11 Ağustos 2017 15:50
İstanbul'un simgelerinden AKM'nin yıkımı için geri sayım bir kez daha başladı. "AKM ister beğenelim, ister beğenmeyelim şehrin bir anıt yapısı" diyen mimar Korhan Gümüş'e göre, bina istenirse hâlâ korunabilir. Gümüş, müdahalede bulunmadan önce 'bağımsız bir uzmanlar grubunun inceleme yapmasını ve kültür konularında olması gerektiği gibi projeyi yönetmesini' öneriyor.
Gazete Duvar'dan Beril Köseoğlu'nun haberi aynen şöyle:
Akıbeti konusundaki çıkmazın yıllardır aşılamadığı Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yıkımı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın haziran ayında sanatçılara verdiği iftarla yeniden gündeme geldi. yeniden gündemde. İstanbulluların kültürel belleği ve Türkiye’nin modern mimari tarihindeki simgesel önemine rağmen ülkedeki siyasi kutuplaşmanın cisimleşmiş hali olmaya terk edilen AKM’nin, yıkılıp yedi kat geniş bir alanda yeniden inşa edileceği belirtiliyor.
Erdoğan, AKM’den ‘Taksim’deki o sağlıksız ve kesinlikle çirkin yapı‘ diye söz ediyor, “Proje şu anda bitti. Gerek yan gerekse arka taraftaki boşlukları da oraya dahil etmek suretiyle yıkıp orayı yeniden hakikaten çok ama çok güzel bir eseri İstanbulumuza kazandıracağız” diyordu. Hürriyet’in geçen hafta yayımladığı haberdeyse, Libya Konsolosluğu’nun bir kısmı ve ‘arkadaki’ otoparkın da ‘yeni AKM’ alanına dahil olduğu projenin ayrıntıları veriliyordu.
Ancak kamuoyuna hâlâ resmi bir açıklama yapılmış değil. Erdoğan iftar konuşmasında projeyi, yıkılan Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni yeniden inşa eden ‘mimari gruba’ verdiklerini söylemişti. Görünüşe göre, Arima Mimarlık şirketini kastediyordu… Fakat geçen hafta, AKM projesini 1969’da yapan mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu’nun ‘projesinin seçilmesinin beklendiği’ haberleri yayıldı.
Murat Tabanlıoğlu ise şu an için açıklama yapmayı doğru bulmadığını söyledi. Tabanlıoğlu, “Benim için de hassas bir konu olduğunu takdir edersiniz. Projenin iyi olması için şu an bir açıklama yapmayı doğru bulmuyorum” demekle yetindi.
Peki AKM’nin yıkılması gerçekten şart mı? Böylesine kamusal bir binanın geleceğine siyasi otoritenin karar vermesi ne kadar doğru? Ve, projesi neredeyse 60 yıl önce çizilmiş bir binanın karşısına 2017’de geçip ‘çirkin’ demenin kriteri nedir? Bu soruları, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kentsel Uygulamalar Direktörü ve Danışma Kurulu üyesi de olan mimar Korhan Gümüş’e sorduk.
Öncelikle, AKM’nin yıkılması teknik olarak şart mı? Yıllardır konuşulan güçlendirme/renovasyon projelerinin maliyetinin yeniden inşadan yüksek olduğu doğru mu? Kısacası, depreme dayanıklılık açısından AKM ne kadar kötü durumda?
"Bu sorunun bence cevabı şu: İlke olarak ‘asmadan önce yargılamak’ gerekir. Bir karar vermeden, bir müdahalede bulunmadan önce bağımsız bir uzmanlar grubunun inceleme yapması gerekir. Bana sorarsanız, dünyada eğer korunmak istenirse korunmayacak yapı yoktur. AKM de ister beğenelim, ister beğenmeyelim şehrin bir anıt yapısıdır.
Bu konuya çeşitli yöntemlerle yaklaşılabilir, sorunlar irdelenebilir ama her konuda olduğu gibi keşfetmeye, araştırmaya dönük bir kamusal ortam yaratmak gerekir. Önemli olan, şehrin en önemli kültür yapısının proje yönetiminin bağnazlık ve bağımlı ilişkilerden kurtarılması. Yani 2. Dünya Savaşı öncesinde otoriter rejimlerde yaşanan duruma benzeyen durumla baş etmeyi öğrenmek.
Nitekim hazırlanan ilk projede çok iyi uzmanlar çalıştı. Mevcut yapıda duvarlar içinde birbirine dik birkaç betonarme perde duvar ilavesi yapıldı ve AKM için olabilecek risklerin tamamı bertaraf edildi. Ayrıca AKM zaten simetrik, iyi bir taşıyıcı sisteme sahip bir yapı. Yer yer korozyonlar, zayıflamalar olsa da bunlar kolaylıkla çözülebilecek sorunlar. O zaman bu projeyi yöneten gönüllüler olarak hesapladık; bu müdahaleleri yapmak, yapıyı yeniden yapmaktan çok daha kolay.
Ama geçen süre içinde ne değişti, ona da bakılmalı. İSO geçtiğimiz yıl Odakule’nin cephe sistemlerini, ince yapı detaylarını yeniledi. Niye binayı yıkmadı? Eğer imar hakları açısından ortaya çıkan koşullar bile bir binanın korunmasını sağlıyorsa, AKM gibi önemli bir belge yapının korunması için de haydi haydi olmalıdır. Buradaki mesele yapının fiziki özellikleri ile ilgili değil. AKM istenirse korunur.
Geçen hafta Hürriyet’te yayımlanan yeni planda, AKM’nin oturduğu parsel yedi kat genişliyor gibi görünüyor. Bu plan resmen doğrulanmadı ama akla şu soru geliyor: Taksim Meydanı’na böylesine hâkim olan bu alanda hangi üslupta ve ne ölçüde bir opera binası yapılmalı ki, o alan hem İstanbulluların belleğindeki imajından kopmasın, hem de meydan beton yerine meydan gibi görünsün?
Mesele bir tasarım sorunu gibi algılanıyor ve gösteriliyor. Oysa AKM tipik bir hafıza mekânı ve korunması gerekiyor. Bu tür meseleler genellikle kamusal alanla ilgili görünenden daha komplike bir demokrasi sorununa işaret eder ama aynı zamanda çözümlerin de nasıl olabileceğine…
Yönetim geçmişte bildiğimiz nedenlerle, burayı bir temsil sahnesi olarak gördüğü için AKM’yi yıktırıp buraya kendi damgasını vurmak istedi. Diğer taraftan başka bir sorun da kamunun evini kat karşılığı müteahhite veren vatandaş gibi davranması ve İstanbul’un kamusal alanlarını özelleştirmesi. Bu nedenle içinde AKM’nin de bulunduğu bu değerli alan iştah kabartıyor. Bu yüzden inşaat alanını artırarak tıpkı Gezi’nin içine inşa edilmek istenen AVM-Kışla gibi ‘bir taşla iki kuş vurmak’ isteniyor.
AKM için önce kültür kuruluşlarının da içinde olduğu misyon odaklı bir proje yönetim organı oluşturulmalı. Proje ona devredilmeli. Çünkü nasıl bir sanat eserini bürokratlar gerçekleştiremezse, bir kültür yapısını da farklı bir mantığa, bağımlı bir işleyişe sahip olan Bakanlık falan yönetemez. AKM projesi, bir kültür yapısının nasıl yönetilmesi gerektiğini göstermesi açısından İstanbul için bir fırsattır. AKM resmi idelolojik koşullandırmalar, piyasacı-özelleştirmeci girişimler dışında, katılımcı bir proje yönetimi modelini oluşturmak için bir laboratuvar gibi görülmeli ve yeni bir mimarlık deneyimi olarak bir örnek oluşturmalı.
Peki AKM ‘korunması gerekli kültür mirası’ statüsünden çıkarılmadan yıkılıp, yerine aynısı yapılamaz mıydı? Ya da bu doğru olur muydu?
Aynısı da yapılabilir. Ancak bu deneyim farklı bir mimarlık deneyimi gerektiriyor. Kamuda eksik olan bu. İdeolojik koşullandırmalar öne çıkıyor, bu da mimarlığı, kültürü felç ediyor. Yanlış veya doğru diye tartışmak yerine, AKM’yi bir güç gösterisi konusu olmaktan çıkarmak gerekli. Aslına bakarsanız AKM bir klinik çalışma olarak, siyasetin bilinçaltındaki sorunları, bastırılmış konuları açığa çıkarmak ve iyileştirmek için eşi bulunmaz bir fırsat.
Eskiden böylesine anıtsal yapıların projeleri için yarışmalar açılır, uzman bir jüri karar verirdi. AKM’nin yeni projesini kim onaylayacak? Siyasi otoritenin onay vermesi ne kadar doğru?
Dediğim gibi bizim geçmişte yıllarca uğraşıp, didinip yönetime kabul ettirdiğimiz gibi, önce bağımsız bir proje yönetim organı oluşturulmalı. Bundan 10 yıl önce, Kültür Başkenti adaylık başvurusuna koyduğumuzda, önce dosyadan çıkartmamızı istediler. “Bu hassas bir konu, başımız derde girmesin” diyenler siyasetçiler değil, kültür sektöründeki tanınmış insanlardı.
Sonra, adaylık başarılı olunca dönemin Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı geldi ve “Önce yıkalım, sonra ne isterseniz onu yaparız” dedi. Biz de kendisine yıkmak da dahil her müdahaleye bir araştırma/inceleme sonrasında karar verilebileceğini söyledik. Israrla “Bu kutu gibi binanın nesini seviyorsunuz, yıkalım” dediğinde ‘hiçbir önyargımız olmadığını, her şeyin tartışılabileceğini’ söyledik.
Ama güvendiğimiz bir konu vardı, o da bir dolu insanın, uzmanın gönüllü çalışma isteği. Murat Tabanlıoğlu bu insanları devreye soktu, bir kamu yapısı için şimdiye kadar gördüğüm en iyi restorasyon projesi ortaya çıktı. Yalnızca AKM için değil, Yenikapı, Sulukule, Tersaneler, Antrepolar, Gezi için de alternatif bir proje yönetim deneyimi yaşanabilirdi.
Günümüzde çirkinlik kriterini kullanmak yerine bir yapının bir mimari düşünce ürünü olup olmadığını sorgulamak daha anlamlı. Süleymaniye Camisi örneğin bir mimarlık şaheseri, bundan kimsenin şüphesi yok. Çamlıca Camisi için ise biçimi biraz onu andırıyor olsa da, aynı şey söylenebilir mi? Burada siyasetçileri ve mimarları motive eden arzunun aynı zamanda kendilerini boşa çıkaran, bozan bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Sanki 19’uncu yüzyıla biraz geri dönmüş gibiyiz ama onun bir karikatürü olarak.
AKM’ye ‘çirkin’ diyenlerin çıkış noktası belli ki cephesi… Bu cephenin Türkiye’nin ilk alüminyum doğrama giydirmesi olduğunu biliyoruz. Dönemin Türkiyesi açısından ikonik ve haliyle simgesel olduğunu da… Yani bu cephe esasında yapının en korunması gereken unsurlarından biri sayılmaz mı?
Belki önce AKM siyasal İslam’ın biraz da intikam duyguları ile yok etmek istediği bir simgeydi. Adeta bir meydan okuma aracıydı. Sonra bu radikal siyasal söylem ehlileşti. İktidar olduktan sonra söylemin şöyle değiştiğini gördük: “Bu kibrit kutusu gibi binanın neresini seviyorsunuz?” Yani başlangıçtaki ötekileştirici söylemin yerini estetize edici bir tartışma aldı. Oysa mesele bu değil. Yassıada’da Menderes’in kötü muamele gördüğü binalar ve çevre ayakta duruyordu. Güzel oldukları için değil, hafızaya sahip çıkmak için korunmalıydılar.
Eğer bütün taraflar önce düşünceye özgürlük sağlamak için anlaşırsa, o zaman mimarlıktan söz edebiliriz. Hiç şüphesiz AKM ikonik bir simge ve korunması gerekir. Neden Sütlüce’deki kazulet kongre merkezini, ya da yeni yapılan berbat kamu yönetim yapılarını yıkmaktan söz edilmiyor da, AKM’yi yıkmaktan söz ediliyor?
Son olarak, bir yandan Taksim Meydanı’ndaki cami inşaatı devam ediyor, bir yandan net bir betonlaşma söz konusu. Bundan birkaç yıl sonra sizce karşımızda nasıl bir Taksim Meydanı olacak? Ve bu gidişatın İstanbul kent belleğinin sürekliliği üzerinde nasıl etkileri olur?
Fıkrada ilmik boynuna geçince durumun farkına varan Temel gibi biz de iş bittikten sonra Taksim Meydanı’nın halini görüyoruz. Oysa her dönemde gerçekleştirilmeye çalışılan müdahalelerde sorulması gereken soru şu olmalıydı: Neden burası bir siyasal temsil sahnesi olarak görülüyor? Bu sorunu bilinçaltına atmak yerine nasıl tartışabiliriz? Cumhuriyet’in şehre müdahalesinin en önemli kamu alanı olan bu kompleks nasıl iyileştirilmeli, nasıl yönetilmeli?
Pera’daki kapitalist modernleşmesinin dönüşümüne işaret eden bu kamusal alan için bir yönetim planı, bir yönetim organı yok. Dikkat ederseniz otoparkçıların yıktığı, hasar verdiği küfeki taşından balüstradlar bile, kültür mirası olmasına rağmen onarılmadı. Ama bu süre içinde kaplama granitler üç defa değişti. Programı kim geliştirdi, projeyi kim geliştirdi? Bu fikirler nasıl tartışıldı? Bunları kimse bilmiyor. Çünkü böyle bir şey olmadı.
Taksim Meydanı ve Gezi Türkiye’nin bir aynası. Bu mekânın ne olduğu aslında başımıza neyin, neden, nasıl geldiğini gösteriyor. Siz hiç sorumluların ‘Bu şehri berbat ettik’ diye düşündüğünü gördünüz mü? Eminönü veya Karaköy meydanlarını bu hale getiren proje müelliflerinin bu işi beceremediklerini fark ettiklerini? Yenikapı, Sulukule, Süleymaniye, Sütlüce, Tarlabaşı, Taksim meydanı gibi projeleri yapan mimarlar sanki iyi bir iş yapmış gibi böbürlenerek aramızda dolaşıyorlar, mesleki ortamlarda boy gösteriyorlar.
© Tüm hakları saklıdır.