Gündem

"Ne Zarrab davası bir televizyon dizisi, ne gazetecilik, 'ay valla savcı yıkılıyooo' mantığıyla yapılacak bir meslek!"

"Halk, Zeyno Erkan gibi duygusal reflekslerle pijama gazeteciliği yapan amatörleri izlemeyi tercih ediyor"

08 Aralık 2017 16:49

Evrensel yazarı Esra Arsan, ABD'nin İran'a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla tutuklanan Türk-İran asıllı iş adamı Reza Zarrab'ın tanık olmayı kabul ederek ifade verdiği davadan bilgi aktaran Zeyno Erkan'ı eleştirdi. Youtube yayınlarının Türkiye'de geniş bir kitle tarafından izlendiğini söyleyen Arsan, Erkan hakkında, "Halk, Zeyno Erkan gibi duygusal reflekslerle pijama gazeteciliği yapan amatörleri izlemeyi tercih ediyor" ifadesini kullandı. 

"Keşke her bu kadar eğlenceli olsaydı" diyen Arsan, "Ancak 'ABD Atilla’ya karşı' davası bir televizyon dizisi olmadığı gibi, gazetecilik de öyle pijamayla, oturma odasındaki koltuktan “Ay valla savcı yıkılıyooo…” mantığıyla yapılacak kadar basit bir meslek değil" şeklinde konuştu.

Esra Arsan'ın, "Zarrab ile macera dolu Amerika (1)" başlığıyla (8 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

İçinde Türk firmalarının İran’la yaptığı dış ticaret, uluslararası bankacılık sisteminin delinmesi yoluyla ABD’ye atılan kazık, bu işler için bankacılara ve bazı bakanlara verilen milyonlarca dolar rüşvet, Ebru Gündeş, onun genç yaşta trilyoner olmuş dövizci-altıncı kocası Reza Zarrab ve kim bilir daha ne türlü çeşitli yolsuzluk ve düzenbazlıkların yer aldığı çok karışık bir dava... ABD’nin New York Güney Bölgesi Eyalet Mahkemesinde görülüyor ve bu uluslararası mali yolsuzluk davası, dönemin ruhuna uygun biçimde “milli” ve “yerli” bir skandal olarak haber metinlerine yansıyor. Suç şahsidir, suçu işleyenleri bağlar. Ama olay AKP döneminin en büyük rüşvet skandallarından biri ve bu suçun ortakları geçmişte tespit edilip yakalandıkları halde, siyasi baskıyla Türkiye’de yargılanmamışlardı. Bu yüzden Amerika’da görülen bu dava bir yandan da başa çıkamadığımız belalı sokak çocuğunu bizden büyük ağabeye dövdürme davasına dönüşüyor. Peki ama, Amerikalı ağabey bu insanları Türkiye’ye ve Türkiye halkına karşı işledikleri suçlardan dolayı mı yargılıyor? Bu kadar yaygara kopardığımız yargılama sürecinin sonunda Türkiye ne kazanacak ne kaybedecek? Gazeteciler ABD’deki mahkemede olan biteni bize doğru dürüst anlatabiliyor mu? Reza Zarrab’ın skandal açıklamalarıyla damga vurduğu bu yargılama sürecinde, gazetecilik ve habercilik açısından eleştirilecek çok şey var. 

“Hello everyone… Bu gece size pijamalarımla sesleniyorum. Ay, n’apalım, Reza belki şu anda uyuyor, ama biz arkasından konuşmaya devam ediyoruz. Hayat böyle… Şimdi size bugün duruşmada ne gelişmeler olduğunu anlatıcam… Kaç kişi izliyor önce ona bir bakalım. Bir… iki… neyse, biz başlayalım, gerisi gelir. Şimdi, ben bugün duruşmada değildim canlar, ama bir arkadaşım salondaydı ve sağ olsun çok güzel not tutmuş, onun notlarından okicam. Biliyorsunuz bu duruşmada savcı öyle şeyler soruyor ki, biz hepimiz salonda ağzımız açık dinliyoruz. Nah, böyleyiz (Ekrana ağzını açıp göstererek) sevgili izleyiciler. Hepsini tek tek anlatıcam şimdi size… Ama önce şunu söylicem: Yani akıyooo… rezillik paçalardan akıyooo… rüşvet, yolsuzluk bir bir ortaya dökülüyor… eh, burası Türkiye değil, burası Amerika!” 

Yukarıdaki alıntı Reza Zarrab’ın da tanık olarak dinlendiği “ABD Atilla’ya karşı” davasını günlük olarak habere dönüştüren Zeyno Erkan adlı yurttaş gazetecisinin youtube yayınlarından bir kolaj. Türkiye’de konuştuğum hemen herkes sosyal medya üzerinden düzenli canlı yayın yapan bu kadın muhabirden bahsediyor. Onu izliyor muyum? Yaptığı gazetecilik hakkında ne düşünüyorum? Zeyno Erkan, aşırı mimikli, duygularını olduğu gibi dışarıya vuran, AKP iktidarına karşı olumsuz hissiyatını canlı yayınlarda saklamadan ifade edebilen bir genç hanım. AKPgil medyaya bakılırsa o bir FETÖ maşası. Kendisine bakılırsa bağımsız gazeteci. Her ne hal ise, Zeyno Erkan’ın youtube yayınları Türkiye’de geniş bir kitle tarafından izleniyor. İşin daha vahimi, insanlar New York Manhattan’daki mahkemede olan bitenleri bu gönüllü amatör gazetecinin anlatımlarından anlamaya çalışıyor.
 
“ABD Zarrab’a karşı” olarak başlayıp sonradan Zarrab’ın sanıklıktan tanıklığa terfi etmesiyle “ABD Atilla’ya karşı”ya dönüşen bu dava, Türkiye siyasi tarihi açısından büyük önem taşıyor. Çünkü mahkeme tutanaklarına geçen ifadelerde, Türkiye’de çeşitli bakanlara, valilere, onların oğullarına verilen milyonlarca dolarlık rüşvetler bir kez daha önümüze seriliyor. Bu davanın içinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının emriyle delinen Amerikan ambargoları var. İşin içinde İran var. Petrol var. Doğal gaz var. Külçe altın ticareti var. Türkiye’nin dış ticaret rakamlarının şişirilmesi var. Devletin BOTAŞ’ı var, Koç Holdingin TÜPRAŞ’ı var. Devlet Bankası Halkbank var. Aktifbank var, Denizbank var. Ebru Gündeş’in gencecik yaşında kurnazlıkla trilyoner olmuş dövizci kocası Reza Zarrab var. Ama biz yine de davada kimin neyle suçlandığını, bu suçların hangi ülkede ve nasıl işlendiğini, hangi ülkede ne tür bir cezasının olabileceğini, bu mahkemenin neden Amerika’da yapıldığını, davanın muhtemel sonuçlarının Türkiye Cumhuriyetini ve ülkenin başındakileri direkt olarak nasıl etkileyeceğini basından doğru düzgün ve soğukkanlı bir şekilde öğrenemiyoruz. Çünkü Manhattan’daki bir mahkeme salonunda yaşananları bize soğukkanlı bir gazetecilik refleksiyle anlatan gazeteci sayısı parmakla sayılacak kadar az.

Öte yandan, halkın geneli de bu soğukkanlı gazetecileri okumak veya izlemek yerine, Zeyno Erkan gibi duygusal reflekslerle pijama gazeteciliği yapan amatörleri izlemeyi tercih ediyor. Eh, o zaman Law&Order dizisi kıvamında bir heyecan, Komiser Kolombo edasındaki savcılar, yarısı sıkıntıdan uyusa da çok renkli, çok ırklı bir jüri topluluğu ve çapraz sorgu vesaire derken bize de mısırları patlatıp cümbüşü seyre dalmaktan başka yapacak iş kalmıyor. 

Keşke her bu kadar eğlenceli olsaydı. Ancak “ABD Atilla’ya karşı” davası bir televizyon dizisi olmadığı gibi, gazetecilik de öyle pijamayla, oturma odasındaki koltuktan “Ay valla savcı yıkılıyooo…” mantığıyla yapılacak kadar basit bir meslek değil. 

En baştan başlayalım. Amerika’daki duruşmanın habere dönüşme biçiminde dikkat çeken en büyük sorun, gazetecilerin kendilerini mahkeme salonunda olan bitene kilitlemiş olmaları. Her gün Amerika’da duruşmanın başladığı saatte mahkeme salonunda konuşulanlar ve sanıkların açıklamaları Türkiye basınında neredeyse naklen yayınlanıyor. Ancak duruşmada yapılan açıklamalardan yola çıkarak kotarılan yeni bir araştırma haber, itiraflarda adı geçen kaynaklara ulaşılarak alınmış yeni bir demeç filan yok. Duruşmalar sırasında adı geçen tüm ülkeler (İran-Türkiye-ABD-Birleşik Arap Emirlikleri), şirketler (BOTAŞ-TÜPRAŞ), bankalar (Halkbank-Denizbank-Aktifbank), düzenbazlıkta kullanılan finansal yöntemler, dönemin yöneticilerinin olaya dahli vesaire, her biri ayrı bir haber konusu oysa. 

Haberlerde, ABD’de bahsi geçen olay ve durumlara ilişkin ne bir İranlı yetkiliden alınan görüş, ne uluslararası para piyasalarında yapılan benzer oyunları açıklayan bir uzman, ne davanın Türkiye devleti açısından nasıl sonuçlar doğurabileceğine ilişkin bilgi verecek bir hukukçu görüyoruz. Haber içeriklerinde varsa yoksa Zarrab’ın itirafları. O konuşuyor, gazeteciler yazıyor. Davayı izleyen Amerikalı gazeteciler içeriden tweet atıyor, Türkiye’deki meslektaşlar o tweetleri Türkçeye çevirip yayımlıyor. Hatta öyle bir düzenek kurulmuş ki, bazı Amerikalı gazeteciler kendilerine New York’ta yardımcı olan bir grup Türkiyeli çevirmen vasıtasıyla tweetlerini Türkçeye bile çeviriyorlar. Kopyala-yapıştır. Pijamanı giy, bekle, haber sana oturduğun yerden gelsin. Bunun adı Türkiye’de bir süredir gazetecilik. Ama bu işte bir terslik var. Terslik olduğu için de, davanın esasına dair birçok önemli detay eksik veya yanlış aktarılıyor. İşte bu noktada, “ABD Atilla’ya karşı” davasında gazetecilik açısından sorunlu ve/veya eksik gördüğüm bazı önemli noktaları toparlamaya çalıştım.