Gündem

Nuray Mert: AKP Türkler ile de barışmalı; muhalefet Erdoğan'ı hapse göndermekten caymalı

'Abdullah Gül’ün heveskârlığı, çoktan ucuz bir şekilde piyasa dolaşımına girdi'

19 Haziran 2015 16:39

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, “AK Parti’nin merkezden savruluşunun ilacı bu tür senaryolar değil, aklı başında bir sorgulamayı göze almaları. Olur olmaz bilemem, ama AK Parti’nin, Kürtler ile barışı da, “Türkler ile barışı” da birinci gündem haline getirmesi gerekiyor” dedi. Mert, “Bu çerçevede, muhalefet çevrelerinin de Tayyip Erdoğan’ı “Lahey”e veya “hapse gönderme” aklından caymasında fayda var. Aklımızı başımıza almazsak sadece geçmiş iktidar değil, hepimizi kötü bir son bekliyor” ifadelerini kullandı.

Son dönemde 12 yıllık başdanışmanı Ahmet Sever'in çıkardığı Abdullah Gül ile 12 yıl kitabı ile de gündeme gelen Gül'ün AKP'ye döneceği yolunda tartışmalara da değinen Nuray Mert, "Abdullah Gül’ün heveskârlığı, çoktan ucuz bir şekilde piyasa dolaşımına girdi" dedi.

Nuray Mert’in Cumhuriyet’te “Çare: Siyasi restorasyon, büyük uzlaşma” başlığıyla yayımlanan (19 Haziran 2015) yazısı şöyle:

Kâbus bitti, uykusuz geceler başladı. Belli ki kimse seçimin ertesi gününü pek düşünmemiş. Cumhurbaşkanı, kampanyasını üstlendiği iktidar partisinin oylarında düşme olacağını fark etmiş, ama çareyi daha fazla tarafsızlık, daha fazla düşmanlaştırma, daha fazla gerilimde görmüş. Siyasetten anladığı, esip savurmak olduğu için, başka türlüsüne kendini hazırlamamış, en fazla bir seçim daha yaparız diye düşünmüş. İktidar partisi genel başkanı Başbakan, “ben de bağırayım sahneden düşmeyeyim” telaşına düşmüş. Muhalefet partileri, “iktidarı zayıflatalım, gerisine bakarız” demiş ve belli ki iktidarı düşüreceklerine pek de güvenmemiş. En tuhafı, muhalif entelektüeller, kanaat önderleri, yazarı, çizeri de daha ötesini düşünmemiş. Mevcut şaşkınlığın nedeni bu!

Biliyorum, kimsenin işi kolay değil. Önümüzde şahane çözüm imkânları yok. Ama seçmenler demokrasi için ciddi bir alan açtı, tüm siyasi aktörler bu imkânı en iyi şekilde değerlendirmek zorunda. Biliyorum, yüzde 60 seçmen AK Parti’den şu veya bu nedenle gına geldiği için muhalefet partilerine oy vermiş ve uzlaşma fikrini seçmene kabul ettirmek de zor. Ama yüzde 60 ne yazık ki büyük ölçüde değişik konularda birbirinden çok ama çok farklı düşünüyor. Bu durumda “yüzde 60 iktidar olsun” demek çok anlamlı değil.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti, bu seçimleri normal bir parlamenter sistem seçimi olmaktan çıkardı, ortalarda İstiklal Harbi, 2002 devrimi naraları atıldı. AK Parti seçmeni dışında kalanlar “millet düşmanı” ilan edildi. Tam da bu nedenle sıradan bir koalisyon hesabı yeterli değil, ciddi bir “siyasi restorasyon” gerekiyor.

Bu nasıl bir akıl

Halihazırda, siyaset hâlâ sığ sularda yapılıyor. O kadar ki ana muhalefet partisinin koalisyon için ileri sürdüğü 14 ilkesi içinde “çözüm süreci” yok! Bu nasıl bir akıl? Yok, kimse, “zaten o ilkeler çözümün de temelini oluşturuyor” falan demeye kalkmasın, çünkü anlamı yok. Kürt barışı sadece demokrasinin değil, Türkiye’de siyasi restorasyonun en önemli ayaklarından biri. Hal böyle iken, “HDP, asla ve asla AK Parti ile uzlaşma aramasın ama biz olduğumuz yerde duralım, mesela Kürtçe eğitim konusunu pedagoglara havale edelim” izah edilir bir siyaset mi? Hal böyle iken memleketin aydını, demokratı, “AK Parti ile uzlaşma içeren bir formül olmasın da ne olursa olsun” çağrısını ne akılla yapar? Çözüm sürecini toptan reddeden MHP ile koalisyon nasıl tercih edilir?

AK Parti, otoriterliğe savrulmuş, aklıselimini toptan yitirmiş, çözüm sürecini de sonunda rehin alma noktasına gelmiş bir iktidar tablosu çizdi ve tam da bu nedenle güç kaybetti. Ama sonuçta hâlâ yüzde 41’i temsil ediyor, dahası muhafazakâr-sağ kesimi toptan dışarda tutan bir demokratik restorasyon mümkün değil. Evet, bu gerçeği en başta AK Parti’nin dikkate alması, üst perdeden esip savurmak yerine külahını önüne koyması gerekiyor. Ama, muhalefetin de bu gerçeği görmezden gelme lüksü yok.

Gedik aklıselimle dolmalı

AK Parti’nin temel sorunu, yolsuzluk, hesap veremezlik olmanın ötesinde, merkez siyasetten ve demokratik çerçeveden uzaklaşmış olması. En büyük sorumluluğu, siyasetin merkezinde kocaman bir gedik açmış olması. Demokratik restorasyon için bu gediğin aklıselimle doldurulması gerekiyor. AK Parti çevrelerinde henüz bu yönde olumlu bir işaret yok, ama böylesi bir iş “dışardan” hiç olmaz. Doğrusu, bizim memlekette bu işlerin heveslisi çok olur, Abdullah Gül’ün heveskârlığı, çoktan ucuz bir şekilde piyasa dolaşımına girdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve çevresindekilerin siyaset anlayışı fazlasıyla otoriter ve bu siyasetin ülkeyi ne noktaya getirdiği ortada. Ama tüm bunlar olurken, ülkenin tepesinde bir makam işgal edip, etliye sütlüye karışmadan, “gününü” beklemek, tüm sorumluluğu Erdoğan’a yıkıp aradan sıyrılmak da siyasetle değil, kişilikle açıklanacak bir mesele. Türkiye’nin geleceğinin bu kişilik yapısı ile inşasını ummak da ayrı mesele!

Aslına bakarsanız Sayın Gül, böylesi bir hamleyi 2007’de Erdoğan’a rağmen Cumhurbaşkanlığı’nda ısrar ederek daha önce de yaptı, AK Parti’nin merkezden uzaklaşmasında bu açıdan da sorumluluğu var. Bakmayın, sonradan iş “kardeşlik” edebiyatına döküldü, “demokrasi mücadelesi” haline geldi; ama o mesele de ayrıca tekrar tartışılmaya değer. Kısacası, AK Parti’nin merkezden savruluşunun ilacı bu tür senaryolar değil, aklı başında bir sorgulamayı göze almaları. Olur olmaz bilemem, ama AK Parti’nin, Kürtler ile barışı da, “Türkler ile barışı” da birinci gündem haline getirmesi gerekiyor. Zira başta Cumhurbaşkanı, AK Parti’nin, toplumun düşman ilan ettiği kesimleri ile barış süreci başlatması gerekiyor. Bu çerçevede, muhalefet çevrelerinin de Erdoğan’ı “Lahey”e veya “hapse gönderme” aklından caymasında fayda var. Aklımızı başımıza almazsak sadece geçmiş iktidar değil, hepimizi kötü bir son bekliyor.