Gündem

Öymen: 27 yılın yanlışı yüzde 10 barajı

Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşmasındaki ‘yüzde 10 barajı indirme’ vaadi, siyasi hayatımızın düzenindeki çok önemli bir yanlışın düzelece

25 Mayıs 2010 03:00

 T24-CHP eski genel başkanlarından  Radikal yazarı Altan Öymen, Kemal Kılıçdaroğlu'nun düşürme vaadinde bulunduğu seçim sistemindeki yüzde 10 barajının 27 yıllık hikayesini yazdı. İşte Öymen'in kaleminden yüzde 10 barajının öyküsü


Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşmasındaki ‘yüzde 10 barajı indirme’ vaadi, siyasi hayatımızın düzenindeki çok önemli bir yanlışın düzeleceği umudunu uyandırdı. Yeni CHP yönetiminin bu konudaki çalışmalarını hemen başlatmasında ve vaadini daha da somutlaştırmasında fayda var.
Hatta belki, CHP Meclis Grubu’nun bu konuda şimdiden bir yasa teklifi hazırlaması ve Meclis’e sunması da düşünülebilir.
Böyle yapılırsa iki ihtimal vardır:
Ya bu konuda AKP de, bir adım atma gereğini duyar, CHP’nin inisiyatifi üzerine başlayacak olan bir tartışma, bu yasama döneminde başlar. Belki bir sonuca da varabilir.
Veya AKP, CHP’nin yasa teklifine yanaşmazsa, bu konu seçim öncesindeki tartışmaların gündemine girebilir...
Başbakan Erdoğan, malûm, böyle bir değişikliğe milletimizin ‘henüz hazır olmadığı’ yolunda bir görüş ilan etti. (Bu görüşün temelinde Saadet Partisi’nin rekabetine karşı duyulan endişenin var olduğu öne sürülüyor ama, o ayrı bir konu). Bu sayede, Erdoğan’ın, ‘milletin henüz hazır olmama’sının daha ne kadar süreceğini düşündüğü de anlaşılır.
Fakat herhalde Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘yüzde 10’un indirilmesi’ vaadinin kısa zaman içinde somutlaştırılması isabetli olur.

12 Eylül’den bu yana
Bugün burada bu barajın şimdiye kadarki uygulamasının sonuçlarını hatırlatacağım.
Bu yüzde ‘10 barajı’, 1980’deki 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasının işidir. 10 Haziran 1983 tarihli 2839 sayılı kanunla konulmuştur. O vakitten beri -Özal zamanında daha da geliştirilerek- uygulanmıştır.
Bunu icad edenler ‘istikrar’ istemişlerdi.
‘İstikrar’dan anladıkları, hükümetin, her yasama döneminde ‘tek parti’ hükümeti olmasıydı. Dönem sonuna kadar da işbaşında kalmasıydı.
‘Yüzde 10’cular, ‘koalisyon hükümetleri’nden hoşlanmıyorlardı. Tek parti hükümetiyle işlerin daha hızlı ve tutarlı yürüyeceğine inanıyorlardı.
Ayrıca, bu kadar yüksek bir barajın ‘bazı partiler’in Meclis’e girmesini önleyebileceğini de düşünmüşlerdi.
‘Bazı partiler’, ‘aşırı’ saydıkları partilerdi. 1980 öncesinin Milli Selamet Partisi (MSP) gibi ‘dinî’ konuları ön plana çıkaran, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) gibi ‘milliyetçilik’ konusunda abartmalı politikalar izleyen partilerdi.
Ayrıca, komünistliğe kayan veya bölgesel veya etnik yanları ağır basan partiler, o zaman yoktu ama, kurulabilirdi, ‘yüzde 10’cular, onların da Meclis’e girmesini önlemiş olacaklardı.

‘Üç parti yeter’
Böylece Meclis’teki ‘siyasi yelpaze’, ‘merkez sağ’daki, ‘merkez sol’daki ve ‘orta’daki partilerden oluşacaktı.
1983 seçimi öncesindeki hesap oydu. 12 Eylül müdahalesi o zamana kadarki tüm partileri kapattığı için, o üç tip parti, askeri yönetimin müsaade ettiği isimler ve kadrolarla oluşturuldu.
1980’den önceki -Süleyman Demirel’in başkanlığındaki- Adalet Parti’si yerine bir ‘Milliyetçi Demokrasi Partisi’ kuruldu. Başkanı emekli Orgeneral Turgut Sunalp’tı.
Bülent Ecevit’in başkanlığındaki CHP’nin yerine ‘Halkçı Parti’ kuruldu. Başkanı, askeri yönetim zamanında Başbakanlık Müsteşarlığı yapan Necdet Calp’tı...
Bir de ‘Ben dört eğilimi bir araya getirdim’ iddiasıyla ANAP kuruldu. Başkanı, askeri yönetimin başbakan yardımcılığını yapmış olan Turgut Özal’dı.
1983’te hangi partilerin seçime gireceği, zaten askeri yönetimin iznine bağlıydı. İzin alabilen partiler bu üç partiden ibaret kaldı. Başka hiçbir partiye seçime girme izni verilmedi.

Tercih edilen Sunalp’ti ama...
Askeri yönetimin o üç parti arasından birinci parti olmasını istediği parti, E. Orgeneral Turgut Sunalp’ın Milliyetçi Demokrasi Partisi’ydi. Sonuç o isteğin tam tersi oldu. Sunalp’in partisi üçüncü oldu, Calp’in Halkçı Parti’si ikinci...
Birinciliği ise, aşırı sayılan partilerin (eski MSP ve MHP’nin) seçmenlerine de hitap etmekte olan Özal’ın partisi kazandı... Tek başına hükümet kurabildi.
Bu, askeri yönetimin pek hoşuna gitmedi ama, artık yapacak bir şey yoktu. Ayrıca, askeri yöneticilerin asıl hedefine varılmıştı. ‘Dört eğilimi birleştirdim’ dese de, gene ‘merkezin sağında’ politikalar izleyen Özal’ın kurduğu hükümet, ‘istikrarlı’ bir hükümetti.

Siyaset yasakları kalkınca...
1983’teki ‘istikrar’ bu şekilde sağlanırken, ‘eski politikacılar’ diye kötülenen, hapislere sokulup çıkarılan ve tümü birden ‘10 yıllık siyaset yasağı’ cezasına çarptırılan liderler siyaset dışındaydılar. 1980 öncesindeki Meclis’teki milletvekili sayısı sırasına göre Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alpaslan Türkeş...
Ve onlarla birlikte, partilerinin üst yöneticileri. Hepsi 80 kişi kadardı (Ben de onlardan biriydim).
Turgut Özal’ın başbakanlığındaki yeni düzen, 1987’ye kadar ‘istikrarlı’ bir düzen oldu.
1987’de durum biraz değişti. Siyasi yasakların kalkması konusunda referandum yapıldı.
Özal ve ANAP’ın diğer yöneticileri yasakların kalkmasına karşıydılar. ‘Hayır’ pusulalarının rengi turuncuydu. Turuncu renkli pankartlar, t-shirt’lerle ‘hayır’ kampanyası yaptılar. Ama sonuç istedikleri gibi olmadı. Halk az farkla da olsa, ‘hayır’ı reddetti. ‘Evet’ler kazandı. Yasaklar kalktı.
Yasaklı siyasetçilerin büyük bir kısmı yeniden siyasete döndü.
1987 seçimine gidilirken artık, seçime girecek partiler için, ‘izin’ alacakları bir makam yoktu. Askeri yönetim kalkmıştı. Ama eski partilerin yeniden aynı adla kurulması yasağı devam ediyordu. Yasaklar zamanında Demirel’in arkadaşlarının kurduğu -Hüsamettin Cindoruk’un başkanlığındaki- Doğru Yol Partisi de, Ecevit’lerin Demokratik Sol Partisi de seçime girebilecekti. Necmettin Erbakan da, MSP’nin yerine kurulan Refah Partisi’yle seçime giriyordu. Türkeş eski MHP’nin yerine kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi’yle...
Ecevit’in askeri yönetim zamanında genel başkanlığından istifa ettiği, CHP’nin devamı niteliğinde olan parti SODEP’ti. Genel Başkanı Erdal İnönü’ydü. O da seçime katılabilecekti...

DSP, RP ve MÇP’nin oyları Özal’a...
Bu gelişme, askeri yönetim döneminin Meclis’teki ‘izinli parti’lerinin durumunu sarstı. MDP zaten üçüncü parti olarak etkisini kaybetmişti. Mensuplarından bir kısmı ANAP’a geçmişti. Siyasi hayattan sessizce kayboldu. Halkçı Parti SODEP’le birleşmişti. Sosyal Demokrat Halkçı Parti adını alan yeni partinin çatısı altına girmişti. ‘İzinli parti’lerden 1987 seçimine güçlü olarak girebilen parti, bir tek ANAP oldu. Oyların yüzde 36’sını aldı.
Onun arkasından ikinci parti olarak SHP, yaklaşık yüzde 25 oyla ikinciliği, DYP, yaklaşık yüzde 19 oyla üçüncülüğü kazandı.
Diğer partiler, barajın altında kaldılar. Ece-vit’in DSP’si yüzde 8.5, Erbakan’ın Refah Partisi yüzde 7.1, Türkeş’in Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) yüzde 3 oy aldılar.
Barajın altında kalan oyların çoğu ANAP’ın işine yaradı. Özal’ın partisi, o zaman 450 üyeli Meclis’te mutlak çoğunluğu elde etti. Yüzde 36 oyla 292 milletvekili çıkararak yeniden iktidar partisi oldu.
Bir önceki 1983 seçiminde, askeri yönetimin ‘izin sistemi’, 1987 seçiminde de yüzde 10 baraj sistemi ANAP’ın işine yaramıştı. Aldığı oydan çok daha fazla oranda milletvekili çıkarmıştı. Hükümet, gene tek parti hükümetiydi. İstikrar o dönemde de sağlanmıştı.
Ama bunun sonrası, hiç de öyle gelmedi...

Her zaman aynı şey olmuyor
Yüzde 10 barajın ‘tek parti hükümeti’ne imkân vermesi, ondan sonraki dönemlerde mümkün olmadı.
1991 seçimlerinde ANAP’ın oyları yüzde 24’e düştü. DYP yüzde 27’yle birinci parti oldu, SHP, yüzde 20’yle üçüncü parti...
DYP ile SHP ‘koalisyon hükümeti’ kurdu. Süleyman Demirel Başbakan oldu, Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı...
Bu defa Ecevit’in DSP’si de yüzde 10.7 oyla barajı geçmişti.
Erbakan’ın Refah Partisi’yle, Alpaslan Türkeş’in MÇP’si ise ‘hülle’ metodu uygulamış, Türkeş ve arkadaşları partilerinden ayrılıp Refah’a girmişler, seçim sonrasına kadar partide kalmışlardı. Birlikte yüzde 17’ye yaklaşan oy alıp 62 milletvekili çıkarmışlardı.
Yani, tek partili sistemi hedefleyen ‘yüzde 10 baraj’, bu defa tam tersine bir sonuç vermiş, Meclis’e üç parti yerine 5 parti girmiş, tek parti hükümeti yerine koalisyon hükümeti kurulmuştu.
Özetle: Bu yüzde 10 barajın ‘istikrar’ı ve ‘az partili’liği sağlayacağı iddiası iflas etmişti. Bu iflas hali, bir sonraki yasama döneminde daha da belirgin bir hale gelecekti...
Bunu da bir sonraki yazıda hatırlatacağım.