Gündem

Özdil: Zeki Müren Türkiyesinden çok daha gerideyiz

Özdil, bugünkü köşe yazısında LGBTİ Onur Yürüyüşü’ne müdahale edilmesini işaret ederek “Asrın liderinin peşine takılıp, taa geçen asra gitti Türkiye” diyor

30 Haziran 2015 21:17

13. LGBTİ Onur Yürüyüşü'ne polisin sert müdahale ettiği 28 Haziran Pazar günü Bodrum'da Zeki Müren sergisini gezdiğini aktaran Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, "Zeki Müren’e fatiha okuyup, serginin hazırlanmasında emeği geçenlere yürekten teşekkür edip, evimin yolunu tuttum. Haberleri seyretmek için televizyonu açtım. Açar açmaz… Eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye geldim! Hiç kimseye zarar vermeden 'onur yürüyüşü' yapmaya çalışan insanlarımıza tomalarla saldırıyor, tazyikli suyla yerlerde süründürüyor, suratlarına plastik mermi sıkıyorlardı" dedi.

Özdil, yazısında "Açık söylüyorum… 50 sene öncesinden çok daha geridir bu ülke. Asrın liderinin peşine takılıp, taa geçen asra gitti Türkiye" ifadelerine yer verdi.

Yılmaz Özdil’in Sözcü gazetesinin bugünkü 30 Haziran 2015) nüshasında yayımlanan, "LGBTİ" başlıklı yazısı şöyle:

Bodrum Oasis’te Yapı Kredi Bankası tarafından hazırlanan şahane bir sergiyi gezdim. “İşte Benim Zeki Müren” sergisi.

Mehmetçik Vakfı’yla Türk Eğitim Vakfı’na mirasıyla birlikte bağışladığı özel eşyaları ve bugüne kadar hiç görmediğimiz fotoğrafları, hakikaten etkileyici metinler eşliğinde sunulmuş.

Yılmaz Güney’den Ajda Pekkan’a, Cüneyt Arkın’dan Fatma Girik’e, Belgin Doruk’tan Müzeyyen Senar’a, Filiz Akın’dan Türkan Şoray’a, hayatımızda derin izler bırakan herkes oradaydı.

Çok duygusal, çok öğreticiydi. İlk fotoğrafı var mesela, henüz yedi aylıkken çekilmiş. Sünnet fotoğrafı var. Annesi şu notu düşmüş: “Mini mini Zekicim, şimdi babamız oldun, Allah uzun ömürler versin, amin.”

1974 senesine dair, gazinolarla yaptığı sözleşmeler var. Bebek Belediye Gazinosu’nda gecede 4 bin lira alıyormuş. Çakıl’da 4 bin 500 lira… Ankara Köşk Gazinosu’nda yevmiyesi 6 bin liraymış. İki konser için Avustralya’ya gitmiş, 20 bin lira almış, Gaziantep’e gitmiş, 17 bin 500 lira almış. İzmir Fuarı’na gelmiş, 22 gece, 143 bin lira.

1974’ün temmuz ayında Kıbrıs’a çıktık. Bir ay sonra, ağustos ayında, Türk Donanma Vakfı’na 75 bin lira bağışta bulunmuş. Makbuzu var.

O günün parası, bugünün parasıyla ne kadar ediyor derseniz… Tee 1958’de, Şişli Hanımefendi Sokak’ta üç apartmanın sahibiymiş. Gerisini varın siz hesap edin. Şişli’deki apartmanlarına “Müren, Helal, Alınteri” isimlerini koymuş.

İzmir Fuarı’na her gelişi olay olmuş. 1970’de, Çiğli havaalanında THY uçağından “mini etek”le inmiş. Üniformalı Roma askerlerinin omuzlarında atlı savaş arabasına bindirilip, Büyük Efes Oteli’nin kral dairesine kortejle götürülmüş. İzmir gecelerinde giydiği her elbiseye ayrı bir isim vermiş: Kordonboyu sevdası, İzmir gecelerindeki sır, canım Eşrefpaşalım, Çeşme’de akşam, Güzelyalı dilberi, Karşıyakalı çapkın, Yamanlar rüzgarı, Kadifekale’de mehtap, helal Egelim.

İstanbul’da giydiği elbiselerin de ayrı ayrı isimleri varmış: Susamış istiridye, yakut kadeh, şampanyanın rüyası, uzaydan gelen prens, çocukluğumun bayram yeri, mimozaların tebessümü, çapkın kızılcıklar, hıçkıran gitarlar, sırdaş geceler.

Sahne için özel dekorlar tasarlar, onlara da özel isimler verirmiş: Aşk sarayı, Kaf dağındaki saray, kuğu gölündeki sır, sevda ormanı.

Kıyafetlerinin en hafifi 10 kilo, en ağırı 20 kiloymuş. Boyu 1.74’ken, 30 santimlik topuklu çizmesini giyince, 2 metreyi geçiyormuş.

 “Marmara’da mehtap” ismini verdiği, tümüyle payet işlemeli, ilk ışıltılı ceketini askerlikten terhis olur olmaz, 1958’de giymiş.

Mini etekli “uğur duvağı”nı 1970’de giymiş. Yıllar sonra anlatmış: “Bir sır vereyim… Mini eteğin altına giymek için kuliste pantolonum hazırdı, en küçük tepki görürsem, giyecektim. Ama halk çok tuttu.”

Üç filminde “bıyıklı” rol almış. Hepsi takma bıyıkmış. Karate yaptığı, halter çalıştığı filmlerinden haşin kareler var.

Rol icabı traktör bile kullanmıştı ama, aslında ehliyeti bile yokmuş. Buna rağmen, son model otomobiller hayatının ayrılmaz parçasıymış. Yeşil-beyaz Pontiac 56, ilk göz ağrısıymış. Basında en çok yeralan otomobili, 1966 model nar çiçeği Chevrolet Impala’ymış. Ses dergisi bu otomobili şöyle tarif etmiş: “Zeki Müren’in arabasında air condition denilen sıcak ve soğuk hava tertibatı ile buzdolabı vardır. Buzdolabı, üç büyük, bir küçük şişe ile beş bardak ve bir konserve kutusu alır. 105 bin liraya alınmıştır. Türbo jet motorlu, altı silindirlidir, 200 kilometre sürat yapar.”

 “Katip” filminde mevlid okumuş, çok enteresan sonuçları olmuş. Bir röportajında anlatmış: “Rol icabı sadece dört dakika mevlid okudum, öyle yayıldı ki, Anadolu’da beni hafız sanıyorlar.”

İlk filmi için “Beklenen Şarkı”yı bestelemiş. Toplumda öylesine yer etmiş ki, Kara Harp Okulu öğrencileri 19 Mayıs törenlerinde bu şarkıyı kullanmış. O güne kadar, Mavi Tuna valsi kullanılıyormuş.

1951’de 21 milyon nüfuslu Türkiye’de sadece 320 bin evde radyo varken, İstanbul Radyosu’nda söylemeye başlamış. Cihaz satışları patlamış. Teknolojiye o kadar uzağız ki, radyo almak için dükkana gelenler, yanlış cihaz almamak için soruyormuş: “Bu radyo Zeki Müren çalıyor mu?”

Bir tarafta sahneye etekle çıkan Zeki Müren, öbür tarafta o gazinoyu hınca hınç dolduran başörtülü teyzeler, sakallı hacı amcalar, çocuklu aile matineleri… Sabahattin Eyüboğlu “Türkiye’nin sosyolojisini anlamak isteyenler, mutlaka Zeki Mürenli gazinoya gitmeli” demiş.

Nezihe Araz ise, kadınlarla ilişkisini şu çarpıcı kelimelerle ifade etmiş: “Kendine has şarkılarıyla söz atıyor, sitem ediyor, tehdit ediyor, davet ediyor, naz ve işve ediyor, göz kırpıyor, buseler gönderiyor. Ve kadınlar… Bütün baskıları kaldırmış, bütün yasaklara isyan etmiş, bütün tıpaları atmış, şartsız, kayıtsız, pervasız, o sahnedekine, yalnız ona dönmüş. Sanki dünyada o an, sadece o beyaz smokinli genç adam var. Hayatlarında sadece tahayyül ettikleri, filmlerde seyrettikleri, o şaşaalı, şehvetli, yasak hayatı, burada, onunla yaşıyorlar.”

Sadece bir tiyatro oyununda rol almış. Robert Anderson tarafından yazılan, Çay ve Sempati… (Cinsel kimlik tartışmalarını konu alan ve Broadway’de sahnelendiğinde bile hayli gürültü koparan bir piyesti. Lisedeki arkadaşları tarafından sürekli alaya alınan efemine öğrenci Tommy Lee, beden eğitimi öğretmeninin karısıyla ilişki kurarak, erkekliğini topluma ispat ediyordu. Beden eğitimi öğretmeni ise, karısına ilgisiz, gizli bir eşcinseldi.) 1965’te, Çay ve Sempati’de Tommy Lee karakterini canlandıran Zeki Müren, duygularını şöyle özetlemiş: “Robert Anderson sanki bu oyunu benim için yazmış.”

Türkiye için yaşayan, malını-mülkünü orduya-eğitime vakfeden, hayatımda tanıdığım en cesur, en yurtsever insanlardan biriydi.

Bu milletin “en onurlu evlatları”ndan biriydi.

Sanırım o nedenle, serginin girişinde, pekçok omurgasızı utandırırcasına, TSK Mehmetçik Vakfı’nın çiçeği vardı.

Zeki Müren’e fatiha okuyup, serginin hazırlanmasında emeği geçenlere yürekten teşekkür edip, evimin yolunu tuttum. Haberleri seyretmek için televizyonu açtım.

Açar açmaz… Eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye geldim!

Hiç kimseye zarar vermeden “onur yürüyüşü” yapmaya çalışan insanlarımıza tomalarla saldırıyor, tazyikli suyla yerlerde süründürüyor, suratlarına plastik mermi sıkıyorlardı.

Açık söylüyorum…

50 sene öncesinden çok daha geridir bu ülke.

Asrın liderinin peşine takılıp, taa geçen asra gitti Türkiye.

 

Bu yazı Sözcü Gazetesi'nin internet sitesinden alınmıştır.