Söyleşi

Menderes'lerin idamı için özür diliyorum!..

Darbelerin anası sayılan 27 Mayıs ihtilali bugün 50 yaşında...

26 Mayıs 2010 03:00


SELİN ONGUN


[email protected]

Fotoğraflar: Efe Nalçacı


"Radyo başına birikmiş herkes sevinçliydi. Bir diktatörlüğün devrilmesi heyecanı yaşanıyordu. İnanmayacaksınız; bakkal gerçekten de bedava gazoz dağıttı. Sözüm ona sokağa çıkma yasağı vardı ama hepimiz dışarıdaydık. İhtilal günü öğleden sonra balkonda oturuyordum. Elimde bir Türk bayrağı vardı. Derken bir kamyon göründü, kasası tıklım tıklım insan doluydu. Devrilmiş Demokrat Parti iktidarına lanetler yağdırıyorlardı. Elimdeki bayrağı gören bir-iki kişi kamyonu durdurdu. Beni de çağırdılar, çünkü bayrakları yoktu. Bir dakika sonra kamyonun tepesinde, şoför mahallinin üstündeydim. Böylece bütün Ankara’yı gezdik. İnsanlar balkonlara, camlara birikiyorlardı. Elimdeki bayrakla en başta duran ben, büyük bir gurur içindeydim...”



Zülfü Livaneli, anılarını kaleme aldığı "Sevdalım Hayat" kitabında 27 Mayıs 1960 darbesinin karşılanma “sahne”sini, işte bu satırlarla anlatıyor.




27 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşen ilk askeri darbe. 50 yıl önce, 27 Mayıs 1960 sabahı, Demokrat Parti'nin ülkeyi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleriiçerisinde bir grup subay, ülke yönetimine bütünüyle el koydu. 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi yönetimi üstlendi. 



Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı tutuklandı


MBK, 1924’ten bu yana yürürlükte olan Türkiye’nin en uzun ömürlü anayasası ile TBMM’yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı; Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Parti'liyi tutuklattı.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin emir komuta zinciri içinde yapılmayan bu darbe ile dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun da tutuklandı. 

14 Ekim 1960’da başlayan Yassıada davaları, 11 ay bir gün sürdü. 872 oturum yapıldı. 19 davaya bakıldı. 1068 tanık dinlendi. Dava, hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihinde son buldu.



İdamlar 9'a karşı 13 oyla onaylandı



Yüksek Adalet Divanı’nın (YAD) 15 kişilik idam listesi MBK üyelerinin önüne geldi. MBK’da dokuz üye idamların aleyhine, 13 üye idamların lehine oy verdi. “Sanık”lardan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Başbakan Adnan Menderes İmralı Adası’nda idam edildi. 

Türkiye'nin en karanlık sayfalarına arasına giren Yassıada yargılamaları ve idamlar, 27 Mayıs darbesinden sonra yapılan ve ilk kez getirilen "sosyal-sendikal haklar ve geniş özgürlük anlayışı" nedeniyle "Türkiye’nin en çağdaş anayasası" olarak da nitelenen 1961 Anayasası’nı gölgeledi.



37 MBK üyesinin 10'u hayatta



Bugün, 37 MBK üyesinin 10’u hayatta. İlerleyen yaşları ve sağlık sorunları nedeniyle beş komite üyesiyle görüşebildiğimiz 27 Mayısçıların tarihi özeleştirileri ve bugüne bakışlarının yer aldığı bu dosya, geçen yıl Tempo dergisinde yayımlandı.



Türkiye'nin, diğer darbelere de ilham veren ilk darbesinin 50. yıldönümü nedeniyle, 27 Mayıs'çıların geçmişte yaptıklarına bugünden bakışlarını bir kez daha yayımlıyoruz.




'Askeri çağırmayın! Şundan vazgeçin'



Daha sonra Cumhuriyet Senatosu üyesi olan Emanullah Çelebi (84), MBK’nın genç üyelerindendi. Rütbesi yüzbaşıydı. İstanbul'da, Hava Harp Akademisi ikinci sınıf öğrencisiydi.

O günleri Çelebi’den dinliyoruz: “27 Mayıs’tan yıllar sonra bir gün, İhsan Sabri Çağlayangil Dışişleri Bakanı’yken, o da sordu: ‘27 Mayıs’ı yapmaktan ötürü pişman mısınız?’ Cevapladım: ‘İhsan Bey ihtilali biz yapmadık. 27 Mayıs’ı siz yaptırttınız.’ 

Şimdi de siz soracaksınız: ‘Madem öyleydi de neden 27 Mayıs oldu?’ Herkes kendi penceresinden yıllarca yanıtladı bunu. Günün şartları, Demokrat Parti’nin diktaya varan halleri, halkın ihtilali bayram sevinci gibi karşılaması… Tüm bunlar hep konuşuldu. Benim penceremde bir hatıra var: Tramvaydayım. Resmi elbiseliyim. Benim gibi yolcu olan siviller yakama yapıştı: ‘Hadi ne duruyorsunuz daha. Kurtarın bizi.’ Benim inancım o gün de, bugün de aynıydı: Demokrasi. Yapmış olduğumuz 1961 Anayasası da bu inancımın kanıtı. Ama tabii ‘keşke’ler var. Keşke 27 Mayıs olmadan, seçime gidilseydi. Askeri çağırmasalardı. Askeri çağırmayın! Şundan vazgeçin. Anlayın: Silahlı Kuvvetler nerede politikaya karışmışsa orada herkes için bir mağlubiyet vardır. 



Talat Aydemir: İdamlar olmazsa ihtilal yaparız!



Milli Birlik Komitesi’nin azap çektiği günler. İçimizdeki ikilik dorukta: ‘İdamlar olsun- idamlar olmasın.’ Düşünceler içinde boğuluyoruz. Komite üyesi arkadaşım Ahmet Yıldız geldi yanıma. ‘Silahlı Kuvvetler Birliği (Talat Aydemir cuntası) jandarma okulunda bir toplantı yaptı. Beni çağırdılar, seni de istiyorlar’ dedi. Gittim. ‘İdamlar hakkında ne düşünüyorsun’ diye sordular. Düşüncem belliydi: YAD 15 kişinin idamını istedi. Bir anayasa ihlali var. İlla ki bir ders verilecekse Celal Bayar’ın idamına oy veririm. Çünkü onun da yaş haddinden dolayı cezası müebbet hapse çevrilir. Talat Aydemir, ‘Ne o, sen de mi korkuyorsun’ dedi. ‘Korksaydım, ihtilal zamanı sizin gibi Japonya’da olmazdım’ deyiverdim.



Onların cevabı ise şu oldu: ‘Yassıada’nın kararlarını uygulayacaksınız. İdamlar olmazsa ihtilal yaparız! Ya idamlar ya ihtilal!’



Talat Aydemir o gün okul kumandanı. ‘Yürü’ derse yürüyecekler, biliyorum. Sonra Silahlı Kuvvetler Birliği’nde öz ağabeyim (Nuri Hazer), bacanağım (Halil Menteş) var. Peki bizim, MBK’nın kuvveti yok muydu? Ne kuvveti? 23 kişiyiz. Ordudan kopmuşuz. Silahlı Kuvvetler Birliği diyor ki ‘Hepsini asın ya da ihtilal yaparız!’ Tesiri altında kaldım tüm bunların. Reyimi idamların lehine kullandım.



‘Üç kişinin idamı ile yapılacak yeni ihtilali önledik’



 
Vaziyetimiz şöyleydi: Neyse ki üç kişinin idamı ile yapılacak yeni ihtilali önledik. Ama vicdan azabı, ya o? Elbette vicdan azabı duyacaksınız. İnsan bu ölen. O ipin boynunuza geçirildiğini hayal edin, edin bakalım… Güzel mi? Dün akşam bir film seyrediyordum; adamı giyotinle idam ediyorlar. Bakamadım. Ben şimdi 83’ümü (Söyleşi 2009 yılında yapıldı, Çelebi bugün 84 yaşında) bitirdim bugün. 83 yaşında hâlâ yaşamak istiyorum. Gencecik insanlar idam sehpasında, vicdan azabı duymaz mı insan?” 

İşte burada araya giriyoruz: “Bir özür borcu hissediyor musunuz, millete bir özür borcunuz var mı?” 



Gözümüzün içine bakarak cevaplıyor Emanullah Çelebi: “Benim davranışımdan dolayı zarar görmüş insanlardan özür diliyorum. Yoksa milletten özür… Tramvayı anlattım size… Benden dolayı zarar görmüş insanlardan dilerim.” 



‘İdam edilenlerin ailelerinden özür diliyorum’



Yani idam edilen insanların ailelerinden, yakınlarından? 

“Evet, özür diliyorum. Her zaman da dilerim. Ama millete özür borcum olduğunu düşünmüyorum.” 



Ve ekliyor: “Mevcut hükümetten rahatsızsanız, bunu gidermenin yolu demokrasidir. Ama demokrasi sana ters olana da, seni eleştirene de söz hakkı vermektir. İster darbe deyin, ister ihtilal, ister inkılâp, bu millet demokrasiyi hak ediyor. Hem de çok!” 

Son olarak Çelebi’nin, Cumhuriyet Senatosu’nda görev yaptığı sırada parlamento onayına sunulan ve ‘27 Mayıs’ın intikamı’ olarak yorumlanan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamı için ‘hayır’ dediğini hatırlatalım. Çünkü “Çocuktu onlar” diyor Çelebi. 


 
'Korkarak idamları onayladım, vicdan azabı çekiyorum'


 
Sami Küçük (94), 27 Mayıs’ta kurmay albaydı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı Çankaya’dan indiren ‘Köşk Harekâtı’nda yer aldı. MBK’nın en önemli üyelerinden, daha sonra Cumhuriyet Senatosu üyesi olan Küçük’ün değerlendirmesi şöyle:



“Komisyon üyeleri Mehmet Özgüneş ve Ahmet Yıldız, aramızda idama en çok karşı olanlardı. İdam lehine oy kullandılar. Adnan Menderes’in idamından bir gün sonra Meclis’te komisyon odasında otururken kapı açıldı. Mehmet Özgüneş içeriye girdi. ‘Albayım çok vicdan azabı çekiyorum. Biliyorsunuz ben idamlar aleyhindeydim. İdamların karara bağlanacağı günden önce Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir telefon açtı. Meclis’in Dikmen kapısı yakınında benimle görüşmek istediğini bildirdi. Buluştuk. Beni tehdit etti. `Yüce Divan’ın aldığı idam kararlarının Silahlı Kuvvetler Birliği olarak yerine getirilmesini, idamların yapılmasını istiyoruz’ dedi. Korktum ve oyumu değiştirdim. Şimdi çok vicdan azabı çekiyorum’ dedi.



‘Demokrasiyi rafa kaldıranlar, demokrasi şehitleri oldu’



İdama karşı olanlar 11, olmayanlar 11 kişiydi. Mehmet Özgüneş ve Ahmet Yıldız fikir değiştirince 13’e 9 oldu. 11’e 11 olsaydı idamlar yapılmayacaktı. Çünkü MBK Başkanı Cemal Gürsel de idamların aleyhindeydi. Ve idamlar olmasaydı, bugün ne abideler dikilecekti, ne üniversitelerin adları Adnan Menderes olacaktı. Unutulup gideceklerdi. Acaba demokrasi şehitleri miydi onlar? Fatin Rüştü’nün anılarında var: ‘Tahkikat Komisyonu aracılığıyla Halk Partisi’nin Meclis’teki milletvekillerini tutuklayalım. Ondan sonra parti diktasıyla yolumuza devam edelim’ diyorlar. Bu muydu demokrasi?

Demokrasiyi rafa kaldıran insanlar, demokrasi şehitleri oldular. Nedeni idamlardı. Ben idamın aleyhinde rey verdim. Başından itibaren ‘siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır’ diyorum. Ama ben de MBK üyesiydim. MBK bu kararları tatbik edip idamlar yapıldı mı? Yapıldı. Köpek davası, bebek davası bunlara hiç lüzum yoktu. Bunlar adi davalardı. 



‘İhtilalin ne olduğunu anlayamamışız, gücümüzün farkında değilmişiz’



İhtilal yapmışsın ama ihtilalin ne demek olduğunu tam anlayamamışız. Örneğin Celal Bayar’ı indirdik (Köşk Harekâtı). Bayar’ı, Harp Okulu’na teslim ettim. O akşamüzeri karargâhta otururken Cemal Madanoğlu’ndan haber geldi; Harp Okulu Demokrat Parti'lilerle hıncahınç dolu. ‘Gidelim, bakalım’ dedi. Gittik. ‘Kimler evlerine gitsin, kimler kalsın’ diye bir düzenleme yapmamız gerek. İki Demokrat Parti'li milletvekilini Harp Okulu Komutanı Sıtkı Ulay’ın odasına çağırdık. ‘Serbest kalacakları belirleyin. Aynen uygulayacağız’ dedik. İki vekil liste çıkardı. Belediyeden 28 otobüs çağırdık, artı işaretli olanlar evlerine gönderildi. Ertesi gün Sıtkı Yırcalı ve kimi DP’li siyasiler nümayiş yaptı. Bu, komitede tedirginlik yarattı. Anayasa profesörleri de, ‘Siz bu adamları serbest bırakamazsınız. Buna mahkeme karar verir’ dedi. Haklıydılar, hukukçular hukukun kurallarına uymak zorundaydı. Ama biz ihtilalciydik. İhtilal kanunlarının uygulanması gerekiyordu. Uygulamadık. Onların dediklerini uyguladık. İhtilali yapan kadro olarak gücümüzün tam manasıyla farkında değilmişiz.



Daha sonra gücümüzü eritmemizin sebebi kendi kabahatimiz. Benim tezim şuydu: İhtilali yaptık. Elimizi, dilimizi ordudan çekelim. Bizim ordudan tek muhatabımız Genelkurmay Başkanı olsun. O, ordu içerisinde cuntaların çıkmasına muhaliftir. Ama arkadaşların bir kısmı, MBK’yı korumak için Silahlı Kuvvetler Birliği’nin kurulmasına yardımcı oldular.



‘12 Mart, 12 Eylül'ü gördükten sonra müdahale olacak iş değil’




27 Mayıs’a kadar Harp Okulu mezunlarının üniversiteye gitmesi yasaktı. Bunu değiştirdik. 27 Mayıs’tan sonraki yıllarda orduevlerinde subaylara, akademisyenlerden günün şartları üzerine kültür konferansları verilirdi. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç bir gün konferanstan sonra ‘soru cevap yok’ dedi. Soru sormak yasaklandı. Diyeceğim şu; soru sormak, sorgulamak yasaklanamaz. Hele bugün 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü gördükten, bunların yaptığı tahribatı yaşadıktan sonra müdahale gibi bir beklenti içinde olmak ve ‘düşünmeyi yasaklamak’ olacak iş değildir. Seçim, öğrenmek. Bu olmalı yolumuz. Bu ülkeye ve onun insanlarına yapılacak en kötü işlem onları çeşitli adlar altında, kamplara bölmektir. Geçmişte DP’nin ‘Vatan Cephesi taraftarı-Vatan Cephesi karşıtı’ gibi deyimlerle toplumu ikiye bölmesi, bugün de ‘Ergenekoncu’, ‘Demokrasi karşıtı’ gibi kamplaşmalara neden olmak insanlarımıza yapılacak en büyük kötülüktür. 



Sıra MBK Sözcüsü Numan Esin'de



Numan Esin (81), 27 Mayıs’ta 1. Ordu Karargâhı’nda Harekât Başkanlığı’nda görevliydi. MBK üyesi ve sözcülüğü yaptı. 13 Kasım 1960’ta komitenin parçalanması üzerine 14’lerden biri olarak sürgün edildi. 

MBK’yı oluşturan 37 subay kadrosu içinde siyasi bir amaç birliği yoktu. İki görüş öne çıkıyordu. Birincisi, gereken hukuksal yapı oluşturulduktan sonra en kısa zamanda seçimleri yaparak iktidarı sivil yönetime devretmek.



Komitenin 14 üyesine göre ise, MBK iktidarı, sağlık hizmetlerinden toprak reformuna kadar uzanan bir dizi reform politikasını gerçekleştirene dek yönetimde kalmalıydı. Bunun için de ‘en az’ dört yıl iktidarda kalınmalıydı. Komite içindeki anlaşmazlıkların siyasi bir bunalıma dönüşmesi üzerine, 13 Kasım 1960’ta MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, TSK ile MBK üyelerinin talepleri üzerine MBK’yi feshetti. Numan Esin komiteden ihraç edilen 14 subaydan biri.



 
‘Biz, 14’ler tasfiye edilmeseydik idamlar kesinlikle yapılmazdı’



Numan Esin, o günleri anlatıyor:



“Biz, 14’ler, 27 Mayıs-13 Kasım arasındaki dönemin sorumluluğunu taşıyoruz. 13 Kasım olayı ihtilalin dönüm noktasıdır. Etkili 14 üyesinin tasfiyesiyle kendi otoritesini baltalayan komite parçalanmamış olsaydı Silahlı Kuvvetler Birliği cuntası olmayabilirdi. Böylece 22 Şubat (Talat Aydemir’in birinci darbe girişimi), 21 Mayıs (İkinci darbe girişimi) olayları yaşanmamış olurdu. Çünkü bu hareketler, 13 Kasım olayı ile ihtilal komitesinin güç kaybetmesinden dolayı oluşmuştur. Biz, 14’ler tasfiye edilmeseydik idamlar kesinlikle yapılmazdı. Bizim aklımızdan geçen, -Türkeş ile bunu konuşmuştuk- 15 kişiyi sürgüne göndermekti.


 
‘En büyük kusurumuz, ihtilal iktidarına sahip olamamaktı’

 
 
En büyük kusurumuz, ihtilal iktidarına sahip olamamaktı. Onların en büyük kusuru ihtilale sebebiyet vermekti. Mizah gibi gelecek ama, idamlar yerine onları ihtilale sebebiyet vermekten ötürü yargılamak gerekirdi. Yapılması gereken buydu. İdamlar çok kötü bir başlangıca neden oldu. Tabii yalnız idamlar değil, mahkemeler de kutuplaşmaya neden oldu. Madem iktidarı ele geçirmişsin, kimseye hesap vermek mecburiyetinde değilsin. ‘Bu kişiler ihtilale sebebiyet vermişlerdir’ dersin, yollarsın sürgüne. O esnada memlekete hizmet edersin. Onlar da günün birinde dönerler. 



‘27 Mayıs'a dek kadrodan hiç kimse ihtilale dair not tutmadı'


Bizim kusurumuz ihtilal iktidarının bozulmasına ve bunun neticesinde Silahlı Kuvvetler Birliği gibi bir cuntanın yeni müdahalelerinin doğuşuna sebebiyet vermekti. Biz iktidarı muhafaza etseydik, arkamızda böyle bir Silahlı Kuvvetler Birliği doğamazdı. Ve bu idamlara baskı yapacak biri olmazdı.



'Akıllı asker darbe yapmaz, peki biz akılsız mıydık?'



Biz o günün şartları içinde kendimizi haklı buluyorduk. Haklı bulduğumuz için müdahale ettik. Akıllı asker, bugün darbe yapmaz. Peki biz akılsız mıydık? Nüktedan bir cevap vereyim: 27 Mayıs gününe dek kimse, ihtilal kadrosundan hiç kimse, ihtilale dair ne bir not tuttu, ne de şema yaptı.



‘AKP’nin ayakta durabilmesinin bir sebebi 27 Mayıs’ın kurumları’



Kadri Kaplan (88), 27 Mayıs’a Ankara'da kurmay binbaşı olarak katıldı. MBK’nın en etkin üyelerindendi. Kaplan’ın özeleştiri ve değerlendirmeleri şöyle:

27 Mayıs, iktidarı devirip ‘Onun yerine ben oturayım’ ihtirası ile yapılan bir darbe değildir. 27 Mayıs’ın ilk safhasına belki darbe denebilir. Ama sonra ne olmuş? Dünyanın en mükemmel anayasalarından biri, 1961 Anayasası yapılmıştır. Bugün AKP’nin ayakta durabilmesinin sebeplerinden biri 27 Mayıs’ın subap teşkil eden kurumlarıdır; Anayasa Mahkemesi’dir. Peki biz hiç özeleştiri yapmıyor muyuz? Yapıyoruz elbet. Buyurun, madde madde okuyun: 

- 147 öğretim üyesinin ihracıyla sonuçlanan 147’ler olayı düşünce bazında doğru, fakat yöntem olarak savunulmaz biçimde yanlıştır. Yanlış yaptık. Onun alternatifi vardı. Bazı kuralları koyup, yöntemi üniversitenin kendisine bırakabilirdik. 


 
‘Ordunun tasfiyesi yanlıştı, toprak reformu yapılmalıydı'



- Ordu tasfiyesi de yanlıştı. Tasfiye kaçınılmazdı, ama kabulü daha kolay ve kıstasları daha tarafsız yöntemler bulunabilirdi.



- Doğu ve Güneydoğu’dan seçilen 55 ağanın Batı’ya getirilmesi iyi niyete dayalı olmasına rağmen aceleyle yapılan, feodal yapı ortadan kaldırılmadan uygulanan bir girişimdi.



- Sosyal bünyelerin çağdaşlaştırılmadan bu türlü tedbirler alınması bir sonuç vermedi. Örneğin bir toprak reformu yapılması gerekirdi. Ama bu öylesine çetin bir problemdir ki, bunu hiçbir iktidar yapamamıştır.



- Büyük ve etkin altyapıların -metrolar, barajlar, havaalanları, limanlar gibi- ilk adımlarını atabilirdik. Bunu yapmaya gücümüz vardı. Ama şimdi diyeceksiniz ki, ‘Sizi gidi sizi, demek ki uzun zaman iktidarda kalmak istiyordunuz.’ Devamlı, ilelebet kalma fikri hiçbirimizde yoktu. Fakat çok güçlü ilk adımları atabilirdik.


 
‘Yassıada’da yanlış yaptık’



- Yassıada davalarında yöneticileri ve idare organlarını çok aşan bir kapsamda sanık tablosu oluşturuldu. Duruşmalar uzatılarak ve zorlaştırılarak toplumda bıkkınlığa ve kuşkulara neden oldu. Çok somut olan anayasal suçların yanına toplumsal yapımızda değerlendirilmeleri demogojiye çok açık ahlaksal temelli adi olayların (köpek, bebek gibi davaların katılması), rejime ve Atatürk devriminin özüne yönelik siyasal suçları gölgeledi. Köpek davası, bebek davası… Bunlara lüzum yoktu. Onlar yapılmadan, kadroyu çok dar tutarak, bu ihtilale sebep olanlar için bir karar alınıp, mesele birkaç ay içinde tamamlanabilirdi. Yanlış yaptık. Bu kadar geniş tutmakla Yassıada’da yanlış yaptık. Sonuçlar kısa sürede alınmalı ve toplumda kabul gören ve uluslararası ortamda da dile getirilen iktidardan uzaklaştırmayı ve ‘cezayı hak ettiler’ sınırı aşıldı. Kısaca iş çok uzadı.




‘O günkü zaruretler de, idamların verdiği acı da inkâr edilemez’

- İdam kararlarında Silahlı Kuvvetler Birliği’nin baskısını kabul etmiyorum. İdam o günkü şartlar arasında gerekli görüldü. Bu kararı verenler memleketin en önemli hâkimleriydi. Biz de o kararları icra ettik. İdamlar, ihtiras halinde ‘kafalarını uçuralım’ gibi bir şey değildi. Hukukun verdiği 15 idam kararının üç kişiye indirgenmesi önemlidir. ‘Elbette üzüntü duydum. Elbette keşke olmasaydı’ dedim, diyorum. Fakat o günkü zaruretler inkâr edilemez. Tabii idamların verdiği acı da.


 
‘Allah’tan diliyorum, inşallah bir müdahale olmaz, umarım buna sebep olmazlar’

- Zarfla mazrufu bir araya getiremedik. Zarfı hazırladık, mazrufu da hazırladık. 1961 Anayasası’nı ortaya koyduk. Ama anayasayı tatbikata götürecek zamanı yaratamadık. 

- Bugün Allah’tan diliyorum, ‘İnşallah bir müdahale olmaz. Umarım buna sebep olmazlar.’ Türkiye halkı demokrasiye layıktır. Hükümetin gidişatını beğenmiyorum. Ama bundan kurtulmanın yolu iyi bir muhalefetle halkın sağduyusuna dayanan çağdaş demokrasidir. 




‘Yine 27 Mayıs şartları olsa ihtilal kadrosunda yer alırım’



Kamil Karavelioğlu (84), yüzbaşı rütbesiyle Kara Harp Akademisi birinci sınıf öğrencisiyken 27 Mayıs kadrosuna katıldı. Diğerleri gibi o da daha sonra Cumhuriyet Senatosu üyesi olan Karavelioğlu, “Bugünkü deneyimime 27 Mayıs’ta sahip olsaydım, yine 27 Mayıs şartları olsa ihtilalin kadrosunda yine yer alırdım” diyerek anlatıyor:



“Unutamıyorum, sanki bayram olmuş. O ne sevinç, nasıl bir coşku. 27 Mayıs böyle karşılandı. Peki ne yapıldı da biz yıllarca ‘Darbeci’ diye anıldık? Müdahaleyi alkışlayanlar neden sustu? Yassıada ve ordu baskısı. Tabii ki bunun sonucunda idamlar.



‘27 Mayıs'ın kusuru idamlardır, idam çıkmasa Yasıada'da kaza olacaktı!'



Eşim bile benim idama onay vermediğimi seneler sonra anladı. 27 Mayıs’ın kusuru sadece idamlardır. Yassıada ve ordunun baskısı yüzünden kimi arkadaşlar idama karar verdiler. Yassıada’daki bütün personel idam istiyordu. İdam çıkmasaydı bile muhtemelen orada bir ‘kaza’ olacaktı. Üç kişilik idam orayı kurtardı. 

Ben ne cuntacılar, ne de başkası ile idam meselesini konuştum. Bu nedenle beni kimse sigaya çekemedi ve tehdit edemedi. Oyumu idamın aleyhine kullandım. Birbirimizin kararlarına saygılı olarak oy kullandık. Komiteden üç kişinin idamına onay çıkınca, idam taraftarları da, Silahlı Kuvvetler Birliği de, ordu da rahatladı. Fakat daha sonra zamanla durumun vahameti anlaşıldı. Başlangıçta oy değiştirenlere kızdık. Durumun ciddiyeti, Yassıada ve cuntanın baskısının ciddiyeti anlaşılınca, o arkadaşlara anlayış gösterir olduk. İdamlar gerçekten seçimin, rejimin diyeti oldu.



‘Çözümü hâlâ askeri müdahalelerde aramayı anlayamıyorum’



Bugün, askeri siyasete çağıranlar, askerden müdahale bekleyenler yine vardır. Belki de bu hep olacaktır. Ama benim düşüncem bellidir: Tarihi okuyalım. Demokrasi yolundan çıkmamalı, bu gelecek yolumuz. İktidarı başarısız buluyorum. Ama çözümü hâlâ askeri müdahalelerde aramayı anlayamıyorum.