Gündem

Mehmet Baransu: Bazı Balyoz belgeleri 1. Ordu'dan çalınıp Erdoğan ve Gül'e verildi!

"Amaç, Çetin Doğan’a, her adımından haberdar oldukları bilgisini vermekti"

Dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan

11 Mayıs 2016 13:52

Balyoz'da kumpas soruşturmasında “devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin etme” ve “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, dışında kullanma, hile ile alma, çalma” suçlamalasıyla tutuklanan 1 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan eski Taraf muhabiri ve yazarı Mehmet Baransu, Balyoz davası sürecine ilişkin olarak, "Bazı gazete ve gazetecilere 'konudan haberdarız' diye bilgi sızdırıldı, birkaç gün sonra da 1. Ordu’dan çalınan bazı belgeler dönemin Başbakanı Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’a verildi" iddiasında bulundu. "Yine o dönem bir gazeteci aracılığıyla, Aktüel dergisine iki belge sızdırıldığını" öne süren Baransu, "Amaç, Çetin Doğan’a, her adımından haberdar oldukları bilgisini vermekti" görüşünü dile getirdi.

Baransu'nun Haberdar'da yayımlanan ( 11 Mayıs 2016) yazı dizisinin ikinci bölümü şöyle:

Yalman'ın bu koltuğa oturması tartışmalı olmuştu. 2002 Ağustos YAŞ'ında, K.K.K'na Orgeneral Edip Başer'in atanması beklenirken, Jandarma Genel Komutanı olan ve emeklilik hazırlıklarına başlayan Yalman, sürpriz şekilde bu koltuğa oturdu. Aynı dönemde, Çetin Doğan'ın da dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'yla görüşüp, K.K.K için söz aldığı konuşulmuştu.

 Bu iddia o günlerde yalanlandı. Ancak yıllar sonra iddianın doğru olduğu ortaya çıktı. Çetin Doğan'ın K.K.K koltuğu için söz aldığını, Aytaç Yalman açıkladı. Bu makama gelemediği için, bazı hukuk dışı hareketler içerisine girdiğini söyledi. Yazdığı kitapta detayları açıkladı.

Doğan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na oturamamıştı. 1. Ordu Komutanı olduğu dönemde Yalman'ı tasfiye edip bu koltuğa göz diktiği iddia edildi. Yalman, bu iddiaları da kitabında doğrulamış.

Komutanların birbirleriyle koltuk savaşı verdiği böylesi bir dönemde, AK Parti tek başına iktidara geldi. Orduda bir grup bu durumdan rahatsızlık duydu.

28 Şubat’ın kudretli generallerinden Çetin Doğan, rahatsızlık duyanların başında geliyordu. 1. Ordu Komutanı olarak ilk düğmeye basan isim oldu. Kara Kuvvetleri Komutanı olamamıştı, silah arkadaşlarına da kızgındı.  

Mart ayının ilk haftasında, sorumlu olduğu komutanlığın, rutin yıllık seminer programı vardı. Doğan, hazırlıklara çok önceden başladı. Yalnız bu hazırlık, daha önceki seminerlere göre çok farklılık arz ediyordu. "Rutin dışına" çıkılıyordu, Ankara gelişmelerden rahatsızdı.  

Çetin Doğan, irtica adı altında, “Sıkıyönetim, muhtıra, Milli Mutabakat Hükümeti” gibi sonucu bir müdahaleyle neticelenecek bir planı, seminerde görüşeceğini söyledi.

 

Çetin Doğan "Plan yapılmayacak"
emrini dinlemedi

 

Ankara, Genelkurmay ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı bunun ne anlama geldiğini biliyordu. “Bu plan yapılmayacak” diye emir verildi. Emir yazılı halde “ivedilikle” Çetin Doğan’a gönderildi.

“Yapılmayacak” emrine rağmen Doğan, emri altındaki 56 birliğe yapılmayacak denilen planı gönderdi. Hazırlıkları buna göre yapmalarını istedi. Doğan, hem Genelkurmay Başkanlığı’na hem de Kara Kuvvetleri Komutanı’na “başkaldırmıştı.” “Emrinizi dinlemiyorum” diyordu.

Bununla da kalmayıp, amacını iyice açık eden başka bir emir daha verdi. 1. Ordu Komutanlığınca hazırlanan ve arşivlerde olan, “12 Eylül Darbe Planı”, “Bayrak Harekât Planı'nı” da arşivlerden indirtti. “Güncelleyin, 2003 yılına uyarlayın, tüm planlarınızı buna göre yapın” emri verdi.

Bayrak Harekât Planı demek, 12 Eylül gibi bir müdahalenin kapıda olduğunun habercisiydi.

Karşı çıkan komutanlar ya tasfiye edilecek ya da korkutulup zorla bazı şeylere mecbur bırakılacaktı. Bayrak Harekât Eylem Planı’nı güncelleyip, 2003 yılına uyarlama görevi Albay Süha Tanyeri’ne verildi. Daha sonra general olacak bu ismi Türkiye 2006-2007 yılında tekrar duyacaktı.

Amerika’da, Hudson Enstitüsü’nde bir toplantı yapılmış ve o toplantıda Taksim’de bomba patlatılması, Anayasa Mahkemesi Başkanı Aysel Tuğcu’nun öldürülmesi gibi korkunç planlar konuşulmuştu. O toplantıya da “jenerik” denilmişti. İşte bu planların konuşulduğu toplantıda Tanyeri de vardı.

Bu toplantıyı Milliyet gazetesi kamuoyuna duyurdu. Yasemin Çongar’ın haberi kısa bir süre sonra doğrulanmak zorunda kaldı.

İşte böyle bir isme 12 Eylül darbe planını güncelleme emri verilmişti. 12 Eylül planını, sokak sokak 2003 yılına uyarladı. Basın bildirileri, sıkıyönetim planları güncellendi. Notlar alındı. Bir müdahale anında nüfus karşılaştırması, polis, jandarma gücü, ne kadar kuvvete ihtiyaç duyulacağı gibi çok ayrıntılı analizler yapıldı.

Sıkıyönetim planları, muhtıra, meclisi feshetme, sokak sokak tankların konuşlandırılması, tutuklanacak, gözaltına alınacak kişiler, yönetime el koyma gibi, "rutin dışı" yüzlerce plan, bu kapsamda hazırlandı.  

 

"Ankara ve MİT gelişmelerden haberdardır"

 

Ankara, gelişmelerden haberdardı. Haberdar olan kurumlardan biri de MİT’ti. Cumhuriyet Yayın Yönetmeni İlhan Selçuk, Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ve iki isim daha, MİT Müsteşarını o dönem ziyaret etmişti. Müsteşar, kendilerine 1. Ordu Komutanlığı’ndaki hazırlıktan bahsetmiş, Balbay da bunu Ergenekon operasyonlarında bilgisayarından silmeye çalıştığı günlüğüne not etmişti. 27 Mayıs benzeri bir harekât olduğunu da yazmıştı.

O dönemin tüm aktörleri, bugün üç maymunu oynasalar da, 1. Ordu’daki darbe hazırlığından hepsi haberdardı.  

 

"Balyoz belgeleri 1. Ordudan çalınıp
Gül ve Erdoğan'a verildi"

 

Ankara gelişmelere karşı anbean teyakkuza geçmişti. Çetin Doğan’ın “rutin dışı planı” yakın markajdaydı. Bazı gazete ve gazetecilere “konudan haberdarız” diye bilgi sızdırıldı. Bazı belgeler, seminerden birkaç gün sonra 1. Ordu’dan çalınıp, dönemin Başbakanı Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’a verildi. Çalınan belgelerden biri de seminerin ses kayıtları, bantlarıydı.

 

"Belgeler gazetecilere sızdırıldı"

 

O dönem bir gazeteciye, Aktüel dergisine iki belge sızdırıldı. Amaç, Çetin Doğan’a, her adımından haberdar oldukları bilgisini vermekti. Darbe planını önlemek için haber yaptırılan o gazeteci, yıllar sonra benimle ilişkilendirildi. Adı Tuncay Opçin’di. Opçin iftirası ve yalanıyla, bir dönemin perde arkasını kapatmak istiyordu iktidar.

O günlerle ilgili tek satır bilgi sahibi olmayan ve o yıllarda cemaatin evlerinde kalıp, “cemaatin özel” işlerini yapan “kullanışlı aptal” ise iftiranın baş aktörlerinden biri olmuştu. Bu dizide bu iftiranın sebebini de yazacağım. 

İşte böylesi bir dönemde, Aktüele haber sızdırılıp, Çetin Doğan’a mesaj verildiği günlerde, Doğan’ın üstündeki komutanlar da kendisini ve altındaki komutanları uyarmaya başladılar.

Genelkurmay Başkanlığı ve K.K.K bir adım daha attı. Çetin Doğan’ın emrindeki birlikler, başka komutanlıkların emrine atandı. Tanklar, zırhlı birlikler Malatya’ya, Diyarbakır’a, Ankara’ya, Ege’ye kaydırıldı. Amaç, Çetin Doğan’ı emrinde asker olmayan bir komutan konumuna getirmekti. Öyle de oldu.

Doğan’ın By Pass ameliyatı olması, ameliyat sırasında Aktüel dergisine yaptırılan haber, Doğan’ın bunu hastane yatağında öğrenip, “çapraz duruşa geçme” öfkesi ve sonrasında yaşananlar, yol kazasını geçici olarak önledi.

 Ankara, Başbakanlıkta oluşturulan bir ekip, Genelkurmay Başkanlığı ve K.K.K arasındaki irtibat, “Doğan’ın” planlarını bozdu. İlk hedef 30 Ağustos 2003’tü ve o tarih geldiğinde Çetin Doğan emekliye sevk edilecekti. Öyle de oldu, "Zor yılların" ilk virajı böylece kazasız belasız atlatıldı.

Bugün “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyen siyasetçi, asker ve bürokratlara bakmayın siz. Herkes, 1. Ordu'da o gün neler yaşandığını çok biliyor. “Balyoz kumpastır” diyen CHP yönetimi, Mustafa Balbay’ı çağırıp, kendisinden brifing alabilir.

 

Erdoğan'dan Gül'e, Baykal'dan Bahçeli'ye kadar herkes her şeyi biliyordu

 

Recep Tayyip Erdoğan’dan Abdullah Gül’e, Mustafa Balbay’dan İsmet Berkan’a, Hilmi Özkök’ten Aytaç Yalman’a, Deniz Baykal’dan Devlet Bahçeli’ye, Şenkal Atasagun’dan Ömer Dinçer’e herkes her şeyi biliyordu. Bu isimleri çok bilinçli bir şekilde yazdığım notunu da düşeyim. 

Herkesin bildiği bu darbe planıyla ilgili, yıllar sonra bana, bazı belgeler geldi. Önce 4 CD ardından bir bavul dolusu belge. Gazetem Taraf’la, yazı işleri ekibiyle belgeleri paylaştım.

Yıllardır gazetecilerin konuştuğu, devletin bildiği darbe planının ses kayıtlarından yazışmalarına, neredeyse tüm belgeleri elimizdeydi. Çetin Doğan’a yapmasını emrettikleri “Egemen Planı” dâhil. Gazetenin yönetim katında, yazı işleri belgeleri inceleyecekti.  Belgeler binlerce sayfaydı. İncelenip, yayına hazırlanacaktı.

O günlerde küçük oğlum dünyaya gelmiş ve doğduğu gün ağır bir kalp ameliyatı geçirmişti. Yoğun bakımda olduğu için de günümün büyük bir bölümü hastanede geçiyordu. Gazetede birkaç saat kalabiliyordum. Yazı işlerinin haberi yayına hazırlamasının iki nedeni buydu. 

Gazete yönetiminde "kullanışlı aptal" da vardı. Yanılmıyorsam Yazı İşleri Müdürüydü. Belgeleri “şehvetle” inceliyor, "şu kısmı ben yazacağım, bu kısmı ben yazacağım" diyordu. “Ahmet Bey, şu planla şu ses kaydı birebir aynı” cümlesi odada yankılanıyordu.

Aynı kişinin “12 Eylül Bayrak Hareket Planı’nı da ben inceleyip yazmak istiyorum Ahmet Bey. Sonra doktora tezi yaparım bu bölümü” cümleleri ise halen kulaklarımda.

 

Haber yayınlanınca bilmediklerimizi de AKP'nin kurucuları bize anlattı

 

Belgeleri inceleyip, korkunç planları, ses kayıtlarını, el yazılı notları, ıslak imzalı belgeleri görünce, darbe planını manşetten kamuoyuna duyurduk. Taraf gazetesi haber yaptıkça, hükümet yetkilileri, siyaset dünyası, AK Parti'nin kurucuları haberdeki iddiaları doğrulamak bir yana, bilmediğimiz bazı detayları anlatmaya başladılar. Yıllar önce kendilerine de bazı belgeler geldiğini, konudan haberdar olduklarını açıklamalarıyla öğrendik. 

Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ise, “hükümetimizi devirmek için neler konuşulmuş, ne planlar yapılmış, insan dinleyince ürküyor" dedi. 

Abdullah Gül’den Dengir Mir Mehmet Fırat’a, Hüseyin Çelik’ten Bülent Arınç’a birçok isim, darbe hazırlığından “bir şekilde” haberdar olduklarını açıkladılar.

Haberimizin ardından savcılığa bazı aydınlar suç duyurusunda bulundu. Hem askeri hem sivil savcılık açtıkları soruşturma neticesinde bizden, elimizdeki belgeleri istediler. Kendilerine tutanakla teslim ettik.

Soruşturma devam ederken, Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube’de, karoların altına saklanmış bazı belgelerin ele geçirildiği bilgisi ajanslara son dakika olarak düştü. Savcılık arama kararıyla belgeleri bulmuştu.

İddianame, dava aşaması, yargılama süreci, "sahte delil" iddiaları, mahkemenin kararı, Yargıtay aşaması derken, konu Anayasa Mahkemesi’ne taşındı.

Anayasa Mahkemesi de bazı tanıkların dinlenmediği, delillerin tartışılmadığı gerekçesiyle, yeniden yargılama kararı verdi. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturması sonrası Yalçın Akdoğan’ın "milli orduya kumpas kuruldu" çıkışı, “darbe davalarının” dönüm noktası oldu. AKP, yıllardır “derin devlet” dediği gruplarla ittifak kurma ihtiyacı hissetti.

Yeni ittifak sonucu, Balyoz davası hemen kapatıldı ve tüm sanıkların beraatine karar verildi.

Mahkemenin bu kararına, Anadolu Başsavcılığı, 7 kişi yönünden itiraz etti. Bu 7 ismin darbe hazırlığı içinde olduğunu, mahkemenin beraat kararı vermesinin doğru olmadığını gerekçeleriyle açıkladı. Karara itiraz edip, konuyu Yargıtay’a taşıdı.   

Askeri vesayetle mücadelem, haberlerim, ardından MİT-Uludere ve 17-25 Aralık süreciyle ilgili yazdıklarım hem AK Parti’yi hem de askeri çok rahatsız etmişti. Yeni ittifakın “ortak düşmanı” olarak hapse atıldım.

“Devletin gizli belgesini temin, ifşa” gibi uyduruk bir gerekçeyle. Belgeler “sahte” diye Balyozcuları aklamışlardı ama beni tutuklarken sahte denilen belgelerin devletin “gizli belgesi” olduğunu söyleyip beni tutukladılar. Tam bir Aziz Nesin’lik durumdu. Akıl tutulması.

 

Aytaç Yalman ve kitabı

 

Böylesi bir ittifakla kapatılan süreçle ilgili, Aytaç Yalman, 2014 yılı Aralık ayında iki ciltlik kitap yayımladı. “Zor Yılların Sessiz Tanığı” adlı kitabın ikinci cildinde, 2003 yılında, seminer adı altında yapılan darbe toplantısına, dava aşamasında yaşananlara genişçe yer verdi. 

Mahkemede tanık olarak “hiçbir şey anlatmamıştı” ama kitabında yüzlerce ayrıntıya yer vermiş. Çetin Doğan ve bazı arkadaşlarının, emir komuta zinciri dışına çıkıp, bir takım icra-i faaliyetler içine girdiğini yazmış. Doğan ve beraberindeki bazı komutanları “üstü kapalı uyarmış.”

“Üstü kapalı uyarının” ne anlama geldiğini, komutanların bunu anladığını kitabına not olarak düşmüş. Uyardığı kişilerin isimlerini, yazmakla kalmayıp, yer-mekân, tarih gibi ayrıntılar vermiş.

Yalman’ın kitabında, Balyoz’la ilgili anlattığı bölümü okuduğunuzda, Çetin Doğan’ın bir “darbe hazırlığı” içinde olduğunu çok net görüyorsunuz. 

Çetin Doğan’ın hırslarını, K.K.K olamamasının verdiği öfkeyi, “rutin dışına” çıkmasını anlatan Yalman, “mahalle baskısından” olsa gerek, tüm planları, “emre itaatsizlik” olarak geçiştirmiş. “O dönem gereğini de yaptım” diye de eklemiş. Ancak Yalman’ın hiçbir şey yapmadığını, yasal yollara başvurmadığını da hepimiz biliyoruz.

Kitap çıktığında Hürriyet gazetesinden Çınar Oskay’a Mart 2015’te bir röportaj vermişti Yalman. Röportajda, Balyoz’da yargılanan isimler arasında “suçlu olan kişilerin” olduğunu söyledi.

Röportajdaki itiraflardan çok daha fazlası kitabında var. 2003 Mart ayı ve sonrasında yaşadıklarını kısmen anlatıp, “günün şartlarını da dikkate alarak”, “darbe ve cunta” kelimelerini kullanmamaya özen göstermiş.  

Kitap, 2014 Aralık ayında piyasaya çıktı. Balyozu kapatan mahkeme ise 31 Mart 2015’te kararını açıkladı. Mahkeme, kitaptaki ayrıntılara ve gerçeklere hiç girmemiş. Yalman’a tanık olarak iki soru sorup, konuyu kapatmış. Mahkemede susan Yalman, kitabında konuşmayı tercih etmiş. Sebebini ise kitabı okudukça anlıyorsunuz.  

Mahkeme sürecinde silah arkadaşları tarafından “lince” maruz kaldığını düşünmüş. “Hakaret ve iftiralar” kendisini bir anlamda yazmaya itmiş. Eleştiriler karşısında, Çetin Doğan ve bazı komutanları hedef gösterip şunu yazmış; “Beni suçlayacağınıza, sizi bu duruma düşüren suçluları suçlayın.” 

İki ciltlik kitapta, yaklaşık 180 sayfa Balyoz’a ayrılmış. İkinci cildin 297-447’inci sayfa aralığında konu ele alınmış. Kitabın diğer bölümlerinde de zaman zaman yine Balyoz’a girilmiş. Kitabı okuduğunuzda “2003’te yaşananları aslında herkesin bildiğini, ancak susmayı tercih ettiklerini” de görüyorsunuz.