Ekonomi

Malezya Başbakanı: Batı, bize yapma dediğini kendisi yapıyor

Mahathir Muhammed, Batı'nın karşı karşıya olduğu ekonomik krizi, kazandığının çok üstünde tüketmesine bağladı

22 Haziran 2012 13:35

Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed, Avrupa'daki ekonomik kriz için, "Batı, ekonomik krizde bize yapma dediğini kendi yapıyor" dedi.

Mahathir Muhammed, 22 yıl başbakanlık yaptığı Malezya'nın kalkınmasında büyük katkısı olan bir lider. Aktif siyasetten ayrılmış olsa da ülkesinde hâlâ 'bir bilen' olarak kabul ediliyor. İstanbul'da Cihan Haber Ajansı'nın sorularını cevaplayan Muhammed, Batı'nın karşı karşıya olduğu ekonomik krizi, kazandığının çok üstünde tüketmesine bağladı. Gelişen Türkiye'yi İslam dünyası için örnek gösteriyor ve kriz içindeki AB'ye girmemiş olmasını "Allah'ın lütfu" görüyor. Güçlenen Çin'le ilgili korkulara katılmayan Malezyalı siyasetçi, ABD'nin kendisiyle uyumlu görmediği yönetimleri devirme eğilimine ise karşı çıkıyor. Muhammed'e göre, İslam dünyasının en büyük problemi değerlerini kaybetmiş olması ve iç ihtilaflar.
 

Malezya ile Türkiye siyasi ilişkileri çok iyi ama Malezya'nın dış ticaretinde Türkiye'nin payı binde yarımdan az. Çok iyi siyasi ilişkilere rağmen ekonomik ilişkiler neden bu düzeyde?

Temel olarak bunun sebebinin, iki ülke arasındaki mesafenin uzaklığı ve yetersiz taşımacılık olduğunu söyleyebiliriz. Malezya, Avrupa ile ticaret yapıyor; ancak onların taşımacılık sistemleri çok iyi. Taşıma sisteminin desteklenmesiyle daha çok ticaretin mümkün olabileceğini düşünüyorum.

 

İki ülkenin karşılıklı fayda sağlayabileceği işbirliği alanları veya üçüncü ülkelere dönük ortak stratejileri neler olabilir?

Türkiye ile savunma sanayiinde işbirliğine yönelik bazı girişimler var. Eminim ki inşaat gibi başka alanlarda da yatırım ortaklığı söz konusu olabilir. Çünkü bizim bulunduğumuz bölgede çok ciddi inşaat projeleri var. Bunun yanı sıra hammadde ve yarı işlenmiş malların temini konusunda da birbirimize yardımcı olabiliriz.

 

Siz yalnızca bir siyasetçi olarak değil İslam dünyasının sorunlarına kafa yoran bir fikir adamı olarak da görülüyorsunuz. Arap Baharı denilen süreçte Ortadoğu iyiye mi, yoksa daha kötüye mi gidiyor?

Müslüman ülkeler genelde otokrat. Bir zümrenin ya da bir diktatörün yönetimi altındalar. Bu kişiler kendi halklarıyla ilgilenmediklerinde haklı olarak insanlar bu yönetimlere karşı gelecek ve birleşecekler. Ancak asıl problem diktatörlerin devrilmesinden sonra yerine gelecek yöneticinin belirlenmesi. Çünkü her grup, iş bu noktaya gelince ayrılıyor ve kendi liderini destekliyor. Demokrasinin esaslarından biri de sandıktaki yenilginin kabullenilmesidir. Seçimden yenik çıktığında diğer taraf hile yapıyor diye düşünmemelisin. Arap Baharı sürecine olumlu bakmak gerekiyor. Ancak demokrasinin getirdiği bazı kısıtlamaları, zafiyetleri ve zorlukları öğrenmeleri ve kabul etmeleri biraz vakit alabilir.

 

Aslında ülkenizdeki siyasi tartışma, 1990'larda Asya'yı ve Malezya'yı vuran krizin nasıl yönetileceğine dair tartışmayla başladı. O zamanki yardımcınız, şimdiki muhalefet lideri Enver İbrahim, IMF'li bir çıkış öneriyordu. Sizin farklı yaklaşımınız vardı. Zaman kimi haklı çıkardı?

Kabinede bile bazı farklılıklar olabilir. Zamanın başbakan yardımcısının fikirleri ülkenin ekonomik durumunu daha da kötüye götürebilirdi. Aynı zamanda sahip olduğu fikirlerle bir süre politika yapmasına izin verildi. Ancak sonucu ülke için kötü olmuştu. Temel olarak o kişinin görevinden alınmasının başka sebepleri de vardı ancak bir başbakan olarak konumumu koruyabilmem ve bana bağlı olan kabine üyelerinin kriz durumunu yönetebilmem için fikirlerime güvenmeleri ve desteklemeleri gerekiyordu. Ekonomik krizle ilgili planım işe yaradı ve başarılı oldum. Kabul etmem gerekir ki bu süreçte çok korktum. O günlerde ekonomistler yaptıklarımı eleştiriyor ve yapmamam gerektiğini söylüyordu. Yine de yapmak istediğimizi yaptık ve başardık.

 

O zaman Asya'da sizin yaşadığınız gibi büyük bir krizi bugün Batı yaşıyor. Krizin kaynağı ne, çözüm nasıl olmalı?

Şimdi yaşanan krizde, Batılılar o zaman bize yapmayın dedikleri şeyleri kendileri yapıyor. Batan şirketlerin ve bankaların batmasına izin vermelisiniz. Ben bunu yaptığımda yanlış olduğunu söylemişlerdi. Şimdi aynı şey onların başına geldi. Hükümetler bankaları kurtarmak için hazineden 300 milyar dolar verdi. Onlara dedik ki döviz ticareti ekonomiye zarar veriyor. Bunu sorgulamamız lazım. Şimdi kendileri aynı şeyi sorguluyorlar. Başka şeyler de var, örneğin açığa satış gibi. Açığa satışın, pazara zarar veren bir etkisi var.

 

Şu anki global krizin aşılması için sizin önerileriniz neler?

Buradaki mesele, Batı ülkelerinin karşılayabileceklerinin ötesinde harcama yapıyor olmaları. Kazandığından daha fazlasını harcıyorsun. Örneğin bu ülkelerde çalışma saatleri kısa, tatil süreleri uzun ve çalışanların birçok hakları var. Bu durum onların ürünlerini daha pahalıya üretmelerine sebep oluyor. Sonuç olarak ürünleri pazarda rekabet edemiyor. Pazarda rekabet edemedikleri için de büyüyemiyorlar. Finans piyasası, gerçek bir ticaret değildir. Gerçek bir ticarette üretir ve ürettiğini satarsın ya da bir hizmet verir karşılığında ücret alırsın. Ancak bunların yaptığı şey kumar oynamak. Bunlar fiyatların artışını bekleyerek aldıkları ürünleri fiyatlar yükseldiğinde daha pahalıya satmayı düşünüyorlar. Piyasayı manipüle ediyorlar ve döviz kurları üzerinde spekülasyon yapıyorlar. Bir gün içinde alıp satılan döviz hacminin 4 trilyon dolar olduğu söyleniyor. 4 trilyon dolar demek Almanya'nın bir yıllık üretim miktarına denk geliyor. Almanya'da bir yıllık bu üretim insanlara ticaret, ulaşım, sigorta vb. iş imkânları oluşturuyor. 4 trilyon değerindeki bir döviz alım satımı ise hiçbir işgücü üretmiyor. En azından bu tür döviz alım satımlarının düzenlenmesi gerekiyor. Ancak ekonomistler piyasanın kendini dengeleyeceğini söylüyorlar. Bunu söyleyenler sadece para kazanmak amacındalar.

 

Batı'da Çin korku kaynağı olarak ele alınıyor. Oysa siz Çin'in yükselişinden faydalanabileceğimizi söylüyorsunuz.

Çin, 4 bin yıldır var olan büyük bir ülke. Biz Çin'le 2 bin yıldır ticaret yapıyoruz. Bize hiçbir zararı olmadı. Avrupalılar 1509 yılında geldiler ve iki yıl içinde ülkemizi işgal ettiler. Çin bizi korkutmuyor, Avrupalılar korkutuyor. Diğerleri gibi ticaret yapmıyorlar. Pazarı tamamen ele geçirme ve tekelleşmeyi hedefliyorlar. Ne yaparsanız yapın Çin büyüyecek. Büyük, güçlü ve zengin bir ülke olacak. Biz Çin'den vazgeçemeyiz, büyük bir pazar.

 

Amerika, ekonomik problemlerini çözmekte zorlanıyor. Bu ülkeyi karamsar bir gelecek mi bekliyor?

Amerikalılar fakir olduklarını kabul etmeliler ve fakir gibi yaşamayı öğrenmeliler. Amerikalılar ve Avrupalılar ikisi de fakirler. Çünkü onlar sahip olmadıkları bir parayı harcıyorlar. İşçilerine yüksek ücret ödüyorlar, ekstra ikramiyeler veriyorlar vs. Tüm bunlar üretim fiyatlarını da yükseltiyor. Uluslararası piyasada rekabet edemiyorlar. Maliyet ücretlerini düşürmeliler. Daha az zengin olup daha çok çalışmaları gerekiyor. Oraya buraya savaş gemileri gönderip rejimleri değiştirmektense üretmeye odaklanmaları lazım. Belli bir seviyede olması kaydıyla bunu çoktan ekonomik programlarında denemeye başladılar. Kemer sıkma politikaları bunun delili.

 

Türkiye, ekonomik kalkınması ve demokratik gelişimi ile İslam dünyasına örnek gösteriliyor. Sizce Türkiye özellikle Ortadoğu'da Müslüman ülkeler için model bir ülke olabilir mi?

Elbette. Son başbakanın hükümeti kurduğundan bu yana sürekli gelişmekte olan bir ülke. Tayyip Erdoğan, doğru bir yönetim biçimi sergiliyor. Elbette, karşı görüşler ve yüzleşmesi gereken demokratik problemler de var. Bu problemlerle mücadele etmesi gerekecektir. Ancak Türkiye modeli, Arap ülkeleri için güzel bir örnektir.

 

İslam dünyasının sorunlarına ve geleceğine kafa yoruyorsunuz. İslam dünyasının durumu nasıl?

Benim fikrimce biz değerlerimizi kaybettik. Dinin temel öğretilerini takip etmiyoruz. Dini liderleri takip ediyoruz ve bu liderler birbiri arasında farklılık gösterdiklerinde biz de bunlara uyuyoruz. Böylelikle yüzlerce farklı gruba bölünüyoruz. Şii, Sünni ve benzeri ayrılıklar sebebiyle birbirimizle kavga ediyoruz. Kur'an'ın öğretilerine geri dönersek daha az ihtilaf olacaktır. Üzerinde uzlaşılan genel bir kurul olması gerekir ve bu kurulun da Kur'an üzerine kurulmuş olması gerekir. Kur'an'da doğrudan bize hitap eden birçok mesaj var. Bir de bilgiyi alıyoruz; ancak bunu uygulamıyoruz. Şayet Kur'an'a geri dönersek aramızda böyle farklılıklar olmayacak.

 

Demokrasi ve İslam arasındaki ilişki açısından Türkiye bir örnek teşkil ediyor. Malezya da başka bir örnek. İki örneği siz nasıl karşılaştırıyorsunuz? İki ülke birbirinden yararlanabilir mi?

Sanırım biz, demokrasinin İslamiyet ile uyumsuz olmadığını ispatladık. Gerçekte İslam demokratik bir dindir. Hz. Muhammed (sas) vefat ettiğinde yerine birini göstermedi. Soyundan gelen birisi de başa geçmedi. Onun halifesini halk seçti. Halife de yardımcılarını seçti. Muaviye dönemine kadar bu böyle devam etti. Bu dönemde yaşanan ayrışmalar İslam dünyasının bugün yaşadığı ayrışmanın da temelini oluşturuyor. Bu sebeple demokrasiyi tam uygularsak İslami öğretilerle de örtüşen bir yönetim biçimine sahip oluruz.