Gündem

Onur Öymen: Hollanda'yı eleştirirken haklıyız, ama hakaret söylemi ülkemizi haksız duruma düşürüyor

Aile Bakanı, Hollanda'dan sınır dışı edilmişti

14 Mart 2017 13:31

Eski NATO Daimi Elçisi ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Öymen, Türkiye ile Hollanda arasında yaşanan "ziyaret" kriziyle ilgili olarak “Hollanda'yı eleştirirken haklıyız ama hakaret söylemiyle konuşmak, haklı olduğumuz konuda ülkemizi haksız duruma düşürüyor” dedi.

Prag, Madrid, Kopengah ve Bonn'da büyükelçilik görevi yürüten Onur Öymen'in açıklamalarını aktaran Sözcü Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, "Açıkçası 'diplomasi dili'nin terk edilip, yerini 'öfke dili'ne bırakmasının faturası da ağır oluyor. Kuşkusuz bunları AKP'liler de biliyor bilmesine ama 'evet' oylarını artırmak için öfke dili seçeneğini tercih ediyorlar" görüşünü dile getirdi.

Referandum çalışmaları kapsamında Türkiye vatandaşları ile buluşmak isteyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun "uçuş izni"ni iptal eden Hollanda hükümeti, Rotterdam'daki konsolosluk binasına gitmeye çalışan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'yı da sınır dışı etmişti. 

Saygı Öztürk'ün "Onun kıymetini bilin" başlığıyla yayımlanan (14 Mart 2017) yazısı şöyle:

Avrupa ülkeleri arasında yazılı olmayan bir kural var. Herhangi bir Avrupa ülkesine saldırı varsa diğer ülkeler de onun yanında yer alır. Buna da “Lüksemburg kuralı” denilir. Türkiye, son çıkışıyla yalnız Almanya'yı, Hollanda'yı karşısına almakla kalmadı. Tüm Avrupa ülkelerini de karşısına almış oldu. “Diplomatik dilin” kullanılmaması sıkıntının ana kaynağını oluşturuyor.
Açıkçası son olayı hem Türkiye, hem de Hollanda kendi iç politikalarında “seçim malzemesi” olarak kullanıyor. Hollanda hükümeti, seçimi kazanma şansı yüksek olan aşırı sağcı partinin yükselişini önlemek adına bu çıkışı yaptı. Hükümetin izlediği politikayla ilgili yapılan kamuoyu araştırması da bunu gösteriyor. Aynı durum, AKP için de söz konusu... AKP milletvekilleri, Hollanda'yla yaşanan gerilimin, halk oylamasında “evet” oylarını yüzde 2 civarında artırdığına inanıyor.

KAYBEDEN KİM OLDU?

Geçmişte mağduriyetlerden beslenen AKP, artık içte mağdur olabilecek bir durumu olmadığı için halk oylaması için bu kez mağduriyet ithal etti. Belki “evet” oylarını bu mağduriyetle 2 puan artırabilirler ama devletimize de çok şeyler kaybettirir.
Diplomasi ayrı bir sanattır. Örneğin Türkiye Hollanda'ya nota verecekse bile notaya “Türkiye, Hollanda'ya saygılar sunar” diye başlar. Bu yalnız ülkemiz için değil bütün ülkeler için geçerlidir. Yani diplomasi saygı dilidir. “Nazi” deyip o ülkenin milletini karşınıza alıyorsunuz. Yalnız bir ülkeyi değil bu tutum ve söylemlerle bütün Avrupa'yı karşımıza almamız acaba attığımız taşın, kurbağayı ürkütmesine değiyor mu?

Saygın diplomatlarımızdan Onur Öymen'e yaşananları sorduğumda, “Hollanda'yı eleştirirken haklıyız ama hakaret söylemiyle konuşmak, haklı olduğumuz konuda ülkemizi haksız duruma düşürüyor” uyarısında bulunuyor. Açıkçası “diplomasi dili”nin terk edilip, yerini “öfke dili”ne bırakmasının faturası da ağır oluyor. Kuşkusuz bunları AKP'liler de biliyor bilmesine ama “evet” oylarını artırmak için öfke dili seçeneğini tercih ediyorlar.

NEZAKET PRENSİBİNİ ATARSANIZ

Ülkeye sokulmamış bir bakanımız, ülkeye girip de sınırdışı edilen başka bir bakanımız var. Böyle bir olayın yaşanması kuşkusuz çok önemli bir kriz. Unutulmayacak ama bu kriz de bir gün aşılacaktır. Ortalığın toz duman olduğu şu günlerde bazı gerçeklerin de bilinmesi gerekiyor. Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cemile Akça Ataç da, “Diplomaside diplomatik hakların özünün nezaket prensibi üzerine kurulu olduğunu” hatırlatıyor ve şunları söylüyor:
“Uygulayıcı ev sahibi ülkedir. Güvenlik gerekçesiyle bu hakları askıya alabilir. Sınır kontrolü, seyahat güvencesi de dolayısıyla ev sahibinin tasarrufundadır. Eldeki kırmızı pasaportlar genel uygulama olarak sınırdan geçişi ve ev sahibi ülkedeki serbest seyahati sağlar. Ancak misafirlerin kamusal alanda ‘güvenliği tehdit etme' olasılığı ev sahibinin bu hakları askıya almasıyla sonuçlanabilir. Yani kırmızı pasaport otomatikman her türlü giriş, geçiş ve çıkış hakkı vermez, bunlar ev sahibi izin verdiği için gerçekleşir. Temsilciler konuk ülke topraklarıdır, oraya giden yollar ev sahibinindir. Genellikle de izin verildiği için biz geçişin ‘otomatik' gerçekleştiğini varsayarız.”

Hollanda'ya bakanlarımız o ülke yetkilileriyle görüşme yapmak amacıyla değil tamamen parti çalışması için gidiyor. Uçak ve diğer giderleri de partinin parasıyla ya da kendi parasıyla değil devlet kesesinden karşılanıyor. Yalnız kendileri de değil beraberinde götürülen heyetler de yine devletin parasıyla “evet” için götürülüp getiriliyor.

BAYRAK İNDİRMEYE NE DEMELİ?

Pazar günü bu köşenin okurlarına hatırlatmıştım, 2008 yılında AKP'lilerin oylarıyla çıkarılan kanunun 94. Maddesi'nde “Yurtdışında ve dış temsilciliklerimizde siyasi propaganda yapmak yasaktır” deniliyor. Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) halk oylamasıyla ilgili genelgesinde de yasaklar hatırlatılıyor. İlgili ülke “Burada seçim kampanyası yapmanızı uygun bulmuyoruz” diyorsa, diplomatik dilde bunun karşılığının nazikçe “gelmeyin” demek olduğu da ortadadır.
Kırmızı pasaportunuz da olsa, sizi ülkelerine almak istemeyene “Çatlasanız da patlasınız da geleceğim” demekle o ülkeye girilemiyor. Hollanda'nın yaptıklarının rencide edici, polisin tutumunun barbarlık olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Ama onların başkonsolosluğundan bayraklarını indirmek de onur kırıcı olduğu kadar engel olunmaması da tam anlamıyla bir güvenlik zafiyetidir, skandaldır.