedel ödeyecek.’ Sorun bedel ödemekte değil neyin bedelini ödediğimiz hâlâ açıklanmadı” diyerek eleştirdi.

KHK ile işten çıkarılan akademisyenlerin yurt dışına çıkışlarının yasaklanmasını ve çalışmalarının engellenmesine tepki gösteren Prof. İslam, “Bunun ucunu görebiliyor musunuz? Bunun nerelere varacağını kestirebiliyor musunuz? Bu apaçık bir zulümdür. Bu zulmün haykırılması lazım” dedi.

Duvar’dan Sadık Güleç’e konuşan Prof. İslam’ın açıklamalarından bir kısım şöyle:

İbrahim Kaboğlu gibi isimler üniversiteden atıldı. Şöyle de bir durum var; tanınmış isimler atılınca daha çok dikkat çekiyor. O zaman belki haksız olarak görünen bu atılmaların aslında buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu düşünüyorsunuz. Bilinen isimlerin uzaklaştırılmasının belki böyle bir etkisi var…

Bazı yanlışlıklar yapıldıysa, önceki KHK’larda da bazı yanlışlıklar yapılmadığının garantisi nedir? Bunu hangi mantıkla izah edebilirsiniz? Burada söz konusu olan darbecilerin cezalandırılması ise “darbeye karışan istisnasız herkesin cezalandırılması” başka bir konudur. Ama avuçla alıp, bir avuç pirincin içindeki birkaç ya da daha çok taş için bütün pirinçleri heder etmek gibi bir şeydir bu. Bakınız şu cümleler en üst makamlardan geldi: “yanlışlıklar oluyordur, olmuştur.” Sanki kamyonla karpuz taşıyorsunuz, bir küfe yumurta taşıyorsunuz da biraz çatlak-patlak olabilir. Bir iktidarın insana bakışı böyle mi olmalı? Bir diğer cümle de şudur: “Akademisyenler de bedel ödeyecek.” Sorun bedel ödemekte değil neyin bedelini ödediğimiz hâlâ açıklanmadı. Bu saatten sonra akademisyenlerin, eğer bu toplumun akademisyenleri ise yollarını bu toplumdan ayırma hakları yoktur. Burada yani mağdur edilen yüzbini aşkın insanı ilgilendiren bu sorunda haklı haksız ayrımı sonuca ulaşana kadar akademisyenler, buradaki masumlarla, bu “Yeni Türkiye’nin postmodern toplama kampı”ndaki masumlarla kader birlikteliği yapmak dışında bir yolları yoktur. Bunun için yapılacak tek şey askıya alınan hukukun işlerliğe geçmesi, insanların töhmet altında iftira altında kalmadan, onurlu bir şekilde yaşamalarının imkanının yolunun açılmasıdır.

Bunun dışında sadece bu “Yeni Türkiye’nin postmodern toplama kampı”na alınanları cezalandırmıyorsunuz; onların ailelerini, küçük çocuklarını, onlara bağımlı olarak yaşayan kişileri de cezalandırıyorsunuz. Bu tip uygulamalar nebilerin sünneti değildir, firavunların geleneğidir. Yani size muhalif olan bir toplumun kökünü kazımak, suçlu suçsuz ayrımı yapmadan kendine muhalif olanların hepsini, bırakın susturmayı, bunları adeta “yok” haline getirmek tümüyle firavunların tarzıdır. “Bunların öğretmenleri nebiler değil firavunlardır” diyorum. Bu uygulamalar furkanı hiçe sayan uygulamalardır. Hak ile batıl ayrımını; doğru ile yanlış farkını hiçe sayan yöntemlerdir.

Zaman zaman 12 Eylül dönemi ile karşılaştırmalar yapılıyor. Ama 1402’likler atıldığı zaman sayılar bu kadar yüksek değildi…

1402’likler atıldığı zaman ben öğrenciydim. Gerçekten o da büyük bir dramdır. Ama insanların pasaportlarını alıyorsunuz, çalışmalarını engelliyorsunuz, bir yerde çalışsalar o işyerine baskı yapıp bu kişilerin çalışmalarını engelliyorsunuz. Bunun ucunu görebiliyor musunuz? Bunun nerelere varacağını kestirebiliyor musunuz? Bu apaçık bir zulümdür. Bu zulmün haykırılması lazım. 1402’likler ve daha sonra yargılanan akademisyenler, 1960 darbesini yaşayanlar da büyük zulüm yaşadı. İstanbul Üniversitesi’nde bilim tarihi ve felsefesinin en önemli isimlerinden biri olan Fuad Sezgin Hoca 60 darbesi sonrasında zorunlu olarak Almanya’ya gitmiştir. Ama orada adına kürsüler açılan bir insan haline gelmiştir. Fakat bugün akademisyenlere bu yolları da kapattılar. Yani yurtdışına gidip çalışalım deseler pasaportları yok. Ben bunu kendim için söylemiyorum. Ben burada kalacağım ve buradaki masum insanlarla kader birliği yapacağım. Haklarımız için, ifade özgürlüğü için sonuna kadar mücadele edeceğim. Akademisyenlere de çağrım budur. Bizlerin bu yerlere gelmemizde katkısı olan, içinde birer üyesi olarak yaşadığımız bu topluma olan borcumuzu ödemeliyiz. Hukuki bir zemine oturuncaya kadar bizim buradaki masum insanlarla beraber davranmamızın gerekli olduğuna inanıyorum.

Doksanlarda da görevden alınmıştınız. Oradaki suçlama neydi?

Doksanlarda hatırlarsanız Türkiye’nin üç tane önemli sorunu vardı. Birincisi Kürt siyasetinde özgürlükçü tutumun engelleri; ikincisi sistematik olarak, bir devlet siyaseti olarak işkence vardı; üçüncüsü de ağır başörtüsü zulmü vardı. Başörtüsü takanlara karşı hakaretlere varan uygulamalar vardı. Bir hocamızın şu lafını hiç unutmam. Beni de henüz asistanken çileden çıkartan o olmuştu. Başörtülü bir öğrenciye soruyor “Kızım senden şampuan reklamcısı olur mu?”, “Olmaz hocam” deyince “O zaman senden doktor da olmaz çık git dersimden.” Bu sözleri işitmiş, böyle bir havzada yaşamış bir insanım. Sonra ne oldu, mütedeyyin kesimde “insan hakları” söyleminin gündeme gelmesini hatta merkeze oturmasını getirdi. Kimler bu işin içindeydi? O dönemde Mehmet Pamak vardı, İhsan Arslan, Ali Bulaç ve daha şu anda ismini sayamayacağım birçok arkadaş vardı.

Sadece Türkiye’deki güncel siyasal bir pozisyon değil, medeniyeti temsil ettiğinden yola çıkarak söylüyorsunuz bunları değil mi? Sanki Müslümanlık adına böyle davranılıyormuş gibi bir algı var toplumda… AK Parti’nin ya da etkili simaların yaptığı olumlu ya da olumsuz söylemler Müslümanların hanesine yazılıyor toplum açısından. Bazı çevreler için böyle olmayabilir ama…

Şimdi öyle bir güne geldik ki dindarlığınızı ifade etmekte zorlanıyorsunuz, çünkü iktidarın bu topluma yaşattıkları üzerinden, adeta dine ve dindarlara bir öfke birikmiş durumda. AK Parti’nin her icraatı Müslümanlara hatta İslam’a fatura edilmektedir ve AK Parti açısından bunun sorumluluğu büyüktür. Bunun ciddi şekilde muhakeme edilmesi lazım. Bakın şimdi ben de İslam içinden konuşuyorum ve benim gibi binlerce, on binlerce, yüz binlerce insan var. Ayrık otu gibi tarlaya başkaldırırcasına bir yerlerde duruyorlar, bu filizleri biliyorum. Evet ölçü nedir? Ölçü benim için şudur, miras bırakmadan bu dünyayı terk eden bir peygamberin takipçileri sarayda mı yaşamalıydı? Müslümanların gönül verdiği peygamber, kendi emeğiyle kazandıklarını da paylaşmış bir insandı. Ve bu dünyayı terk ederken geriye herhangi bir miras da bırakmamıştır. Peki bu bize neyi işaret ediyor? Bu bize emek ve mülkiyet ilişkisinde bir noktayı işaret etmiyor mu? Dünyevi olmak lafını biraz dikkatli kullanacağım, çünkü bu dünya beni sonuna kadar ilgilendiriyor. Ama bütün söylediğim hikaye bu dünyadan ibaret değil, onu da hesaba katıyorum.


Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın.

 

İlgili Haberler